İktidar ve cemaat arasındaki kavgada, taraf tutmak ilkesizlik olur dedik, durum ciddi serinkanlılığımızı kaybetmeyelim dedik, her zamanki gibi, olmadı. İş çığrından çıktı ve her zamanki gibi, bu kez de çığırdan çıkmayalım çağrısı zan altında kalır oldu. Mutlaka, ‘biz karışmayalım, bırakalım birbirlerini yesinler’ tavrı içinde olanlar vardır, ama hele de öylesi bir tavırdan, demokratik bir gelecek çıkmaz diye düşünenlerdenim. Ama, bu ülkede, bir kez daha, serinkanlı düşünmeye, davranmaya alan kalmamış görünüyor. İktidarın yanında yer almayanlara şimdi yeni bir deli gömleği biçilip, giydirilmeye çalışılıyor, bu kez deli gömleğinin adı ‘paralel devlet’!
Eleştiriden, hesap verirlikten, şeffaflıktan, hukuktan kaçan bir iktidar bir kez daha, çareyi deli gömleği biçmekte buldu; son on bir yılda yaşanan ne kadar olumsuzluk var ise, paralel bir devletin, yani meşhur ‘Gülen cemaatinin’ işiymiş. Hikayeyi uzatmaya gerek yok, hepiniz yazılıp çizilenleri takip ediyorsunuz. Asıl üzücü olan, ‘paralel devlet de neyin nesi?’ diye sorgulayanın pek az olması. Gülen cemaatinin iktidar/devlet dairesinde güçlü bir yapı olduğunu bilmeyen, tahmin etmeyen yok gibi. Orası tamam, ama birincisi bu yeni bir durum değil, ama daha önemlisi siz devleti ve münhasıran Türkiye’de devlet mekanizmasını ne sanıyordunuz ki? Demokratik bir hukuk devleti vardı veya AK partisi iktidarı onu inşa etmek için büyük bir gayret içindeydi de, birileri içlerine sızıp bunu sabote etti? Devlet kurumları ilkeler üzerine işliyordu da, birileri sızıp, onların yerine ‘imamların’ talimatlarını uyguladı? Kim bu işlere ilkesel olarak karşı da, onlara rağmen diğerleri sızma harekatı ile gizli iş çeviriyor? Sahi çevirdikleri hangi gizli işlere karşısınız, kapılarınıza dayanılmasaydı?
AK Partisi iktidara geldikten sonra, eski statüko çökerken, eski askeri-sivil bürokratik yapı içinde gerilim ve kırılma yaşandı, eski ekip tasfiye oldu, ama onun yerini yeni bir ekip, yeni bir güç koalisyonu aldı. Ortada paralel devlet falan yok, çözülen bir ittifak var. Bozulan ittifakın içindeki kavga geldi, bir yandan bir tarafın diğerinin yumuşak karnını deşmesi, diğerinin ise karşı tarafı ‘kötülüklerin anası’ ilan etmesine vardı. Ne paralel devleti Allah aşkına? Demokratik bir hukuk devleti ve onun asgari kurumlarını inşa edemeyen her siyasal sistemde, devlet/iktidar bir dizi güç ilişkisi ve pazarlığı üzerine oturur. Maalesef, AK partisi iktidarı, bu yapıyı (değiştiremedi değil) değiştirmedi. Çünkü en kolayı, en fazla güç vededeni, bu yoldan gitmekti. Hele de, seçmeniniz bol, destekçiniz bol ise. Hele de sizin adınıza ayaküstü demokrasi destanı yazanlar çok ise.
Dahası, burası, demokratik devlet diye bir derdi olmayanları, demokrasi kahramanı ilan etmesiyle ünlü bir ülke. Yok, sadece AK Partisi iktidarını kastetmiyorum. Zamanında Özal dönemi de böyle kutsanmıştı, siyasal özgürlükler aleyhine kampanya yapan, memleketi kanun hükmünde kararname ve fonlarla yönetmeye girişen ANAP ve Özal demokrasi kahramanı sayılmıştı. Mazeret hazırdı; vesayetçi yapı direniyordu, çare bulunmuştu, vesayetçi Anayasa, onun kurumları, onun hukukunu dönüştürmek yerine, arkasından dolanmak! Burası hukuksuzluğun, usulsüzlüğün demokratlık adına kutsandığı bir ülke. Böyle bir ortamda, devlet kimin eline geçerse, kafasına göre takılıyor, gücü kuvveti yerindeyse, destekçi, teorisyen bulmakta hiç zorlanmıyor. Dahası, aynı adamlar bir oraya bir buraya yaslanabiliyor. ‘Rahmetli Özal’, askeri vesayet ile iktidara geldiği yetmiyormuş gibi, iktidarını daim kılmak için siyasi yasakları savunmakla kalmadı, kampanyasında darbeciler ‘anarşiyi engelledi, aman sakın o günlere dönmeyelim’ diye kampanya yaptı. Yine de, demokrasi kahramanlığına toz konmadı. AK partisi iktidarı ise, eski ekibi tasfiye etti, ama yapıyı tasfiye etmek işine gelmedi. Onun için, Ergenekon Fırat’ın doğrusuna gitmedi, onun için Hırant’ın sadece ‘küçük’ katillerinden hesap soruldu. Diğer yandan, askeri vesayetin bülbülleri, askeri vesayetin tasfiye etmeye yeminli olduğu siyasal gelenek iktidar olunca, onun sözcüleri olmakta tereddüt etmedi. Kimse, ne oluyor bile demedi? Teoriler hazırdı, iktidarın her yaptığında boncuk bulanlar, boncuk kolyelerini nadide vitrinlerde sundular.
Ne paralel devleti?, bu düpedüz salt gücün ayakta tuttuğu bir devlet. İçine kim sızmış? Daha doğrusu neymiş de, içine sızanlar onu bozmuş? Ama durun! Şimdi yepyeni bir hikayemiz var; mevcut iktidar geçmişte cevapsız kalmış tüm soruları bizim adımıza cevaplıyor; ‘ne yaptıysa cemaat yaptı’ diyor, inanmamızı bekliyor. Madem ki, Kürt meselesi demokratikleşmenin en temel konusu; bu kez veya bir kez daha, onu rehine alıyor; ‘Kürt meselesini çözecektim, küresel güçler ve onların yerli işbirlikçisi cemaat beni hedef aldı, desteklemeye devam edin, yoksa o çözüm de tehlikeye girer’ diyor. Nasılsa, Oslo sürecinden bu yana çözüm sürecine terslenen cemaatin bu konudaki sicili belli. Demokrasi ve Kürt barışı özlemlerimizi bir kez daha rehin almak için bulunmuş çok güzel bir mazeret. Ama bu kez, içinde bolca küresel komplo bulunan ve gittikçe daha fazla eski statükonun kafasına uygun bir senaryo üzerinden demokrasi adına iktidara sahip çıkmamız bekleniyor.
Sevgili Kürt kardeşlerimiz bile bizi, bu mücadelede onları desteklemeye çağırıyor. Gerçi, ‘çare otoriterleşme değil, daha fazla demokratikleşme gelin birlikte iktidarı buna zorlayalım’ diyorlar. Ben kendi adıma, böylesi bir çare varsa, elimden geleni yapmak isterim, ama sahi ne yapmam gerekiyor? Birisi izah ederse iyi olur, ama o izahta lütfen ‘İsrail lobisi, Ermeni ve Rum milliyetçileri’, ‘Londra, Chicago merkezli sermaye grupları’ vs. olmasın. Zamanında ‘AK partisi ABD’nin bir oyunu’, ‘ABD’ye gidip, Yahudi lobileri ile görüşüyorlar’ diyenlere kulak asmadım. Küresel güç ilişkilerini de, küresel siyasetin karanlık yanlarını da hesaba katmak lazım, küresel çapta bu sorgulamayı yapan onca insan var, mesele o değil, mesele siyasetin yerine sığ komploculuğu koymak.
Aklı başında kimse Kürtere ‘yangına benzin dökün’ demez, çatışmacı siyasete dönüş özlemi duymaz, çözüm sürecini koruma gayretlerine karşı anlayışsızlık edemez. Daha doğrusu, Kürt siyasetinin muhatabı öyleleri olamaz. Peki, muhatap hep Kürt barışından yana olan bizlersek, bizi zan altında bırakmak neyin nesi?