“Ben sevgiyle yapılmamış yemeği yemem,” diye tutturan bir arkadaşım var.
“Sık sık - az az ye” prensibine uyan biri olduğundan, gerçek bir öğün için yemeğe oturduğumuzda benim gibi açlıktan kudurmuş olmuyor, böyle deli deli konuşabiliyor.
Onunki çoğu zaman lafta kalıyor, ama ben sevgiyle yazılmamış notu kesinlikle dikkate almam. Patron yazdıysa alırım tabii, ama içimden kendisine çok kızarım.
Sevgiyle yazmak önemlidir. Hiç tanımadığınız birine gıcık gıcık şeyler yazıp, sonradan onunla tanışırsanız ne kadar efendi biri olduğunuzu ona anlatmaya kalkmayın mesela. İşe yaramaz.
“Bu ne biçim örnekmiş, niye böyle bir durumda kalayım ayol?” demeyin. Hayat bu. İki şekilde bu durumda kalabilirsiniz. 1) Hayran olduğunuz ünlüye gazetelerden kestiğiniz harflerden tehdit notları gönderdiğinizde 2) Apartman yöneticisi olduğunuzda.
Bir süredir apartmanın dış cephesinde tadilat var. Bir süredir dediğim, tam 4 ay oldu.
Tadilat başladığından beri her gün kapıma konuyla ilgili başka bir not bırakılıyor.
Nüfusu bizimki gibi yüksek apartmanlarda, kat malikleri birbirinin yüzünü pek görmez. Benim gibi insanlar, apartman yöneticisi kimdir bilmez, yönetim kurulu toplantılarına katılmaz etmez; nato kafa nato uzaylı, bir görünür bir kaybolur izini belli etmez.
Hal böyle olunca, yönetim bazı kat sakinleriyle muhabbet edebilmek için, kapılarına notlar bırakır.
Çok pis duygudur o notu görmek, bilirsiniz.
Uzaktan kapıya doğru yaklaştıkça, orada kapı koluna iliştirilmiş bir not olduğunu farkedersiniz. Çantanızdan anahtar çıkarıyor gibi yaparken bir yandan göz ucuyla diğer kapılarda öyle bir not olup olmadığını yoklarsınız.
Tabii ki başka kapıda not falan yoktur. Herkes vakitlice evine gelmiş, zeytinyağlı yaprak sarmasını pişirmiş, “yaşanan ev kokusu”na karışmış, çocuklar ödevlerini yaparken ebeveynler yöneticinin notunu okumuş, belki oturup ona yanıt yazmış, çoktan Fatmagül’ün suçunun ne olduğunu düşünmeye dalmıştır.
“Sevgili Kazım Bey, mektubunuzu aldık. Gerçekten çok sevindik. Dün gündüz vakti bahçede uzun uzun konuştuğumuz gibi, biz de sizinle tam olarak aynı fikirdeyiz. Bu arada bir maniniz yoksa birazdan size geleceğiz. Gelirken bu mektubu da getiririz. Bizim oğlanın da size bir notu var:
Meraba Kazım bey amcacığım, ben Mithatcan. Bir maniniz yok, ve annemler şimdi size gelecek. Çünkü kardeşim ve ben evde biraz haylazlık-hokkabazlık yapmak istiyoruz. Ehehehehe.
Evet Kazım bey, oğlanın dediği gibi, çayı koyun. Daire 5’ten Hamdullah.
Velhasıl, o notlar Hamdullah Bey ve ailesi için değil, sizin içindir. En son ne zaman adam gibi bir saatte evde olup da kapıyı açtığınızı hatırlamadığınızı yüzünüze vuran bir sembol haline gelmiş notu elinize alır, ne yazdığına bakıyormuş gibi yaparak içeri girersiniz.
Her zamanki gibi, sorumsuz bir kat maliki olduğunuz için, çeşitli şekillerde uyarılmaktasınızdır.
“Tadilatımız başlamıştır. Ödemenizi yapınız.”
“İskeleler kurulacaktır, ürkmeyiniz.”
“Her gün camdan ayrı bir usta size selam verecektir, nazikçe el sallayınız.”
“Sabahları uyku sersemi halinizle mutfağınızda rastladığınız işçilere beyzbol sopasıyla saldırmayınız.”
“Niye beyzbol sopanız var kardeşim, Amerika mı burası?”
şeklinde devam eden notları sonuna kadar okusanız,
“Ee, n’aber, nasıl gidiyor?”
“Akşam Hamdullah Beyler bize gelecek, uğrayın isterseniz sevgili kat hayaleti...”
vs. şeklinde bittiklerini göreceksiniz oysa.
Heyhat. O günün notunu, portmantonun üzerindeki benzerlerinin yanına, sanki sonradan okumaya devam edecekmişsiniz gibi sırtüstü koyarsınız. Blackberry’nizdeki notlar çok daha önemli olduğu için, o katlanmış yerlerinden sırtüstü doğrulmaya çalışan not, günler geçtikçe bir tarafa yatar, tamamen kapanmaya yüz tutarken de çöp tenekesini boylar.
Üzüldünüz değil mi? Ya. Kimbilir klonları diğer dairelerde ne güzel bir hayat yaşıyor notcağızın. Kimbilir Hamdullah Bey’in özenle tuttuğu arşivinde nasıl yerini aldı diğer Times New Roman kopyalar. Şeffaf dosyalara dimdik yerleştirildi, dolapta yan gelmiş yatıyor hepsi. Şu size gelen kopyanın kaderine bak.
İşte ben, böyle anlamlı idraklar içinde devindiğim, saçmasapan sevgi dolu duygularla boğuştuğum bir gün, artık bu notlara iyi davranmaya karar verdim. Evdeki domates salçası kavanozumu falan, sahip olduğum her şeyi sevecek kadar iyi geçmiş bir gündü.
Vakitlice işten çıktım, yan dairenin notu hala kapısındayken mutlu mesut “Aaa yine bana apartman yönetiminden mektup var, bakalım Kazım Abi bu sefer ne diyor, belki yanıt yazar kendisine götürürüm akşam, lay lay laay,” diye notumu elime aldım.
*Bildiğiniz gibi apartmanımızda tadilat sürmektedir. (Bilmez miyim. Bütün eğlenceyi, bütün güzellikleri kaçırıyorum aylardır, biliyorum.) Bu arada kat sakinleriyle ustalar arasında küfürleşmeler gözlenmiştir... (Ne?)
Küfürleşmeler olmuş, Kazım Bey de gözetlemiş olayı.
“Ulan ..., ben senin ...” “Ulan ..., asıl ben senin ...” Böyle bir kıyamet ortamında, bizimki gözlem yapmış. Sonra da yazmış bana haber veriyor.
Yahu madem gözledin, kimin küfürleştiğini bilmiyor musun? Ne diye bana not gönderiyorsun?
Koca koca insanları ben asansörde rastladığım melul halleriyle akşamdan akşama gördükçe “Ne sakin benim canım kat sakinlerim,” diyedurayım, meğer 4 aydır süren patırtıyla gündüzleri evde olan bazı sakinler kızgına dönüşmüş. O küfreden adam mesela, nasıl bir ‘kat gergini’yse, adamın yüzüne bir şey söyleyememişler, ekibini azarlayan patron gibi hepimize yazı gönderiyorlar.
“Aranızda ustalarla küfürleşenler var. Gereken yapılacak.”
Bu ne yahu? Lisede miyiz?
Sonuna kadar da okudum. Hiç bana bir hatır sormak, bir arzum bir isteğim var mı, beyzbol sopam var mı sormak yok. “Küfürleşmeler gözlenmiştir.” Bana ne şimdi?
Bırak küfürü, müziğin sesini çok açtım diye duvara vuran komşuya “Kapıyı çalın lütfen, duvarı açamıyorum,” diye seslenen bir insanım ben. Malik’im gerçekten de, sakinim yani.
Evet, kimsenin ismini bilmiyor olabilirim, ama küfür de etmem yani, canı çıkmış işçilere hem de. Yani.
Her alınmış gücenmiş Türk insanı gibi bol bol “Yani”leyerek, “cık cık cık” kendi kendime söylendim o akşam. Aynen çöpü boyladı, sevgisiz not.
Geç saatlere kadar çalışan bir insanım, tabii ki birden delirip apartmana vakit ayırmaya başlamayacaktım, tabii ki elimde sevgiyle pişirdiğim bir kap yemekle Kazım Bey’in kapısına gidip, kapı önlerine çöp koyan maliklerin dedikodusunu yapmayacaktım.
Ona sevgi dolu bir yanıt yazacaktım ama belki. Bütün şansını kaybetti Kazım Abi.