02 Şubat 2009

Gerçek ilk'ler

Ben başka bir şehre taşındığım ilk günü hatırlamıyorum. İlk protestomu, ilk büyük kavgamı, ilk kez birine seni seviyorum dediğim anı hatırlamıyorum.

Ben başka bir şehre taşındığım ilk günü hatırlamıyorum. İlk protestomu, ilk büyük kavgamı, ilk kez birine seni seviyorum dediğim anı hatırlamıyorum.
Oysa başka bir ilk’im, büyümek denen şeyle tanıştığım duvara toslama anı, dün gibi aklımda. Bir yaz sabahı plaja gitmeye hazırlanırken annemin bana o güne kadar belime takıp güvenle yüzdüğüm can simidimi artık kullanamayacağımı söylediği an.
Bu, çocukluğa özgü o büyük şaşkınlığın fotoğrafıdır. Bu deneyim bir “ilk”tir. Büyüktür. Bütündür. Saftır. Kişiseldir. Beklenmediktir. Sessizdir. Kalıcıdır. Özeldir.
Üniversiteye ilk kayıt olduğum günü hatırlamıyorum. İlkokulun ilk günüyse sadece babamla birlikte okula yürüyüşümüzün fotoğrafı. Babam ilk kez benimle büyüklerin değil benim hayatımla ilgili bir yere yürüyor. Merkezdeyim. İlk. Büyük. Kalıcı. Saf. Sessiz. Özel.
Birşeyle ilgili içinizden gelen bir “ilk” anınız varsa, önemsiyorsunuzdur.
“İlk protestom” deme ihtiyacı hissediyorsanız, içten içe hep bunu beklemişsinizdir. Benim de var protestolarım, anketlere ilk protestom olarak yazabileceğim bir anım, ama ben asi değilim. Anketlik bir “ilk”, gerçek değil.
Ezberlemeden, zorlanmadan, doğal, size özgü “ilk”ler, size kendinizi bütün hissettirenlerdir.
Herhangi biri, kimse sormadan “seninle ilk tanıştığımda” diye başlıyorsa cümlesine, bilin ki onun için önemlisinizdir. Birini ilk gördüğünüz anı kalabalığın içinde bir fotoğraf makinesinin odaklandığı an gibi hatırlıyorsanız, onu sevmişsinizdir.
Biri için gözleriniz dala dala ilk aşkım diyorsanız, onun zamanında temsil ettiği şeyleri hala istiyorsunuzdur.
İlk öpüşmenizi unutmazsınız. Yarattığı Japon çizgi filmi etkisi bir fotoğraf gibi, karanlıkta çakan şimşeklerin fotoğrafı gibi gözünüzdedir hala.
İlk müzik deneyimimi hatırlıyorum. Yere yatmış, müzik setini burnuna sokmuş ben, bir fotoğraf. Müzik denen şeyin bende bıraktığı son derece kişisel, bütünlük veren, özel, sessiz, kalıcı, büyük duygu.
Sinemada seyrettiğim ilk filmi hatırlıyorum. Dev ekranda sapsarı bir çöl ve güzeller güzeli Brooke Shields, kapkaranlık salonda dolu dolu hissettiğim sessiz büyülenme anı, sadece beyaz bir elbisenin çölde dalgalandığı bir fotoğraf. Arkaplanda annemle babamın beni ilk getirdikleri filmin bu olmasıyla ilgili çocukluğa özgü “yırttım” duygusu.
Bunlar hep, yaşadıktan sonra herhangi biryere sırtüstü uzanıp kolları başın altına alıp o fotoğrafa biraz daha bakma hissi uyandıran deneyimlerdir.
Gerçek ilkler kendine vakit ayırır. Telaşa mahal bırakmaz. Hayata kendini kaptırmaz. Onların üzerine bir bardak su içmezsin, ellerini kafanın altına yastık yapar aklındaki o resmi süslersin.
Büyüdükçe yaşadığın ve anlattığın ilkler daha çok hayallerine uymayan ya da hayatının değiştiğini sana anlatan şeyler oluyor. İlk pahalı çantamı hatırlıyorum. Her türlü bağlayıcı sahiplikten kaçmaya çalışırken, günlük hayatına uygun görsel ve işlevsel malzemelerin verdiği “ilk” hazzı, geldiğin halin burukluğunu taşıyor içinde. Keşke bunlarla tamlık tatmıyor olsaydım. Ama olmuyor. “İlk” diye hatırlamaktan kaçamıyorum. Büyüdükçe ilklerimiz, üzerine bize uymadığıyla ilgili espriler yaparak özel hale getirmeye çalıştığımız geleneksel deneyimlere dönüşüyor. Seninle ilk tanıştığım gün gibi sessiz şimşekler çaktıran değil, herkesin peşinde olduğu ilkler.
Büyüdükçe, özel duruşumuzla çelişen ama genel durumumuzu tamamlayan ilkler yaşayıp, barındırdığı hayal kırıklıklarını skeçlerle süslüyoruz.
***
Ama bazen, bazılarımız, doğal akışta sessizce büyülenme tecrübesinden uzaklaşmış hallerimizde bazen, hayatta çok az, çocukkenki “ilk” fotoğraflarının yanına koyacağı ilkler yaşayacak kadar şanslı oluyor.
Sizinle tanıştığım bu ilk günü ve bana yaşattığı heyecanı doğal bir ortamda durup dururken konusunu açıp hiç skece dönüştürmeden uzun uzun anlatabilirim.
Ve şimdi kollarımı kafamın altına yastık yapıp tavana bakacağım.
Hoşgeldiniz! İyi hayatlar!

Yazarın Diğer Yazıları

Aşkım, Nur'um, Yengi'm

Gelişmiş bir deliydi bu, bana sorarsanız. 30 yaşlarında -veya 20’dir belki...

Bir şey soracağım, sen ağladın mı?

Canı istemeyen erişkin insanlar bilsinler ki son fırsat, çıksınlar sinema salonundan...

Hişt, beyaz yaka, bak bu da bizim en uzun gün

Yanağım sarkmasın diye sırt üstü uyumaya çalıştığım bir gecenin sabahıydı. Dolayısıyla firavun gibi altın sarısı ve elimde mızrakla gözlerimi açtım.

"
"