Penceremin pimapeni bozuk. “Nescafe bitmiş” demek gibi. “Selpak al” demek gibi. “Uhu lazım” demek gibi, “Kalebodur” gibi, “Oralet” gibi, “Pimapen” bozuk. Pencere doğru düzgün kapanmıyor.
Perdemin kornişi de kırık. Aslında perde değil, stor dediğimiz şeylerden. Onun takılı olduğu şeye ne denir bilmiyorum. O kırıldı. Heralde 2,5 aydır öyle, eğri büğrü duruyor.
Çikolatalı kahveli tatlı yiyerek, evdeki aksaklıkları seyrediyorum.
Açıkta bir sürü CD var. Üzerlerinde ne ihtiva ettikleri yazmıyor. Tek tek bilgisayara takıp bakmam lazım. Onun yerine hepsini alıp arabanın dikiz aynasına asayım diyorum.
Odalardan birinin tavanında bir nemli bölge var. Üst komşuya gidip “Su akıyor sanırım, tamir edin pliiz,” demem lazım. Yapmıyorum. Yavru köpek resimleriyle bezenmiş paspasa bakıp, elim zille buluşmadan geri dönüyorum.
Bir arkadaşımın bana borcu var. Hatırlatmamam gerektiğini düşünüyorum. Sorarsam, hani o bazı tatsız konuları hiç atlatamayan insanlara benzeyeceğim. Her şeyi bozacağım. Sormuyorum.
Orda burda duyup telefonuma not aldığım şarkı isimleri var. “Şarkı” başlıklı not kağıdım doldu taştı. Hepsini bir anda bilgisayarıma indirmem lazım. Bense isimlere bakıp nasıl şarkılar olduklarını kafamdan uydurmaya çalışıyorum.
Dişçiyi hiç hatırlatma, diyorum kendi kendime. Aman dişçi randevusu konusunu hiç açma.
Üç sayfası okunmuş kitaplar başucumda birikti. Dağ olup kafama düşmelerini iple çekiyorum.
Salondaki afili lambanın ampullerinden biri patladı. Evin girişinde de ışık yok. Karanlıkta görme yetim bir kedininki kadar keskin artık. Loş ışıkta makyaj yapıp dışarı çıkıyorum. Arkadaşlarım maymuna benzediğimi söylediklerinde ciddiye almıyorum.
Bir odayı toplamaya giriştiğimde, içime şeytan giriyor. Dolapları deşmeye başlıyorum. Hangi kapıyı açtığını bilmediğim anahtarlar, hangi numaraya ait olduğu belli olmayan telefon kartları, ne demek olduğunu anlamadığım notlar buluyorum. Hepsini ellerime alıp, kaşlarımı çatıp “Hmmm,” diye düşünürken bir telefon geliyor. Giyinip dışarı çıkıyorum. Dışarda, darmadağın ettiğim dolaptaki yeşil kutuda ne olduğunu düşünüp duruyorum. Eve geldiğimde merakım geçmiş oluyor, yatıyorum.
Yıllardır “Türkiye’ye bir gelseler yarabbim,” dediğim, zaman zaman “Acaba şu anda dünyanın neresindeler” diye internette araştırdığım müzik grubu Türkiye’ye geliyor. Bilet almıyorum. O gün çok önemli bir işim çıktığını varsayıyorum.
Arkadaşlarımın doğum günleri yaklaştığında, “İnşallah kendileri hatırlamazlar” diye umuyorum. Hatırlayıp parti veriyorlar. Gitmiyorum. Yarın olsa kesin giderdim, diyorum. Kesin giderdim.
Spor salonu üyeliğim bitti. Bin kere aradılar. “Size yeni bir kampanya önereceğiz,” dediler. Her seferinde “Oldu, bugün geliyorum,” dedim. Gitmedim. Her sabah ve her akşam dışarda koşu yapmayı planlıyorum. Bu planımı itinayla gözden geçiriyorum, ve hemen B planına geçiyorum.
Bir arkadaşım arayıp “Ee neler yapıyorsun?” dediğinde “Hiiiç...” diyorum. “Hiiiç...”
“Psikiyatriste gitmem lazım, erteliyorum,” diyorum. “Hahaha, o da ertelenir mi yahu?” diyor. “İyice delirmeyi bekliyorum,” diyorum.
“Rahat ol, iyice delir. Ben seni götürürüm psikiyatriste, merak etme,” diyor. “Ha, bu arada, o sana olan borcum var ya, sanırım onu asla ödemeyeceğim.”
“Olsun,” diyorum. “Nefis tatlı var evde, çikolatalı kahveli. Yemek istersen gel, bak senin için dolaba koyuyorum.”