Ben günlük hayattaki eşyaların, şeylerin, insan ya da insanın vücuduna ait muamelesi gördüğü hikâyeleri çok severim. Gittiğim tiyatro oyununa ismini veren hikâyedeki Yastık Adam gibi...
Bu hikâyelerde kum adam, yastık adam, makas elli çocuk ve türevleri, diğer insanlar tarafından kabul görmüşlerdir. Hayatları hiçbir zaman kolay olmaz, ama kimse onlara “senin heryerin niye yastıktan, senin ellerin niye makastan,” diye sorup durmaz. Onlar da herkes gibi yaşar giderler.
Akatlar Kültür Merkezi’nde sergilenen oyunun yazarı Martin McDonagh. Bu sene Oscar adayı olan In Bruges’ün yazarı ve yönetmeni. Oyunda Bekir Çiçekdemir, Murat Karasu, Yurdaer Okur ve Serhat Tutumluer oynuyor. Özellikle Yurdaer Okur’un oyunu görülmeye değer.
Oyuna ismini veren hikâyeye göre, yastıklardan oluşmuş Yastık Adam’ın işi, çok kötü bir hayat yaşamış ve intiharın eşiğine gelmiş insanların çocukluklarını ziyaret etmek, onlara ne kadar zavallı bir hayat yaşayacaklarını anlatarak bu insanları çocukken intihar etmeye ikna etmek. Ama bu görev Yastık Adam’ı çok üzüyor ve bizim pofuduk bu üzüntüden kurtulmak için kendi çocukluğunu ziyaret ediyor.
Yastık Adam’ın küçüklüğü, yani Yastık Çocuk, durumu hemen anlıyor ve Yastık Adam’ın gözleri önünde intihar ediyor. Bu, Yastık Adam’ı üzüntüden kurtarıyor, ama aynı zamanda kurtardığı çocukların hayata dönmelerine, hepsinin zavallı hayatlarını yaşamalarına, sonunda da yalnız ölmelerine sebep oluyor.
Oyunda anlatılan hikâyelerin hepsi çok ilginç. Ama benim için asıl ilginç olan, oyuna gelmiş bir grup yaşlı teyzenin olaya bakışıydı. Yastık Adam, bir kara komedi. Asıl hikâyede bir yazar, öykülerindeki tüyler ürpertici şiddet ögelerinin, şehirde cereyan etmekte olan bazı çocuk cinayetlerine benzerliklerinden ötürü sorguya çekiliyor.
Yanımızda oturan teyzelerin yaşadığı dehşet, hepimizi kara mizah izlemenin gereklerini yerine getirmekten, cinayetlere katıla katıla gülmekten alıkoydu.
Yaşlı teyzeler küçücük salonda “Aa bu da polis, bu da sapık,” diye dehşetle bağırırlarken, yazarın anlama güçlüğü olan kardeşini canlandıran Yurdaer Okur korkunç olayları nefis bir komediyle oynadı, bütün salon kahkahayı patlattı, teyzeler de bize zılgıtı bastı. “Bunun neresi komik anlamadım! Neden gülüyorsunuz şimdi!”
Kara mizah enteresan şeydir. Komikliğinden koparsan, olayın korkunçluğu ortada sırıtır kalır. Teyzeler trajediden kopamadılar, biz de onlarla birlikte mizahı kara kara seyretmek zorunda kaldık. Yazar işkence görürken teyzelerden biri bastonuna tutuna tutuna salonu terketti.
İçerde kalanlar ara verildiğinde birbirlerine “Bana komedi dediler, komedi yazıyor dışarda ama!” “Ayol ne bilelim, geldik,” diye söylendiler. Sonra da birbirlerine oyunu anlatmaya çalıştılar. “O polis de şeymiş, o öbürü katilmiş, o oğlan zaten deli...” “Hangisi deli, o öbürü mü?”
Düşündüm. Kesin teyzeleri “komedi komedi, gidin o oyuna,” diye tiyatro salonuna gönderen acımasız bir torun söz konusuydu. Ben de bir gün torun torba sahibi olursam, bırak kara mizahı, karayı ve mizahı ayrı ayrı duymakta güçlük çekiyor olacaktım. Dümdüz şeyleri zor duyuyorsun, kafanda oturtunca bir bakıyorsun ortada korkunç bir cinayet var, sen “Ah yavrum vah niye böyle oldu,” falan derken etraf kahkahayı basıyor. Vallahi delirir insan.
Diledim ki, ben de çok yaşlanayım, ama etrafta bu tür durumlarda beni uyaracak bir Yastık Adam olsun. Kara mizah izlemek üzere bastonuma dayana dayana tiyatro salonuna girdiğimde, pofuduk kollarını bana uzatıp desin ki, “Teyzeciğim, bu olay sana göre değil, bu hikâye seni bozabilir, gel, başka bir yere gidelim.”
Yastık göğsüne kafamı dayayayım, yumuşak karnına yaslanıp ortamı terkedeyim. İçerdeki veletler cinayetlere gülsün dursun, ben bu çileyi yaşamadan atlatayım.
Kara’yla komedi’yi birbirinden ayırdığım uzun ve mutlu hayatımı dümdüz aklımdan geçirerek oradan uzaklaşırken, Yastık Adam’a çocukluğumu anlatayım...