AB ve ABD'ye dostça bağlılığımızı bildiren iki tweet attık. Türkiye'de hukuk ve ekonomi reformları yapacağımızı söyledik. Brüksel'e bir ziyaret yaptık. Oruç Reis de döndü seferinden. "Evet ama yetmez" diyenler oldu, ama Merkel Abla öyle sert konuşmuyor. Eh! Gümrük Birliği yaptırımı iki tarafın da işine gelmez. Dolayısıyla bu AB zirvesini hafif atlatacağımız izlenimi doğdu.
Gel gör ki, ondan sonra tatsız gelişmeler gene oldu. NATO dışişleri bakanları toplantısında ortaya çıkan tablo şimdiye kadar görülememiş ölçüde olumsuz. AB üyelerinin çoğu NATO üyesi. Aynı bakanlar NATO masasından kalkıp AB masasına oturuyorlar. AB masasında o NATO toplantısından etkilenmemiş olarak davranmaları mümkün müdür? NATO'daki Türk – Yunan askeri görüşmelerinin de kesintiye uğradığı görülüyor. Bu arada, Türkiye'de insan hakları ihlallerinin hız kestiğine ilişkin bir kamuoyu algılaması doğmadı. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Kavala davasıyla ilgili ağır bir karar kabul etti. Biz de, maşallah, Batı kültürü sevgisiyle dolu konuşmalarımızı sürdürdük. Bu arada, Macron'a gene ne iltifatlar yağdırdık? Fransızcada, biliriz, Türk Kafası (Tete de Turc) diye bir kavram vardır. Aynı adla bir oyun da vardır. Tahtanın içinden fırlayınca kafa vurursun tepesine tepesine. Biz de Fransız Kafasını (Tete de Français) ya da Macron'un Kafasını (Tete de Macron) icat ederek buna karşılık verdik nihayet! Bakalım, bu Levent Kırca'lık muhabbetin sonu nereye varacak? Tam da zirve öncesi pek iyi oldu, diyelim mi?
Bu gelişmeler de araya girince, Zirve'den çıkabilecek yaptırımların ilk aşamada beklediğimiz kadar hafif olmaması olasılığı güçlendi. Bazı basın haberlerine bakılırsa, yaptırımlar geleceğe dönük olarak kurgulanacakmış. Yani "şöyle yaparsan bundan sonra, biz de böyle yaparız" türünden. Bu tür bir yaklaşım Merkel'in de işine gelebilir. Öngörüldüğü öne sürülen yaptırımlardan biri gümrük birliğiyle ilgili. Aslında AB Komisyonu'nun 2020 raporunda da vurgulanmış olan bir konu. Biz, anlaşılan, gümrük birliğine uygunluğu tartışmalı bir takım vergiler uygulamaya başladık, özellikle üçüncü ülke kaynaklı ürünlere. AB de bu vergilere karşı vergi koyacak. Ticari bakımdan önemli olabilir bu vergiler. Göreceğiz. Benim anlamadığım, bu tür konuları neden AB ile tartışmıyoruz da tırmandırıyoruz? Bence gümrük birliğinin güncellenmemesi Türk ekonomisi açısından zaten bir yaptırımdır. Yürülükte olan gümrük birliği de gıdım gıdım erozyona uğrayabilir. Endişe verici.
Diğer yaptırımların Doğu Akdeniz konusuyla ilgili olduğu öne sürülüyor. Başka bir deyişle, insan hakları, demokrasi, hukuk devletiyle ilgili değil siyasal konularla ilgili yaptırımlardan söz ediliyor. Daha açık söyleyelim: Yunan ve Rum politikalarının desteklenmesi anlamına gelen yaptırımlar bunlar. Basın haberlerine göre, AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Yunanlı Margaritis Schinas yaptırımlar konusunda heyecanlı açıklamalar yapmış. Bu zatı Komisyon'da memur olduğu günlerden anımsarım. Sağcı partiden politikaya girip bu mevkiye yükselmiş. Verdiği demeçte Yunan politikacılarına özgü sevinci görmemek için kör olmak gerekir. Dediğine göre, AB Komisyonu Türkiye aleyhine sadece kısa, değil orta ve uzun vade yaptırımlar da hazırlıyormuş. Eminim, işi gücü bırakmış elinde bir liste, kapı kapı dolaşıp destek arıyordur. Bir de "Yunanistan'ın Türkiye konusunu Türk ve Yunan ilişkileri düzeyinden Türkiye – AB ilişkileri düzeyine çekmiş olmasının büyük bir diplomatik kazanım olduğunu" buyurmuş. AB Komiseri dediğin tarafsız olur, böye konuşur mu? Protesto etmek gerekir.
Öte yandan adamın söylediği doğru. Bir türlü anlatamadık derdimizi. Hemen karşı tarafı "zaten anlamak istemiyorlar" diye suçlayabiliriz ama iğneyi kendimize, çuvaldızı da başkalarına batıralım bir kere de. Pazu gösterme politikası iç siyasette prim yapsa da uluslararası ilişkilerde ters tepiyor. Oysa gerekli olan diplomatik agresifliklik. Anlatacaksın. Öneriler ortaya atacaksın. Dost kazanmaya bakacaksın. Ayrıca, bize artık değişik gözle bakılıyor. Batıya karşı öyle bir husumet yüklüyüz ki, bunu fark etmeyen yok. Bazen Batıya bakışımız kendimize özgü bir militan islam kisvesine bile bürünebiliyor. Böyle bir arka plan oluşunca kimse bizim tezimiz şöyleymiş, böyleymiş ince eleyip sık dokumuyor, bizi tehdit ya da en azından rahatsızlık unsuru olarak algılamaya başlıyorlar. Bu da elbette Yunanlıların ve Rumların kolaylıkla aleyhimize istismar edebildikleri bir ortam yaratıyor.
Bizim bütün bunları göremememiz, görmememiz olanakdışı. Hep diyoruz ya: "Ey AB sen kes ilişkiyi" diye. Belki de beklentimiz, ekonomik sıkıntılara karşı, budur. Bir AB karşıtlığı rüzgârı estirip milliyetçilik patlaması yaparız.
Peki AB bütün bunları düşünüyor mu? AB'nin gümrük birliği vecibeleri ve demokrasi sorunlarıyla ilgili olmaktan çok Yunan / Rum politikalarına destek anlamına gelecek yaptırımlara yönelmesi Türkiye'de AB'nin algılanması bakımından olumsuz sonuçlar verecektir. Örneğin, on kilometre karelik Meis adasının 40 bin kilometrekarelik münhasır ekonomik bölgesi olduğu yönündeki Yunan tezine ve bunun uluslararası hukuk olduğuna kimse beni ikna edemez. Böyle bir şeye ikna olana da Türkçede enayi derler. Bunu bir türlü anlatamadık Batılı dostlarımıza, müttefiklerimize. Ancak önce, değişmediğimizi, onlardan olduğumuzu anlatmamız, onların kendi aralarından yaptıkları gibi çıkarlarımızı koruyabileceğimizi göstermemiz, yani klasik diplomasi gerekiyor galiba.
Bakalım, zirveden kuş mu çıkacak, yoksa soğuk duş mu?