Ne zaman öğlen oldu? İşe
dalmışsın, saat ikide toplantı var, saçın berbat durumda. Koş!
Yine bir kendini saklama
hevesi, şirketin arabasını, şoförünü almazsın. Özel işin ya, kuaför, ondan.
Halbuki o toplantı için gidiyorsun kuaföre. Bazıları arabayı da şoförü de taksi
fişini de alır, üzerine alışverişe gider. Sen iki dakika erken çıkıp doktora bile
gidemiyorsun, işin var. İşin bittiği görülmüş sanki. “Bu hafta bütün işleri
bitirdik, iş yok arkadaşlar.” Neyse bunları düşüne düşüne taksiye bin.
Hizmet sektörü çok acayip
birşeydir. Bu sektörde “hizmet” veren insanlar, senin de o hizmeti “alma” diye
bir işin var zannederler. Oysa paramı veriyorum hizmeti alıyorum, sen nerden
çıktın? Hizmet sektöründekiler görünmez olmaları, geçirgen olmaları gerektiğini
bilmezler.
Haftaiçi, öğle vakti
eteğim gömleğimle darmaduman koşarak taksiye atlamışım. Senin kara kaşını
değil, sarı boyanı seviyorum. “Ne iş yapıyorsunuz ablacım?”
Kuaför de böyle olacak
şimdi. Haftaiçi, öğle vakti eteğim gömleğimle fırtına gibi kuaföre dalmışım.
Yıka, yağlama, konuşma. E-mail’lerime bakacağım.
Teknolojinin gözünü
seveyim, anında okuyup yanıt yazabiliyorum. “Broşürlerde yanlış logo
kullanıldığı için hepsini tekrar basmak zorundayız. Cheers.” Ne? Ne Cheers’ı?
Sen neyi kutluyorsun? Yabancılarla çalışmak böyledir işte. Cheers’a
magnificent’a endoplasmic reticulum’a alışacaksın. “What the f**k???” o zaman.
Allahım nasıl yanlış logo? Şimdi gidip tüm yazışmaları bir bir çıkarttırman
lazım. Herkesi dizip büyük bir “sahne” yaratman lazım. Halbuki olan olmuş,
kimse kimseyi gebertmeden herkes dersini alsa, olmaz. Sen de çıldırdın. Sanki
para senin paran. O harcadığınız paraları konuşmalarınız yok mu, hastayım.“Beş
yüz bin dolar bu sene çizgi altı işlere ayıracağız.” Zaten beş yüz bin çizgimin
altına yetmezdi. Şimdi bir de bu broşürler tekrar basılacak.
“Ne iş yapıyordunuz
ablacım?” Birden zaman durur. Kamera yükselir. Kuşlar ağaçlardan uçar. Fırçayı
tutan el dile geldi. Kalbin atmaya başlar. Bi-raz-ya-vaş. Bi-raz-ya-vaş.
Etrafına bakarsın.
Kadınlar var, kafaları aliminyum folyolarla kaplı, üzerlerinde beyaz
pelerinler, ayak parmaklarının arasında pamuklarla dolaşan şeyler var
ortalıkta. Uzaylılar çay içip dergi okuyorlar. Sen de yapıyorsun, saçların
bejimsi bir sıvıyla kaplı ve ince bir tarakla arkaya taranıp yapıştırılmış
şekilde oturuyorsun bazen burda saatlerce. Niye bu hallere düşüyorsunuz, deli
misiniz siz acaba? Saatler geçiyor aynadaki haline boş gözlerle bakarken,
üzerine ödediğin serveti saymıyorum bile. Dünyada sadece kadınlar kalsa yine
yapar mısın bunu? Ya da erkekler bilir mi acaba o kapıdan giren Marilyn
Monroe’nun bir saat önce folyolu olduğunu? Niye kadınlar bu işe bir son
vermezler? Ellerinin güzelliği ellerinin temizliğine kalsa sadece...
Adama bakarsın yeniden.
“Ne iş yapıyordunuz?” Yeni başlamış, senin huyunu bilmiyor. “Ne zaman ne iş
yapıyordum?” Gülüyor. Konuşacak elbette, onun taksimetresi bu. Ne kadar
tanışma, o kadar bahşiş. Bırak, konuş gitsin ya. “İnşaat malzemeleri
satıyorum.” Bozuldu ama değer. Bir süre birşey sormaz. Eve gelen temizlikçi de
nefret ediyor senden zaten. Sabahın köründe koşuştururken hiçbir anlattığını
dinlemiyorsun çünkü. “Beyaz gömleğin kolundaki lekeyi çıkarttım beğendin mi?”
İşin o senin zaten. Lekeleri çıkartmak. Şimdi “farketmedim” desem bir daha o
lekelerin yanına uğramazsın. “Beğendim” desem halıları nasıl temizlediğini
anlatacaksın. “Beğenmedim” desem Lale Belkıs mıyım ben iyi niyetli
hizmetkarlara işkence edeyim?
Böyle bu iş. Ne zaman sana
hizmet verenlerle konuşmak su içmek gibi doğal senin için, o zaman doğru düzgün
bir hayat yaşıyorsun demek olacak. Bekle sen. Daha yaratacağın çok “sahne” var.