14 Eylül 2009

Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen

Hani Amerikan felaket filmlerinde Jeff Goldblum ordan oraya “Kötü şeyler olacaaaak,” diye koşturur, kimse dinlemez ya, o hesap.

Ben gülmeden duramam. Ama bu aralar gülmek çok zor. Bir tane güzel haber yok. Kötü haberler de “okuyup geçilemeyecek” kadar kötü.

Geçen haftasonu annemin evindeydim. Manyetik detoks’a gittim. Orda afili dizi-sinema kanallarından yok. Annemin cep telefonu da yok. Teknoloji deyince kusmaya başlayan bir insan. Bir keresinde benim evdeki kabloları makasla kesip paspas yapmaya çalışırken yakaladım kendisini.

Fırsat bu fırsat, büyük (bir dudağı yerde bir dudağı gökte) televizyon kanallarında ne varmış, onlara bakayım dedim. Günlerden Cuma.

Hanımın Çiftliği başladı. ‘Son yılların en iyi giriş yapan dizisi’ diye duymuştum. İzleyeyim dedim.

Hayatım boyunca bir İkinci Bahar izlemişim, bir de Asmalı Konak.

Şimdilerde bir Aşk-ı Memnu var. Hikayenin orijinali tamam. Benim dağınık dikkatim dizinin günümüz versiyonuna sadece eş dost bahsederken kayabiliyor.

Sürekli soruyorum. “Peki o kız şimdi başkasıyla evli, peki o oğlanı seviyor, oğlan da onu seviyor, peki niye birlikte olmuyor bunlar?” Sebepleri varmış bilmem ne. Herkes deli gibi diziyi savunuyor.

Ben duruyorum duruyorum aynı soruyu soruyorum. “Hikaye hangi zamanda geçiyor?”

Tek bir sahne gördüm ben, onda da oğlan olimpik bir havuza atlıyordu.

Peki bu hali vakti yerinde grup, olimpik havuz gibi tesislerin olduğu bir ortamda neden cümbür cemaat aynı evde bunları yaşıyor? Yani gerçekliğe nasıl konsantre oluyorsunuz? Daha bir adım ileri gidemedim, izlemeye motive olamadım.

Hani biz askerliği Cem Yılmaz anlatınca anladık ya, bana biri de Aşk-ı Memnu’yu öyle anlatsa ikna olacağım. “Nostalji,” dese, “İşte öyle havasına giriyorsun, biz de biliyoruz günümüzde pek böyle hikayelerin olmayacağını,” falan dese.

Ya da “Var öyle konaklar hala, kızla oğlanın yıllarca sevişemediği kalabalık ve zengin ortamlar var bu şehirde,” dese. Gerçekle biraz alakasını bulsam, olacak.

Ama bana Hanımın Çiftliği’ni anlatmayın arkadaşım. Onu sormam artık. İzledim.

Yahu kardeşim. O kız ne zaman o eve giriyor, babası kemeri çıkarıyor, basıyor dayağı. Hem de uzun uzun. Ay yarabbim girme kızım şu eve. Sen her eve girişinde benim dünyam karardı. Zaten Ana Haberler’den asabımız bozuk.

Kız eve girdi, oğlan her seferinde kızı babaya ispiyonladı. “Yine kemer çıkacak, kız kırık kafayla oraya buraya koşturacak!” diye kanalı değiştirdim ben.

Popstar Alaturka’ya gittim mecburen. Bülent Ersoy gittikçe büyüyor arkadaşlar.

Program başlamadan bir hafta kadar önce, bir gün takside giderken bir otobüs durağındaki reklamda yüzyüze kaldım ben Bülent Abla’yla. Vallahi ayran vardı elimde (ne arıyorsa artık), heryere püskürttüm.

Arkadaşlarıma telefon açtım, “Bu ilanları gördünüz mü?!” dedim. Kimse dinlemedi.

Hani Amerikan felaket filmlerinde Jeff Goldblum ordan oraya “Kötü şeyler olacaaaak,” diye koşturur, kimse dinlemez ya, o hesap. Herkes sakin. Bülent Abla heyula gibi, sakin sakin gülümsüyor. Bir tek ben farkediyorum ne kadar büyüdüğünü.

İşte Cuma gecesi, Bülent Ersoy karşımdaydı. Allahım çok büyük, ve artık beynim bana oyunlar mı oynuyor nedir, bence program boyunca da gittikçe büyüdü.

“Fevkaladenin fevkııııı” falan derken insan gözünü alamıyor kendisinden. Birden kameraya bakacak ve benle konuşmaya başlayacak, ben ondan aldığım direktiflerle robot gibi sabit gözlerle kalkıp gizli bir görevi gerçekleştirmeye gideceğim. Beklentim bu.

Hayır şimdi yazıyorum ama, Harry Potter’daki Lord Voldemort gibi, duyarsa diye de korkuyorum ha.

Orda kimse Lord Voldemort’un adını anamıyor ya, ben de bundan sonra Bülent Ersoy’dan bahsederken “Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen” diyeceğim arkadaşlar. Kızar mızar, vallahi göze alınabilecek bir risk değil.

Ben korku içinde Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’e bakarken Armağan Çağlayan kalktı göbek attı falan, biraz rahatladım. Benden başka kimsenin korkacağı yok belli ki.

Sonra “Bakayım,” dedim, “bizim Hanımın Çiftliği’nde neler oluyor.” Babayla abi yine kızı dövmüşler, ve yine hemen arkasından meyhaneye gitmişler.

Bunlar her gece bu kızı dövüyor, sonra “Haydi gidelim içelim nihahoho” diye kendilerini meyhaneye atıyorlar.

Yahu şu kızın eve gelmesini beklemesenize. Gidin için siz. Kızı niye bahane yapıyorsunuz. Gidin arkadaşım. Maksat içmek değil mi.

O sırada annem geldi. “N’oldu kızım, neye bakıyorsun sen,” dedi. “Hiç,” dedim. “Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen gelmeden yatalım.”

Annem “Kimin kim olduğunu bilecekmişim ayol?” diye arkamdan sorarken söylendim,

“Ben bunlarla yaşayamam anne. Sana bir yabancı sinema paketi lazım. Spirited Away’i izleriz. Hem bunlarla aynı, hem de animasyon. Kimse ellerini ovuşturarak olaya kendimizi kaptırmamızı beklemiyor.”

Yazarın Diğer Yazıları

Aşkım, Nur'um, Yengi'm

Gelişmiş bir deliydi bu, bana sorarsanız. 30 yaşlarında -veya 20’dir belki...

Bir şey soracağım, sen ağladın mı?

Canı istemeyen erişkin insanlar bilsinler ki son fırsat, çıksınlar sinema salonundan...

Hişt, beyaz yaka, bak bu da bizim en uzun gün

Yanağım sarkmasın diye sırt üstü uyumaya çalıştığım bir gecenin sabahıydı. Dolayısıyla firavun gibi altın sarısı ve elimde mızrakla gözlerimi açtım.