Bahar geldi. Ağaçlara müthiş şeyler oluyor. Güneş insanın içini kıpırdatıyor. Açık havada oturabiliyoruz artık, nefis.
Yolda yürüyorsun. Kolunda çanta, gözünde gözlük, kafanda bin tane düşünce.
Birden bir rüzgar esiyor. Birden, bir rüzgar, kaldırımların, trafik ışıklarının, yaya geçitlerinin, binaların arasından bir yolunu bulup tam da senin burnuna, incecik, inanılmaz bir bahar kokusu getiriyor.
Bahar kokusu. Hani o beyaz-yeşil rengi olan.
Gözlerini kapatıp derin derin içine çekiyorsun.
Gökyüzü masmavi. Saat, o bütün fotoğrafların güzel çıktığı saat.
Bazı günler, çok sıradan başlar. O gün hayatının en önemli anlarından birini yaşayacağını bilmezsin.
* * *
Çocukken, geniş bir kaldırımda, büyüklerin illa ki ya 1 metre önünde ya da arkasında, sağa sola takıla takıla, zigzaglar çize çize, ismin seslenildikçe kafanı kaldırmadan yürürken, birden, aniden, koşmak gelir içinden. Ve koşarsın.
Spor olsun diye değil, bir yere yetişmek için değil, yarış için değil. Bacaklarınla değil, yüzünle, midenle, koşarsın.
Yol gepgeniş önünde uzanıyorken, birden koşmaya başlarsın.
Rüzgar yavaş yavaş hızlanan bir tren gibi yüzüne vurmaya başlar. Şehirler arası yollarda camdan seni takip eden elektrik telleri gibi rüzgar, kulaklarının yanından, sadece onun sesini duyacağın şekilde, uçarcasına eser. Senin hızında eser.
Kendi yarattığın rüzgarla yarışırken, kolların, bacakların, bütün vücudun yok olur. Yüzünle, kulaklarınla, boynunla, saçlarınla koşarsın. Önüne değil karşıya bakarak, sırıtarak, uçsuz bucaksız, koşarsın.
Özgürlüğün vücuda gelmiş hali olan bu koşu, hayatında yaptığın en güzel şeydir, ve o kadar da önemli değildir. Muhteşemdir, olağanüstüdür, enfestir, ve o kadar da önemli değildir.
Bu koşuyu özlemezsin. “Ah öyle bir an olsa, hava tam şöyle olsa, koku tam böyle olsa, ben birden koşsam, o koşuyu yapsam,” demezsin.
Hava tam öyle olur, an tam o an olur, sen tam o sen olursun, ve koşarsın.
Farkında olmazsın yaptığın şeyin. Özgürsündür, uçsuz bucaksızsındır, ve bunun hiçbir şeyle bir alakası yoktur.
Bittiği zaman üzüleceğim, diye düşünmezsin. Canın isteyince durur, arkana bakarsın. O ana yapışmazsın. O an sonsuza kadar sürsün diye tutturmazsın. Sana dünyanın en güzel duygusunu yaşatan o havanın, o rüzgarın, o yolun, o koşunun, o anın bağımlısı olmazsın.
Çünkü o an, çantada keklik’tir. O an, senindir. O an, sen’den çıkar. Canın o koşuyu yapmak istediğinde, seni tutacak bir kuvvet yoktur. Kafan öyledir. Durum, o durumdur.
Yaşadığın şeylerin turşusunu kurmak istemediğin yaşlardır o yaşlar. Her şeyi bir kaba koyup sarımsaklayıp da saklamak derdin değildir. Her şey, göğsünde bir yerlerden çıkar o yaşlarda. Dünyanın en güzel duygusu, çantada keklik’tir.
* * *
Gözlerini açıyorsun. Bahar kokusu hala burnunda. Yoldasın. Kolunda çanta, gözünde gözlük... Çantanda bir keklik!
Önüne gelen ilk ara sokağa sapıyorsun. Uzun bir sokak. Kenarlarında ağaçlar var.
Kaldırımlar biraz dar, ama sana yeter, etrafta kimsecikler yok.
Yol biraz bozuk, ayakkabıların biraz rahatsız, çantan biraz ağır, ama normal, içinde bir keklik var.
Göğsünden fışkıran o koşuyu, hiç düşünmeden yapıyorsun.
Eskisi gibi olması biraz zaman alıyor, ama koştukça, oluyor. Koşuyorsun. Yüzünle, saçlarınla koşuyorsun. Hızla koşuyorsun. Rüzgarınla yarışıyorsun. Eskisi gibi, dünyanın en güzel şeyini yaşıyorsun, ve çok önemsemiyorsun. Aynı eskiden olduğu gibi, dünyanın en güzel duygusunu yaşarken, korkmuyorsun.
Bahar sana, başına gelen en güzel şeyin bağımlısı olmamayı, başına gelen en güzel şeye geleceğini, hayatını, bütün mutluluğunu bağlamamanın mümkün olduğunu hatırlatıyor.
Her bahar, yeni bir şey öğreniyorsun. Bu bahar, en önemli şeyi, yeniden öğreniyorsun.