14 Mart 2009

Zaten İyileşmişti O

Jale, reca ederim sus. Sana para veririm.

Camdan bakıyorum. Gri. Kuş muş da yok ortalıkta. Siz zaten en lazım olduğunuzda cıvıldamayın. Ne yapsam ne yapsam, birini arayıp zılgıtı mı bassam?
Zap zap. Aa Türk Filmi. Ediz Hun’la oğlu fotoğraflara bakıyorlar. Sanki ölmüş birinin arkasından konuşuyorlar. Fakat Ediz Hun bir neşeli, bunda bir gariplik var. Dur bakayım.
Bomboş bir fotoğraf. -Bu ne babacığım? Ediz Hun cevap veriyor: -O benim resmim oğlum, annen çekti. -Nasıl yani babacığım? -Annen manzarayı da alabilmek için bana “geri git geri git” diyordu, ben arkamdaki çukura düşünce annen bulutları çekmek zorunda kaldı, hahaha. -A canım annem, o bir melekmiş baba. -Evet yavrum. Gerçekten.
Amanın. “Senin annen bir melekti yavrum” ve “Hahaha.” Aynı sahnede. Dakika bir.
Geçmişi görüyoruz. Adam ve kadın kırlarda geziyorlar, bir sürü anlatamayacağım kadar ilginç diyalogdan sonra adam kıza evlenme teklif ediyor. Kız: -Senlen evlenirim ama işsizsin. Adam: -Onu da nereden çıkardın? Kız: -Her Allahın günü benlen gezmenden.
Afferim kız. Neyse meğer adam fabrika patronuymuş. O yüzden bütün gün sevgilisiylen geziyormuş.
Günümüze dönüyoruz.
-Ve sevgili oğlum, yıldırım nikahıylan evlendik -Canım annem, melekmiş. (Dur, daha bir melekliğini görmedik, baban fabrikatör çıktı, annen nikahı bastı.)
Bir kötü kadın görüyoruz. İsmi tabii ki Jale.
Kötü Kadın: -Bari annesinin tımarhanede olduğunu da söyleseydin. Ediz Hun: -Ne münasebet Jale! Memnun değilsen hemen boşanabiliriz senlen! Jale: -Annesinin deli olduğunu bilse iyice mutlu olurdu yavrucak. -Ediz Hun: -Jale, reca ederim sus. Sana on bin Lira veririm.
Ya. O kadar güzel ki. Bir an gülüp eğlen, sonra birden tımarhaneler, acımasız espriler...
Bu kötü kadınla bir kötü adam, Ediz Hun’un parasını yemek için kızı ortadan kaldırmışlar. Ortadan kaldırma yöntemleri de kızı “delirtmek.”
Nasıl yaptılar çok merak ediyorum, çünkü delirtmek istediğim çok insan var. İmdadıma kötü adam yetişiyor, olayları seyirciye bir güzel anlatıyor:
- Murat Bey’in fabrikasının müdürü olduğum için evine istedigim zaman girip çıkabiliyordum. (Aa, ne münasebet ya?) Hatta karısının günlük ilacını değiştirip eve pis bir tecavüzcü alacak kadar rahattım. (Rahat olduğun kadar manyaksın da Osman Bey.)
Gösteriyorlar. Kadın baygın, pis tecavüzcü orda viski içiyor,
Ediz Hun koşarak giriyor. Önce adamı dövüyor, sonra baygın kadını "Kaalk kaaalk!" diye bağıra bağıra kolundan çekip tokatlıyor. Kadın baygın diyorum. Zavallı kukla gibi sallanıyor. Tam o sırada fabrika müdürü ve kötü kadın geliyor. Olaya şahitler.
Mahkeme.
Hakim: -Kızım, başka bir adamla yavrunun yanında sevişmek suretiylen kocana ihanet etmişsin. (Allaaah. Yavrunun yanında sevişmek. Tam meleği delirtmelik.)
İyi Kadın: -Etmedim Hakim Bey! Günahsızım ben!
Kötü Kadın: -Murat Bey'in sekreteri olduğum için evine her zaman girip çıkarım.
(Ya manyak mısınız siz, iş günü durup dururken Murat Bey’in evine girip çıkmak da ne demek! “Ben bir Murat Bey’in evine gidip geleyim.” “Sebep?” “Hiç, sağa sola bakarım.”) Girmemle bu kadını aşığıyla yakalamamız bir oldu.
Hakim: -Boşanmalarına ve çocuğun babada kalmasına karar verildi.
İyi kadın ciyak ciyak, tamamen manyaklaşıp tımarhanelik oluyor.
İşin en can alıcı kısmına geldik.
Tımarhane. İki tane doktor var. Birinin elinde sigara, bizim iftiradan fıttıran kadını seyrediyorlar.
Doktor1: -Bunun ağlaması bitti ama hafızası yerine gelmedi. Psikolojik bence. Sence?
Doktor2: -Bilmem?
“Sence?” dedi, öbürü de “bilmem?” dedi.
Bir sonraki sahne. Yine bu iki doktor.
Doktor 1: Ne oldu?
Doktor2: Kız kaçmış.
Doktor1: Ya... Neyse, zaten iyileşmişti o, sadece hafızası yok. (!!)
“Gariban” adlı muhteşem filmin sadece bu bölümünü sizlen paylaşmak istedim. Çünkü o gün normal seyrinde devam eden dünyevi olaylar beni muvaffak edemezdi. Tek çare ayağıma gelen o iki doktorun sürreal diyaloglarıydı. O kadar aklım oynadı ki, titredim kendime geldim. “Çok yaşa Türk Filmi!” diyerek zıplaya zıplaya kendimi sokağa attım. İyi olacaktım. Türk filmleri vardı. İyi olacaktım!

Yazarın Diğer Yazıları

Aşkım, Nur'um, Yengi'm

Gelişmiş bir deliydi bu, bana sorarsanız. 30 yaşlarında -veya 20’dir belki...

Bir şey soracağım, sen ağladın mı?

Canı istemeyen erişkin insanlar bilsinler ki son fırsat, çıksınlar sinema salonundan...

Hişt, beyaz yaka, bak bu da bizim en uzun gün

Yanağım sarkmasın diye sırt üstü uyumaya çalıştığım bir gecenin sabahıydı. Dolayısıyla firavun gibi altın sarısı ve elimde mızrakla gözlerimi açtım.

"
"