Bir kız arkadaşım terk edildi. “Kalbim değişti,” demiş çocuk. “Sorun sende değil, yemin ederim,” gibi bir şeyler.
Of.
Oğlan uzun süredir Amerika’da eğitimdeydi. Türkiye’ye dönmesinin üzerinden 1 ay geçmeden ayrıldılar.
“Kalbim değişti” açıklaması yabancı dilden ne kadar şahane dürüstlükte bir çeviri de olsa, beyefendiye gıcık olup küfretmememiz için sebep teşkil etmiyor. Ama çocuğu tanıyorum, kötü bir insan değil. Ne oluyor da böyle oluyor acaba. Araya başkalarının girmediğini varsayalım, bunların kalpleri nasıl değişiyor? Sorun bizde mi? Yoksa ortada sorun falan yok mu?
İngilizce öğrenmeye başladığımız yaşlardayım. Hani o Hazırlık Sınıfı dediğimiz şeye gidiyorum. Belli ki Anadolu Lisesi’ni kazanmışım. Mahallede gururla dolaşıyorum.
En büyük zevklerimden biri, eve gelirken bakkaldan aldığım Çizi’nin yeşil paketini açıp balkonda oturarak bütün krakerleri lüp diye mideye indirmek.
Şimdi de var bunlar ama, o dönem çocuların hayatında sadece iki çeşit kraker var: Çizi ve Haylayf. Benim için dünyadaki insanlar da iki gruba ayrılıyor: Çizi sevenler ve Haylayf sevenler.
O zamanlar her şey böyle iki çeşitti. Ya Michael Jackson severdin ya da Madonna. Ya MC Hammer severdin ya da Vanilla Ice. Ya Yasemin Evcim severdin ya da Tutti Frutti. Aman işte, ya toz severdin ya da pembe.
Aslında bu ikilileri birbirinden kesin çizgilerle ayıramazdın. Biraz Michael Jackson dinlerdin, biraz Madonna. Ama yine de dondurmanı yerken arkadaşına sorardın: “Sen külahta mı seviyorsun çubukta mı?” Bazen onu, bazen öbürünü yesen de, o sırada birini seçerdin. “Ben külahta seviyorum.” Sonra da salak salak birbirine bakardın. Yani bir şey değişmezdi.
Ama bana göre Çizi ya da Haylayf seviyor olmak, bir şeyleri değiştirirdi.
Çizi peynirliydi, tuzluydu bir kere. O zamanlar her şeye deli gibi konsantre olduğun için, sevdiğin şeylerin görüntüsü yakın çekimdi. Çizi’nin üzerindeki tuzlar, kar taneleri gibi, partikül partikül aklımda benim. Oysa Haylayf, şekerliydi.
Her çocuk gibi koca bir paket krakeri bir oturuşta yeme kapasiten varsa, ya tuzlu yiyebilirdin, ya da şekerli. Haylayf sevenler, hani böyle ne bileyim, biraz zevksiz çocuklarmış gibi gelirlerdi bana. Ortak bir noktamız olamazmış gibi. Yani olabilir ama, ayrıyız işte, ayrı dünyaların insanlarıyız.
Neyse efendim, günler günleri kovaladı. Biz Çiziciler ve Haylayfçılar, benim kafamda birbirlerinden Harry Potter’daki Gryffindor ve Slytherin’ler kadar net çizgilerle ayrılmış olarak, İngilizce’yi bayağı ilerlettik. Çok mutluyuz o aralar. Artık yabancı şarkıları anlıyoruz, henüz Milli Vanilli’nin o şarkıları söylerken başkalarının seslerini kullandıklarını öğrenip buhran geçirmemişiz.
Hani İngilizce öğrenirken bazı şeylere “aydığın” anlar olur.
O her doğumgününde bağıra bağıra söylediğin “Hepi börtlek suyu” adlı şarkıda aslında ne dediğini anlayıp şok olursun. Michael Jackson’ın Liberian Girl adlı şarkısının Kütüphaneci kızdan değil Liberyalı kızdan bahsettiğini anlayıp şok olursun. Ye ke ye ke moooo şarkısını İngilizce bilsen de anlayamayacağını anlayıp şok olursun.
Ya da benim gibi, Çizi’nin Cheesy (Peynirli), Haylayf’ın da High Life (Lüküs Hayat)’tan geldiğini, bu İngilizce kelimelerin Türkçe okunuşu gibi gudik bir yöntemle adlandırıldıklarını anladığın bir an olur.
Her zamanki gibi balkonda oturmuş nefis krakerlerini yerken, bir yandan yeşil paketin üstündeki sarı logoyu aylak aylak incelerken, aniden, sevgilin Çizi’nin aslında ne kadar cheesy (kalitesiz, dandik) bir şekilde isimlendirildiğini farkedersin. Dünyan başına yıkılır.
I love you’yu Ay lav yu diye yazardık dalga geçmek için. Ama Cheesy’yi Çizi diye marka yapmak... İddia lafını alıp iddaa diye marka yapmaktan da beterdi bu benim için. Suçtu resmen. Haksızlıktı. Bu kadar lezzetli bir şey nasıl bu yöntemle adlandırılmış olabilirdi?
Üstelik Haylayfçılar da benimle aynı hüsrana uğramıştı. Onlarla aynı takımdaydık artık, kandırılmışlar takımı. Şekercileri benim gibi tuzculardan ayırdedebilmek için neye bakacaktım şimdi? Fıstık mı yoksa üzüm mü sevdiklerini mi soracaktım?
Soğudum Çizi’den. İlişkimiz bir daha eskisi gibi olmadı.
İşte şimdiki ergen halimizle, öğrendiklerimizin düşünceleri, düşüncelerin duyguları, sonra da hayat tarzlarını değiştirmesi böyle bir şey heralde. İnsandaki “Kalp değişmesi” de böyle bir şey. “Aymayı,” keşfetmeyi takip ediyor.
Bu keşifler, öğrenmeler, “aymalar,” doğru ya da yanlış şeylere yol açabilir. Ama gelişimdir nihayetinde. Büyümektir.
Çizi diye adlandırılmış olması, krakeri gudik yapmaz. Ama yiyene uymaz bir şekilde, artık uymaz.
Farkettiğin, keşfettiğin bir şey, başka bir yerde uyumsuzluk yaratıyor. Ve Çizi’ye bunu onu kırmadan anlatman neredeyse imkansız.
Canım Çizi, tadı aynı, tuzu-peyniri, paketi aynı, evir çevir bak her şeyi aynı. Benden hiçbir şey saklamamış, değişmemiş. Ben okuluma gitmişim, eve bir gelmişim, rezalet. Peki ama, suçlu var mı? Varsa, kim?
Biri bize “kalbim değişti” dediğinde, biz cheesy çıktık diye bir şey yok. Sorun bizde değil, sorun kimsede değil. Bu, iyi ya da kötü, o tarafa ya da bu tarafa, ilerleme. İnsanlar, farkettikleri, öğrendikleri... Değişen değerleri, kendilerini keşfetmeleri, özgürlükleri...
Şimdi delirip “Çizi’ye ne oldu Nil Hanım? Allah sizi kahretmesin neden yanıtlamıyorsunuz nedeen!” diye tutturan tatlı okurlarım olabilir. Sakin olalım. Kendisi evlendi, Altunizade’de oturuyor, Badem ve Çubuk diye iki tane de çocuğu var. Çok mutlu. Hala görüşüyoruz. Sevgiler...