19 Ekim 2023

Savaş ve siviller

Öyle görünüyor ki hastane saldırısı bir tür dönüm noktası olarak bu çatışmayı insanlığın bütün tarihi ve coğrafyasıyla birlikte şimdisini de gösteren bir tür tablo ve etik problemler listesi haline getirmiştir

Siviller öldürülüyor. Bu söz yankılanırcasına yineleniyor. Günlerdir sayısız kez işittik, önceki aylarda da zaman zaman Ukrayna dolayısıyla işitiyorduk, siviller öldürülüyor.

Yalan değil. Tersi söylense, sivillerin öldürülmediği söylense şu koşullarda kim inanır? Gözümüzün önündeki bombalardan kurtuluş olur mu? Füzelerle uçaklarla tanklarla toplarla yalnızca askerler değil, siviller de öldürülüyor, hastasıyla, yaralısıyla, çoluğu çocuğuyla siviller.

Ve işte bu sözdeki vurgu her seferinde bizi "insanlık" idealinden biraz daha uzağa fırlatıyor, iki açıdan.

Birincisi ve ilk planda olanı, "savaş hukuku" açısından. İnsanlık idealinin bu bapta ulaşabildiği, 'intikam değil, hukuk' diye özetleyebileceğimiz düzey, sivillerin öldürülmesini savaş suçu saymaktadır. Bu suçun işlendiği her uğrak bizi ortak ideal olarak tanımlanabilmiş anlamıyla insanlıktan uzaklaştırıyor.

İkincisi ve daha geniş bir düzlemde yer aldığı için gözden uzak kalanı, bu sözdeki vurgunun isteyerek ya da istemeden gördüğü normalleştirme işlevi oluyor. Sivillerin öldürülmesini öne çıkarmak zorundayız, çünkü onlar savaşın dolaysız "tarafları" olan askerlere dahil değildirler. Ellerinde kendilerini korumaya yetecek kadar bile silah yoktur onların, derece derece masumdurlar, mutlak masumiyetin simgesi olan çocuklar da sivillere dahildir. Verili hukuk kadar bu son çatışmadaki verili gerçeklik de gerektirmektedir öne çıkarılmalarını. Ne çare ki böylelikle "siviller öldürülüyor" sözünün bir tutamak haline gelmesi bir yandan da askerlerin öldürülmesini normalleştiren bir altyapıyı varsayıyor, hatta her savaş gibi bu savaş da o altyapının kurucu bileşenine dönüşüyor.

Paradoksal bir durum bu. Siviller öldürülüyor sözünün ilk elde bir "insanlık" savunuculuğu olarak tonlanmasından ve öyle de algılanmasından söz ediyorum. Öyle miymiş sevgili Şule Gürbüz, öyle mi gerçekten?

İşin gerçeği şu ki fiilî insanlık "savaş denen suç" sözünü temel alan bir hukuk düzeyine ulaşabilmiş değil. Her yeni savaş eskilerin uzaklaştırdığından daha fazla uzaklaştırıyor bizi o düzeyden.

Yürürlükteki hukuku etkileyen pek çok etmen olabilse de, mevzuata son şeklini veren yine "devlet" dediğimiz yapılar ile benzerleridir. Son İsrail-Hamas çatışmasına kadar, "siviller öldürülüyor" sözünü en çok sarfedenler de devletler oluyordu, Rusyası ve Ukraynası dahil. Tabii kendi kendilerini suçlamak için değil, "düşman"larını suçlamak için ve aslında, gelecekte kendilerine yöneltilebilecek suçlamalardan kurtulabilmek güdüsüyle.

Hamas'ın 7 Ekim saldırısıyla başlayan bu son çatışmada ise "siviller öldürülüyor" gerçeği birkaç gün içinde her iki taraf için de o kadar aşikâr bir hâle geldi ki ne Hamas cenahından bir inkâr girişimi oldu, ne de Netanyahu cenahından. Karşı tarafı suçlamak için bile sarfetmedi bu iki taraf, "siviller öldürülüyor" sözünü. Savaşın dolaysız taraflarına sorgusuz sualsiz destek veren devletlerden de duymadık böyle bir sözü. Bu kez söz konusu suçu yüksek sesle getiren, insanlığın ta kendisi oldu, yani araçsallaşmış olmayan kişi ve kurum, basın, kim varsa. Gerçi sırtlarındaki tarihsel antisemitizm yükünün yeniden artmasından ödü kopan Batılılar, Hamas'ın da katkısıyla güncel gerçekliği görmezden gelme şampiyonluğuyla başladılar işe. Yine de birkaç gün içinde ufak ufak soru işaretleri belirtmeye de mecbur oldular. Netanyahu yönetiminin gözükaralığına bir tür fren olan ise Gazze'deki o caniyane hastane saldırısının yarattığı tepki oldu ve hazret, "ben yapmadım o yaptı" tutamağına sarılmaya çalıştı, gram inandırıcılık sağlayamadan. "Olay öncesi"ne ait suç birikimi nedeniyle çoktandır böyle bir şansı kalmamıştı.

Öyle görünüyor ki hastane saldırısı bir tür dönüm noktası olarak bu çatışmayı insanlığın bütün tarihi ve coğrafyasıyla birlikte şimdisini de gösteren bir tür tablo ve etik problemler listesi haline getirmiştir.

Her iki tarafın mevcut muktedirleri de tarihin büyük mağdurlarından birinin temsilcisi sıfatıyla kendilerinde hukuk dışına çıkma hakkını görmüş olmalılar. İlk saldırıyı yapan Hamas attığı roketlerin yığınla sivili öldüreceğini biliyordu ve belli ki zaten bu amaçla, yani intikam duygusuyla davranmıştı. İsrail yönetimi de benzer biçimde bilerek ve misliyle karşılık verdi, sivilleri öldürüyor olmaktan zerre çekinmeksizin. Her iki taraf da sanki öbür tarafın suçu kendilerininkini bağışlatacakmış gibi davranıyor. Bunun adı kısasa kısastır.

Belki şu aşamada en kötüsü, her ikisinin de sırtlarını insanlığa değil, devletler skalasındaki küçük ve büyük abilerine dayıyor olmalarıdır. Büyük abilerin, Biden'ın filan, neler dediğini ânında bütün dünya duyuyor. Ben bir küçük abinin dışişleri bakanı 15 Ekim Pazar günü El Jazeera kanalına ne demiş, onunla bitireyim bu yazıyı: "İsrail savaş istiyorsa askeri güçler ile karşı karşıya gelsin, kadın ve çocukları hedef almasınlar."

Bunu söyleyense İran'ın Dışişleri Bakanı sevgili Mahsa Amini.  

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

- Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

- Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

- Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)


- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)


- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)


- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)
- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)


- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)


- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)


- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tabelalar, yeniden

Şu son günlerde o eski ulusal kaygılar “Arapça tabelalar” biçimini almış olarak yeniden ortalığa döküldü

Devlet vekilleri, Rojava, Jineoloji...

Ben bu satırları yazarken kimsenin tahliye edilmediği, duruşmanın 16 Mayıs’a bırakıldığı haberi geldi. Demek hukuksuzluğa devam...

Aksiyon almak, insanlara dokunmak, fokus olmak, satın almak...

Sözcüğü sözcüğüne çeviri, zaman zaman dikkat çekmekten kendimi alamadığım üzere, başka dillerden sözcük ya da terim alınırken kullanıldığı görülen başlıca üç yordamdan biri. Aşağıda İngilizceden bu yolla buyur edilen az çok yeni birkaç sözcük ve sözceye değiniyorum. Her zamanki gibi, geleceğin dil tarihçilerinin dikkatine!