07 Ekim 2020

Edebiyatta sınıflandırma ve ifade özgürlüğü

"Edebiyatta tek bir şekilde sınıflandırma yapılabilir, o da bu şekildir" diye taşa yazılı bir yasa yoktur. Böyle bir yasanın varlığına inanmak ya da böyle bir yasayı var etmeye çalışmak tuhaftır

Meğerse ülkemizde bazı kişilerin yıllardır bizlere belletmeye çalıştıkları bir sav varmış. Benim ifade özgürlüğüme dışardan karışma sonucunu veren bir olay dolayısıyla bu savla ben de tanışmış oldum. Neymiş efendim? "Türkçe Edebiyatı" denemezmiş, "Türk Edebiyatı" demek gerekiyormuş. Bu konu yazın açısından üstünde durmaya değer mi, bilmiyorum, ama gene de iyi niyetle bir şeyler düşünmeye çalıştım.

Edebiyat dildir. Yazınsal bir metin hangi dilde yazılmışsa önce o dilin parçasıdır, o dilcedir. Zuluca yazarsan Zuluca edebiyat yapmış olursun. Elbette, araştırmanızın ya da yaklaşımınızın gereği olarak ülkeye, bölgeye, yurttaşlığa, giderek kültüre, dine ve bunun gibi bir çok etmene göre sınıflandırma yapabilirsiniz. Vurgulamak istediğiniz özelliğe göre, Zulu edebiyatı da diyebilirsiniz. Bir metin bir çok kategoriye birden girebilir. Ayrıca sınıflandırmayı Türkçe yapıyorsak dilin kendine özgü ayırtıları (nüans) sizin kullanacağınız ismi ya da sıfatı belirleyebilir. "Edebiyatta tek bir şekilde sınıflandırma yapılabilir, o da bu şekildir" diye taşa yazılı bir yasa yoktur. Böyle bir yasanın varlığına inanmak ya da böyle bir yasayı var etmeye çalışmak tuhaftır.

Örnek: James Joyce İrlandalıdır, metinlerini İngilizce yazar. Dolayısıyla İngilizce edebiyatın bir parçasıdır, İngiliz edebiyatının ya da İrlandaca edebiyatın değil. Ancak İrlanda edebiyatının da bir parçasıdır. Bu kategoriyi ifade etmek için İngilizce "İrish literature" dersiniz. Bunun Türkçesi "İrlanda edebiyatı"dır. Çünkü Türkçede bu anlamda İrlandalı edebiyat denmez, İrlandalı edebiyatı deyimi başka anlamlara gelir. Ancak "Turkish literature" sözünü Türk edebiyatı diye Türkçede karşılayabilirsiniz. "Turkish"i Türkçe diye de karşılayabilirsiniz. Türkiye edebiyatı derseniz bu başka anlamlara gelir. İşte dilin özelliklerinin yol açtığı bir ayırtı!

Gene Türkçenin ayırıcı özelliği: "La littérature belge francophone"un Türkçesi Fransızca Belçika Edebiyatı. Türk edebiyatı der gibi Belçika edebiyatı diyemiyorsunuz, isim kullanmak gerekiyor.

Başka bir örnek daha: B. Traven Almanca yazmıştır, ama romanlarının ikisi hariç hepsi Meksika üzerinedir. Kendisi de Meksika vatandaşı olmuştur. İngilizce metinleri de vardır. B. Traven Almanca edebiyatının bir parçasıdır, ama Almanya anlamında Alman edebiyatının bir parçası değildir. B. Traven bana göre Meksika edebiyatının bir parçasıdır, romanlarının çevirileri okullarda okutulur, ama İspanyolca edebiyatın parçası değildir. İngilizce yazdıkları da İngilizce edebiyatın parçasıdır, İngiliz ya da Amerikan edebiyatının değil.

Ya Metin Arditi? Hem Türkiye hem de İsviçre yurttaşı. Fransızca yazıyor. İstanbul’la, Osmanlıyla ilgili güzel bir roman da yazdı. Fransızca edebiyatın parçası olduğu kesin. İsviçre edebiyatına da katılıyor (Eyvah! Türkçenin ayırtıları yüzünden İsviçreli değil, İsviçre - yani ülke ismi, diyoruz.) Türkiye açısından hangi kategoriye koyalım Arditi’yi?

Öte yandan, Türk ya da Alman edebiyatı derken kapsamları farklı tanımlanabiliyor. Örneğin Türkçe yazan, yani Türkçe edebiyat yapan, üstelik etnik Türk olan Şah İsmail resmi Türk Edebiyatı kitaplarında anılmaz pek.

Böyle binlerce örnek sayabilirsiniz. İşiniz gücünüz yoksa saatlerce, günlerce "edebiyatta sınıflandırmaca" ya da "neye ne demece" oyunu oynabilirsiniz. Yalnız, dikkat edin, kendinizi kaptırırsanız farkında olmadan kafayı sıyırabilirsiniz. (Edebiyatta bir de türlere göre sınıflandırma vardır. O da ayrı bir muamma!) En iyisi, kimsenin hangi ismi, sıfatı nasıl kullandığına karışmamak. En iyisi özgürce ifade!

Bizimkiler bu konuya kafayı neden takmış, biraz araştırayım dedim. Tutarlı bir sav henüz bulamadım. Okuduklarımı karışık buldum. Sorun benim okumamda olabilir, bilemiyorum. Ancak konunun Kürt konusuyla ilintilendirildiğini gördüm. "Kürt edebiyatı" kavramı da onaylanıyor. (Aman Kürtçe edebiyat diyenler dikkat etsin, paparayı yiyebilirler). İddiaya göre, Türkçe şiir kavramını Türkçe yazan Kürt yazarlar icat etmiş, Türk dememek, kendilerini Türklükle özdeşlememek için. Allah Allah! Kim icat etti acaba? Hiç işitmemiştim. Öyleyse ne olmuş yani? Ya Kürtçe edebiyat diyenler, neden öyle diyormuş? Kürtçe edebiyat deyimini kim icat etmiş? Neyse! Okuduğum satırlar arasında Kürtçeyle ilgili yazınsal değil, siyasal bir tedirginlik sezdim. Okuduğum ilginç düşüncelerin asıl kaynağının da herhangi bir yazınsal kaygı değil, bu siyasal tedirginlik olduğu kanısına vardım.  Günümüz Türkiye’sinde yersiz yere  böyle tedirginler olmamalı desek de olabiliyor, ama sonuçları böyle olmamalıydı..

Elbette, dil tartışmasının siyasal boyutlarının ayrımındayım. İnsan hakları kuramında ifade özgürlüğüyle dilsel özgürlük arasında ayırım yapılır. Devlet ve kamu yönetimi düzeyinde hangi dilin ya da dillerin kullanılacağı ayrı bir tartışma konusudur. Bu bakımdan bir sorun varsa çözümü için evrensel bir sihirli formül yoktur. Ancak Avrupa’da ülkelere yön gösterici olmak üzere geliştirilmiş bazı ölçütler bulunmaktadır. Bunlara eski bir yazımda değinmiştim. Her ülke kendine göre bir yol bulur. Dolayısıyla resmi düzeyde dilsel özgürlük devletin resmi dilleriyle sınırlı kalır. Gene de, eğitim ve yerel yönetim alanlarında esnek davranıldığı çokca görülür.

Ancak, sivil toplum ve günlük sivil yaşam alanında dilsel özgürlükle ifade özgürlüğü birleşir. Edebiyat da o alana girer. Kimin kendini hangi dilde (ve neyi) ifade edeceğine karışamazsın. Bu konuda zart zurt etmeye meraklı olanlar varsa onlara Lozan (Evvet, Lozan) Antlaşması'nın 39'uncu maddesinin ilgili hükümlerini anımsatayım. Bu hükümler günümüz Türkçesiyle şöyledir (Sadeleştirmeyi ben yapmadım. 1984 yılında Dışişleri Bakanlığı yaptı.):

"Türkiye vatandaşlarından hiçbirinin gerek özel ya da ticari ilişkilerde, gerek din, basın veya her türlü yayın hususunda ve gerek genel toplantılarda her hangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiç bir kayıt konmayacaktır.

Resmi dil mevcut olmakla birlikte, Türkçe’den başka bir dil konuşan Türk vatandaşlarına mahkemelerde kendi dilllerini sözlü olarak kullanabilmeleri için uygun kolaylıklar gösterilecektir."

Ülkemizde Türkçe dışında herhangi bir dilde edebiyat yapılmasını yasaklamak, sınırlamak, Lozan’a göre yasaktır. Lozan hepimize sivil toplum hayatında kendimizi istediğimiz dilde ifade etmek özgürlüğünü tanımıştır. Değerini bilelim ve uygulayalım.

Yazarın Diğer Yazıları

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!