15 Mayıs 2020

Dış politikada bir fırsat penceresi (?)

Koronavirüs salgını bu insani konuda daha ciddi bir küresel işbirliğinin gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Kimsenin siyasi pozisyonuna halel getirmeden küresel düzeyde tam bir işbirliği mekanizması istenirse kurulur

Dikkatimiz Koronavirüs ile mücadele konusu üzerinde yoğunlaşmış durumda. Ancak uluslararası ilişkilerde ilginç gelişmeler de devam ediyor. Bizi ilgilendiren bir örnek, Yunanistan, GKRY, BAE ve Fransa’nın işi gücü bırakıp Doğu Akdeniz konusunda bizim aleyhimize yeni bir ortak bildiri yayımlamaları oldu.

Yunanlıların da, Rumların da iddiaları komik. Yunanlılar Meis adası onların diye Türkiye’nin Mersin körfezinden dışarı çıkamamasına yol açacak deniz sınırları hayal ediyorlar. Rumlar sanki Kıbrıs adası salt onlarınmış gibi davranmayı sürdürüyorlar. Rumların bu kafayla Kıbrıs’ta çözümü kolaylaştırması çok güç. Adanın tümünü kendilerinin temsil ettiği savında ısrar ediyorlar. Zaten zaman zaman ağızlarından kaçırdıkları gibi, onlara göre, Kıbrıs adası ortak Rum – Türk adası değil, bir Elen adası, Türkler de orada bir azınlık. Rumların Doğu Akdeniz’deki tezleri bu sakat etnik milliyetçi anlayışın deniz sınırlarına yansıtılmaya çalışılmasından başka bir şey değil. BAE ise boyundan büyük işlere kalkışıyor. Bize karşı izledikleri politika şimdiki yönetimimizin ötesinde tam bir Türkiye karşıtlığına dönüştü. Hata ediyorlar. Fransa’ya gelince, bir dostumun deyişiyle "islah ve iflah" olmaz görünüyor. Fransa hâlâ Türkiye ile yakın ilişki kurmasının Fransa’nın stratejik çıkarları açısından önemini kavrayabilmiş değil. Türkiye’yi Yunan / Rum tezlerini desteklemek için (Türk karşıtı Ermeni çevrelerin tezleri için olduğu gibi) feda etmeye hazır görünüyor. Bu da, benim gibi Fransa’yı bilen kişileri hem üzüyor, hem de sinirlendiriyor. 1930 yılında Avrupa Birliği projesini başlatan önemli Fransız devlet adamı Aristide Briand anılarında, Ege sorunlarının çözümü için hem Yunanistan’ın hem de Türkiye’nin Birliğe üye olmaları gerektiğini ifade etmiştir. Böyle vizyoner Fransız devlet adamlarını arıyoruz, doğrusu.

Çok yıllar önce Yunanistan, Ermenistan ve İran bir teknik işbirliği mekanizması kurmuştu. Yaptıkları çok komikti. "Ortak paydanız nedir?" diye alay edercesine sormuştuk. Maalesef böyle Türk karşıtı koalisyonlar, aslında bildiğimiz nedenlerle zaman zaman ortaya çıkıyor. Bizim bunlara fazla kulak asmadan doğru bildiğimizi yapmamız gerekir. Bu arada, bazı konuları daha iyi değerlendirmemiz gerekir.

Örneğin, İsrail'de yeni bir hükümet kurulması bu ülkeyle ilişkilerimizin düzeltilmesi için yeni bir fırsattır. İsrail’in Doğu Akdeniz’de bize karşı tavır alması daha çok tepkisel nitelikte görünmektedir. Deniz sınırları konusunu İsrail ile ikili düzeyde ele alabiliriz. İkili ilişkilerimiz düzelme yoluna girerse İsrail değişik bir tavra girebilir. İlişkilerin düzelmesi için de, kanımca, İsrail, bizden yeşil ışık alırsa, ilk adımı atabilir. AKP döneminde Orta Doğu ile ilgili önemli bir hesap hatası yapıldı. "İsrail ile ilişkilerimiz özellikle Filistin davası yüzünden bozulursa elbette bir şeyler kaybederiz. Ancak, bunun karşılığında Arap ülkelerinden ve kamu oyundan alacağımız destek ile çok şey kazanırız. Kazancımız kaybımızdan fazla olur" diye düşünüldü. Evdeki bu hesap çarşıya hiç bir bakımdan uymadı. Hem İsrail hem de Filistin ile konuşabilmektir bize istediğimiz ağırlığı sağlayacak olan tavır. (Eskiden bunu yapabiliyorduk, hem de İsrail’i eleştirmekten kaçınmadan). Kanımca, İsrail ile en azından konuşur hale gelebilmemiz ABD ile ilişkilerimizi de, Suriye politikamızı da olumlu yönden etkileyecektir.

Doğu Akdeniz’de diğer bir önemli aktör elbette Mısır’dır. Bu ülke ile ilişkilerimizde geri adım atıyoruz izlenimi yaratmadan bazı düzeltmeler yapmakta geç kalınmaktadır. İstenirse, aracılar yoluyla bu sağlanabilir. Uzak ihtimal gibi görünüyor ama Libya konusunda daha makul, yani çatışan iki tarafı barıştırıcı bir çizgiye yönelirsek, Mısır ile doğrudan ya da dolaylı olarak bu konuyu da ele alma olanağı yaratılabileceğini düşünüyorum. Çünkü Libya hem Türkiye hem de Mısır için önemli siyasi enerji, kaynak ve insan kaybına yol açmaktadır. İki ülkenin bu konuyu görüşebilmeleri her ikisinin de yararınadır. Aslında, ideal düzeyde bakılırsa, Türkiye – Mısır işbirliği Filistin, Libya, Suriye gibi birçok sorunun çözümüne büyük katkı sağlar. Keşke böyle bir işbirliği ortamı yaratılabilse... Zamanında Demirel – Mübarek dialogu böyle bir işbirliği için zemin oluşturmuştu, ama arkası gelmedi.

Evet, Koronavirüs ile mücadele döneminde de bile uluslararası ilişkiler canlılığını koruyor. Hazır kalem elimizdeyken Koronavirüs konusuna da değinelim. Salgın ne zaman biter, bitince nasıl bir düzen olur, müneccim çok, ama bilmiyoruz. Ancak sağlık alanında küresel ve bölgesel düzeylerde yeni düzenlenmelere gidilebileceği anlaşılıyor. Örneğin, AB’de ortak kurumlardan çok ulusal yetki alanına giren sağlık konularında daha yakın işbirliği kurulması kaçınılmaz görünüyor. AB, akıllı davranırsa, bu salgından daha fazla birlik olarak çıkabilir.

Öte yandan, geçenlerde bir yabancı televizyon kanalında Tayvan Cumhurbaşkanı yardımcısını dinledim. Koronoavirüs ile mücadelede başarılı sayılan bu ülkenin yetkilisi, ellerindeki bilgi ve bulguları zamanında uyarı amaçlı olarak Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) ilettiklerini, ama hiç bir yanıt alamadıklarını söyledi. Böyle bir şey olduysa, Çinliler, Tayvan’dan gelen mektubun içeriğini bir yana bırakıp, "DSÖ bu mektuba yanıt verirse Tayvan’ı tanımış olur. Aman bunu önleyelim" telaşına girmişlerdir herhalde. Koronavirüs ile başarılı diğer bir ülke olan KKTC de onyıllardır uluslararası kuruluşlarda Rumlar yüzünden böyle davranışlara muhatap kalmaktadır. Sağlık insani bir konudur. Koronavirüs salgını bu insani konuda daha ciddi bir küresel işbirliğinin gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Kimsenin siyasi pozisyonuna halel getirmeden küresel düzeyde tam bir işbirliği mekanizması istenirse kurulur. Siyasi nedenlerle bazı bölgeleri bu işbirliğinin dışında bırakmak gayriinsani bir davranış olur. Bakalım, göreceğiz, ölçeceğiz bu gibi sorunlarla ilgili ülkelerin insanilik derecesini.

Yazarın Diğer Yazıları

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!

Okuyan kadın

Kadını kitaptan ayıramazsın, yoksa elma boğazına takılır