Geçen haftasonu, aylardır ilk kez, yorgunluk beni yatağa yapıştırmadı ve vakitlice uyanıp biryere kahvaltıya gittik. Boğazda, cumbalı biryer. Çok otantik. Böyle kıvrım kıvrım turuncu perdeleri falan var. Tavanda kocaman asılı bir avize var. Etrafıma dalıp gittim. Küçükken beni ‘misafirliğe’ götürdüklerinde o avizelere bakardım. Ne gerek var yarabbim öyle havada, ne işe yarar evde bu, diye. Çocuklar öyle kocaman fazlalıkları sevmez. Ama o avize parçalarından biri kendilerinin olsun diye delirirler. Ev dekorasyonu için berbat, ama ışıl ışıl, çok parçalı ve ulaşılmaz işte. Yani o parçalar tomar halinde yerde olsa bir çocuğun aklını alabilir. Hep dediğim gibi, çocuk beyninde herşey mükemmel derecede mantıklıdır. Her çocuk, acayip zevklidir.
Bir de koltuklar vardı ahşap, girintili çıkıntılı, minderleri de semsert ve desenli kadife. Kahverengi-siyah-krem rengi karışık. Bizim evde yoktu onlardan. Misafirliğe gittiğimizde onları da pek bir yadırgardım. Ama onlarla ilgili fikrimi söyleyecek kadar manyak değildim. Çocuklar bu tür konularda konuşmazlar. Dedikodu da yapmazlar. “Gidelim” derler. “Ve burayı unutalım anne, hadi yaa.”
Sonra perdelerin arasındaki cumbadan denize baktım. Çocuklukta zevkle yadırgadığın şeylerin yaşlılıkta içinde yaşamayı düşündüm. Birçok açıdan birbirinin muadili iki dönem (Hangi dönem size daha uzak geliyor, bir düşünün bu arada). Arkadaşlarıma dedim ki, “Bakın çok yaşlanınca böyle bir cumbada oturacağız, küt kesilmiş kıpkırmızı seyrek saçlarımız ve gözlerimizi kocaman gösteren gözlüklerimizle dışarı bakacağız. Gelene geçene acayip kötülük yapacağız. Bahçeye giren çocukları kalın sesimizle kovalayacağız. İnsanların özel hayatını takip edeceğiz, akşam haberlerinden sonra ufacık gürültüde güm güm duvarlara vuracağız. Herkes bizden nefret edecek. Ama bir gün, sadece bir kez, birine bir iyilik yapacağız. Kapıda kalmış bir çocuğun iki dakika girip annesini bizim koltukta beklemesine izin vereceğiz mesela. Ve dünyanın en iyi insanı olacağız. “Ayy, o kadın o kadar kötü değilmiiiş. Canım ya.”
Böyledir bu. Siz istediğiniz kadar hayatınızı kimsesizlere yardım ederek, okul yaptırarak geçirin, gördüğünüz sempati, o manyak kadın bir tanecik iyilik yaptığı anda eriyen içlerle karşılaştırıldığında, solda sıfır kalır. Ya da çok iyi bir öğrencisinizdir, her dönem sınıfınızı takdirlerle geçersiniz, haylaz-hırçın-deli kardeşinizin karnesinin kırıksız geldiği o tek gün olduğu gibi şenliklere maruz kaldığınız hiç görülmemiştir...
Sonra birden, otantik ortam ve kekikli zeytinin etkisiyle düşüncelerimin anılara-fantazilere kaymasının gülüşmelere karıştığı o Pazar sabahı rehaveti, yok oldu. Aklıma gelen şey, günlük hayatta, ne çocuk ne yaşlı olduğumuz bu arada kalmış zamanlarda, bu tür şeylerin acımasız geçerliliğiydi. Suçluluk yumağı zihinler, nemrutluklarıyla bize kök söktürenlerin küçük bir sevimliliklerini nereye koyacaklarını bilemiyorlardı.
Sen dilin dışarda çalışırken, yan gelip yatan bir başkasının bir rapor yapacağı tutuyor, iki gün bu konuşuluyordu. Sen aşkın için dağları delmeye, dünyanın heryerine uçmaya hazırken, sevdiğin kişi, yüzü yılda bir kere gülen başka bir nemrut için dağları deliyordu.
Herkes birbirinin doğru zamanına denk gelmeyi bekliyordu. Delicesine, sadece bunu bekliyordu. Bir tane güzel söz, bir defaya mahsus açılan bir pencere, tek bir “evet” için, binlerce “hadi,” yüzlerce “seni seviyorum,” onlarca “seni onaylıyorum, sana saygı duyuyorum ve seni olduğun gibi kabul ediyorum,” kapı dışarı ediliyordu.
Efor, o hep hayalini kurduğumuz ani ve büyük mutlulukları getirmiyordu. Herşey gibi, düzenli eforun da marjinal faydası gittikçe azalan bir grafik çiziyordu. (Law of Diminishing Returns. Yaa, ne zannettiniz.) Okul, iş, aşk, farketmiyordu. İnsanoğlu, birşey ne kadar azsa, onun sadece bir kez gerçekleşeceği an yaşayacağı his için arzuyla kıvranarak, tüm diğer şeylere körleşiyordu.
Kendi kendime sırıttım. Arkadaşlarımın gülüşmelerinin arka planında öğle uykusuna yatmış sorumluluklara baktım. Burada ulaşılmaz avizelerden, yaşlı masal cadılarından bahsedip kikirderken, hepsi ara ara kafalarını eğiyor, hayatta daha az efor sarfedebilmeyi diliyor, Homer Simpson’ın oğlu Bart’a verdiği öğüdü düşünüyorlardı (Bart, Lou adlı bir ineğe duygusal olarak bağlanır ve onu kesip hamburger yapacaklar diye üzülmektedir). “Oğlum, gel buradan bir ders çıkaralım. Asla çok çalışma, sakın duygusal bağlar kurma ve ayrıca, bir inek olma.”