10 Ekim 2024

Olanlar ve unutulanlar

İnsanlığın çeşitli kesimleri arasındaki trajik yarılmalar “çatışan iki taraf”ı çok aşıyor. Arada bir nükleer lafının da edilmesi bende insanlığın tragedyası, yazılacak ölçülerde “gelişiyor” duygusunu uyandırıyor

10 Ekim ve 7 Ekim. İki kıyım, iki yıldönümü. İkisinde de “Barış” şiarıyla toplanmış insanlara bombalı füzeli saldırılar düzenlendi. İlkinin faili IŞİD’di ve 10 Ekim 2015 günü “Barış” şiarıyla Ankara Garı’nda toplanan insanlara kıymıştı. Devletin unutturma politikası uyguladığı olayların en önemlilerinden biridir. Ancak, unutulmadı: Olanlar sonradan Yücel Demirer ve İlhami Şahbaz tarafından Yaşıyorsak Borçluyuz adlı tanıklık kitabında toplandı. Ve dün “10 Ekim Annelerinin Çığlığı” adlı anıtın açılışında Özgür Özel’in “IŞİD” demeyi, demekle de kalmayıp vurgulamayı unutmaması önemliydi.

Ankara’da, 10 Ekim 2015’te, barış mitingine katılanlara yönelik IŞİD tarafından canlı bomba saldırısı gerçekleştirildi

7 Ekim 2023 kıyımına gelince. İlk fail Hamas’tı ve o da aralarında bir Barış Festivali için toplanmış gençlerin bulunduğu yüzlerce İsraillinin canına kıydı ve yaklaşık olarak 250 kişiyi rehin aldı. Bu saldırı İsrail’e göre 1967’den bu yana kendisine karşı yapılan ilk işgal girişimiydi, Hamas’a göre ise Filistinlilerin, kutsallarına yönelik İsrail saldırılarına verdiği bir karşılık.

 Olup bitenlere dair sayısal bilgilerin dökümünü yapacak değilim ama, şunu biliyoruz: İsrail’in verdiği bu “karşılık” aradan geçen bir yıl içinde dünya tarihindeki en acımasız, en kıyıcı savaş suçlarıyla dolu saldırılardan biri, bir soykırım olarak devam etti ve İsrail’in gerçek, yani stratejik amacı konusunda soru işaretleri yarattı. Öyle ki, Filistin’in mağduriyetinde bugün varılan nokta, 7 Ekim saldırısındaki İsrail mağduriyetini neredeyse unutturdu, Hamas’ın saldırısı anılmaz oldu.

Hamas militanları tarafından saldırıya uğrayan müzik festivali alanı

Elbette, göreli olarak ne kadar ufalmış görünürse görünsün, savaş halinin halklara “yaşattığı” bütün o tarifsiz tecrübeleri İsrail halkı da yaşadı ve yaşıyor. Gelgelelim, mesele İsrail halkını çok aşan bir gücün desteği ve arkadan itmesiyle gitgide büyüdü ve büyüyor. Bir tür kısır döngü: Yahudiler tarih boyunca soykırıma varmış bir kesintisiz ayrımcılığa uğradıkları için kendilerini hep daha güçlü olmak, her alanda güçlenmek zorunda hissettiler ve bunu belirli ölçülerde başardılar. Gerçek bir beka kaygısıdır bu duygunun dinamosu. Yukarıda İsrail halkını çok aşan güç derken neyi kastettiğim herhalde açıktır: Tıpkı düşünsel ve bilimsel alanlarda olduğu gibi iktisadi alanda da dünya düzeyinde konumlanmaktan ve güçlenmekten söz ediyoruz. Yahudiler bir yandan Wall Street ve Pentagon’da etkileyici konumlarda olmayı, bir yandan da şu dünyada ırkçılık olgusunun önde gelen bileşenlerinden biri olan antisemitizme karşı hem Avrupa’da hem de ABD’de oluşmuş tarihsel terbiyeden ileri gelen bir söz ve savunma hakkını elde bulundurmayı önemsediler. Kavmi dayanışmanın bir tür temel zorunluluk gibi işlev gördüğünü söylemek yanlış olmaz.

Bu yıldönümlerinde “süreç içindeki faşizm”in en zor anlarını düşünürken zihnimde oluşanların başında anlatma güçlüğü geliyor. Karmaşıklığı teslim edebilmek, soru işaretlerine dikkat kesilmek, bir boyutun hakkını verirken diğerini unutmamak ve ölçüsünü hiç değilse yaklaşık olarak tutturmaya çalışmak... İnsanlığın çeşitli kesimleri arasındaki trajik yarılmalar “çatışan iki taraf”ı çok aşıyor. Arada bir nükleer lafının da edilmesi bende insanlığın tragedyası, yazılacak ölçülerde “gelişiyor” duygusunu uyandırıyor.

Emin olduğum bir şey varsa, Netanyahu’nun halklarda yarattığı “sürüklenme”nin Hamas’ın yarattığından daha az olmadığı ve meselenin temelinde de halkların “sürüklenme”sinin yattığıdır.

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)

- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)

- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)

- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)

- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)

- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Güncel çağrışımlar, palimpsest projeler

Merkez’in Merkez’i olmak! Uçum, eşbaşkanlığı ya da Osmanlı’yı anmaksızın, büyük harfli “Merkez Ülke”den söz etmektedir. Ne bileyim, bir bilimkurgu senaryosu ya da bugünlerde arada bir kulağımıza çalınan CENTCOM gibi bir şey!

Emperyal eğilim, sosyal eğilim

Devrimler yenilenmedikçe sosyalliğini kaybedip emperyalizme yem oluyor. Hem dışarıdan içeriye, hem de –artık- içeriden dışarıya yönelen emperyal eğilimlere yem... olmaya, sosyalliğimizi bozuk para gibi harcamaya yazgılı mıyız?

IŞİD’in D’si, SMO’nun M’si    

Suriye’de Halep-Hama-Humus-Şam hattı boyunca güle oynaya ilerleyen 2017 doğumlu HTŞ’nin “mücadele”si de bir “tuhaf savaş” değil mi sizce de? 

"
"