09 Mayıs 2024

Maarif Modeli: MEB’in ne söylediğine değil ne yaptığına bakmak!

Önceki eğitim modeli ve yaklaşımı ile Maarif Modeli’nin yaklaşımını “farkı” ortaya çıkaracak biçimde kamuoyuna anlatmanız gerekir. Ancak bu açıklığın olmadığını görüyoruz.  Siyasal iktidarın bakış açısından neo-liberal eğitim süslemeleriyle bezense de İdealizmin, eğitimin felsefi temelleri açısından da Daimicilik akımının bayrağı dikilmiş Maarif Modelinde!

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin

Tüm kapatma ve kuşatma ortamlarını, okulu, evi, hapishaneyi, fabrikayı, sokağı kapsayan genel bir krizin, çoklu bir krizin içindeyiz. Bakanlar durmadan kaçınılmaz olduğu varsayılan reformlar ilan ediyorlar. MEB de bunlardan biri ve açıkladığı Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli cılız da olsa tartışılıyor ve değişen ‘müfredat’ bağlamında farklı görüşler dillendiriliyor. Bizler eğitim programları demeyi tercih ediyoruz, çünkü daha anlaşılır bir kavram, ayrıca üniversitelerde eğitim bilimleri fakültelerinin eğitim programları ve öğretim ana bilim dalları bu adla açılıyor, buralarda akademik çalışmalar hem ana akım hem de eleştirel bağlamda devam ediyor. 

Türkiye genelinde 19 milyon öğrenciyi ve bir milyonun üzerinde eğitim emekçisini etkileyen eğitim programlarının işlevi üzerine düşünmemiz gerekir. Eğitim programının değişimi demek eğitim sisteminin dilimlerinde, çizgisinde önemli bir değişim arzusu ve pratiğinin arayışı demektir. Eğitim programı dersliklerdeki sürüp giden eğitim yaşamının, öğretmen anlatılarının, derslerin genel çerçevesini çizer. Eğitim fakültelerinin programlarını etkiler. Öğretmen istihdamını hem nicelik hem de nitelik olarak belirler. Bu programlar öğretmen işsizliğinin hangi dallarda artacağını veya azalacağını etkiler. Öte yandan eğitim sistemi içinde kimi derslerin öğretmenlerine gereksinme kalmaz, kimi derslerin öğretmenlerinin ders yükü artar, bunun da ek ders ücretlerine anlamlı yansımaları olur. Eğitim programlarının değişimi demek tüm ders kitaplarının yeniden yazılması demektir; ders kitaplarının yazımı ve basımı doğrudan ve dolaylı vergilerimizin yazarlara ve yayınevlerine transferine yol açar.

Eğitim programlarının asıl amacı öğrencilerin ‘neyi bilip neyi bilmeyeceğini,’ neyin yasını tutup neyin yasını tutmayacağını, neye sevinip kutlayıp neye kayıtsız kalacağının çerçevesini çizen resmi, yazılı ve idealize edilmiş metinlerdir. Eğitim yaşamı farklı dinamiklerden etkilendiği için okulların ve çevresinin toplumsal sınıfsal karakterine, kültürel dinamiklerine göre bu programlar hayata geçirilebilir ya da tüm yönleriyle uygulamaya geçirilemeyebilir. Bu programlar her zaman daha keskin örtük, gizli ve informal programların da yolunu açar, “Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) protokolleri gibi. Eğitim programları yoluyla egemen anlayışa göre “istendik davranışlar” geliştirilmek istenir. Peki kimin isteklerine uygundur bu davranışlar? Kuşkusuz iktidarın… Ancak eğitim yaşamı her zaman iktidarın isteğine göre akıp gitmez!  

Yurttaşların demokrasiyi içselleştirme ve insan hakları ile yine ülkenin toplumsal, ekonomik ve kültürel gelişkinlik düzeyine göre eğitim programlarının hazırlık süreçleri ve niteliği değişir. Yani eğitim programları iktidarın siyaseten benimsediği tek tip insan yetiştirme düzenini, yukarıdan aşağıya, toplum mühendisliği yoluyla aynılaştırıcı (Başkası ve Öteki yoktur) süreçlerle oluşturabilir. Otoriter ülkelerin tercih ettiği model, yöntem budur. Öte yandan eğitim programları farklı düşünceleri, yaşam biçimlerini, toplumun çoklu ve çoğul dinamiklerini görerek okul bileşenlerini, özellikle mesleki özerklik bağlamında öğretmenleri, eğitim sendikalarını, veli derneklerini, üniversiteleri, hatta öğrencileri karar ve uygulama sürecine içererek aşağıdan demokratik bir anlayışla da hazırlanabilir. Kısaca şunu ifade edebiliriz, “bana eğitim programlarından söz edin, size nasıl bir ülkede yaşadığınızı söyleyeyim.” Baştan belirtelim ki Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli birinci anlayışın, ürünüdür, otoriterdir. İktidarın ileri sürdüğünün aksine “tek tipçi, yasaklayıcı, katı ve ideolojik bir programdır. Bu sonuca nasıl vardığımızı sırayla aktaralım.

Otoriter anlayışın okul düzeyinde, yani saha da bir karşılığı yok. Çünkü anlamak için okullarda, eğitim sürecinin içinde yaşamak gerekir. Siyasal iktidarın gürlemesi okullara titreşimler olarak yansır. Eğitim programları yaşamdan kopuk olursa okullarda iktidarın sesini duyulmaz. İktidar, eğitim programlarının yenilenmesi iddiasıyla sadece varlığını bir kez daha geçici bir süre hissettirir. Bu program öğretmenlerin ve öğrencilerin gerçek gereksinmelerinden uzaktır. Öğrenciler “sınıflar kalabalık” diyor, Bakanlık yeni okul yok, eğitim yatırımlarını azaltacağım, ama size “değerler eğitimi” vereceğim diye karşılık veriyor! Öğrenciler bir öğün ücretsiz öğle yemeği ve içme suyu talep ediyor, MEB onlara bir eğitim programı taslağı sunuyor. Yolsuzluk, yasaklar, yoksulluk zirve yapıyor, ülke ciddi çoklu krizin içinde, MEB “iyi düşünelim iyi olalım!” diyor, alın size “değerler eğitimi” diyor. Kamusal tartışma yürüten bazı akademisyenlerin ifade ettiği gibi “Maarif modeli anlaşılmıyor, karmaşık, telkinci, buyurgan, sadeleşme değil bir yoğunlaşma var, çok karışık, öğrencinin yaşını ve gelişim düzeyini, dersin niteliğini göz ardı etmiş, şabloncu, kopyacı” gibi nitelemelerle anılıyor. Bu kısmı biraz daha açalım.

Maarif Modeli’nin temeli, 12 Eylül askeri darbesi ile ve özellikle AKP-MHP iktidarı döneminde atılmıştı zaten, şimdi çatı ve dış cephe inşa ediliyor. Sadece kısa bir süre önce olup bitenlere bakalım. Milli Eğitim Bakanlığı 2023-2024 Eğitim ve Öğretim Yılının başlamasına bir hafta kala Haftalık Ders Çizelgesini hiçbir kamusal, demokratik tartışma yürütmeden zorla uygulamaya geçirmişti anımsayacağınız üzere. Ders çizelgesini inceleyenler şu soruyu sormadan edemediler. Laiklik ilkesi adeta rafa kaldırılmış! Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin aleyhte kararlarına karşın Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine ek olarak “Din, Ahlak ve Değer” seçmeli ders grubundan (5 ders) en az bir ders alma zorunluluğu getirilerek ‘zorunlu seçmeli”(!) derslerin sayısı eğitim tarihinde zirveye ulaştırılmıştı. Kur'an-ı Kerim, Peygamberimizin Hayatı, Temel Dinî Bilgiler, Kültür ve Medeniyetimize Yön Verenler, Ahlak ve Yurttaşlık Eğitimi dersleri ortaokul programları içine yerleştirilmişti. Talim ve Terbiye Kurulu’na göre “Öğrencilerin “İnsan, Toplum ve Bilim”, “Din, Ahlak ve Değer” ile “Kültür, Sanat ve Spor” seçmeli ders gruplarının her birinden her yıl en az birer ders seçmesi zorunludur.”

Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” kısa adıyla ÇEDES pek çok kentte uygulamaya geçirilmişti. Dolayısıyla, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli zaten uygulamaya başlatılmıştı, hatta yeni eklenen derslerin ders kitapları bile hazırlanmadan yangından mal kaçırılır gibi pratiğe geçirilmişti. Bu nedenle yeni program modeli için “MEB’in ne söylediğine değil ne yaptığına bakalım” diyoruz. Disiplin toplumundan denetim toplumuna geçişin işaretleri çok açık! Okul kapalı kutu değil, korporasyonlarla eğitim yönetiliyor. AKP il ve ilçe örgütleriyle itilen şikâyetçi veliler, Diyanet İşleri Başkanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, dinci Tarikat ve cemaatlerin vakıf ve dernekleri, iktidarın elinin altındaki eğitim sendikaları birlikte çalışıyorlar.

Türkiye Yüzyılı Maarif Model’i eğitim programı taslağının hazırlanmasına ‘yetkili’ sendika dışında sendikaların katılımı yok. Siyasal iktidarın eliyle kurulmuş ve ‘yetkilendirilmiş’ olan ve iktidarın arka bahçesi olarak çalışma yürüten sendikanın karar süreçlerine katılımının bir yandan demokratik olmadığı, diğer yandan da yetersiz olduğunu söylemek gerekiyor. Demokratik katılım süreçleriyle hazırlanmamış bir eğitim programının “tartışmaya açılması ve bunun için de bir hafta gibi çok kısa bir süre verilmesi de “sahte katılımcılık” anlayışının bir yansıması aynı zamanda. Bu savımızı doğrulayan gelişme Eğitim Bir Sen’in internet sayfasında “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Yeni Müfredat Taslağı Değerlendirmemizi Tamamladık!” manşetli paylaşımıdır[1]:

“…2018 yılından itibaren kullanılan mevcut öğretim programlarını değerlendirdiğimiz “Öğretim Programlarının Değerler Yönünden İncelenmesi: Tespit ve Öneriler” raporumuzu 2023 yılı Kasım ayında Millî Eğitim Bakanlığı yetkilileriyle, 25 Nisan 2024 tarihinde ise kamuoyuyla paylaştık. Ders kitaplarına yönelik incelemelerimizi ve analizlerimizi içeren “Ders Kitaplarının Değerler Yönünden İncelenmesi: Tespit ve Öneriler” isimli raporumuz da tamamlanmıştır.”

Eğitim programlarını incelerken sadece “değerler” konusuna odaklanılmış olmasının da konuya ne denli dar bir zeminden bakıldığını açıkça ortaya koyuyor. Bir sendika “değerler” dışında bir şey söyleyemez mi? Sendikanın iddiasına göre İslami düşüncenin değerleri dışında başka bir değer yok! Sıkça kullandığımız, duyduğumuz eşitlik, adalet, özgürlük, demokrasi, cumhuriyet, dayanışma, laiklik, barış, insan hakları gibi ortak değerler yok!  Özet olarak usul açısından son derece sorunlu bir program ile karşı karşıyayız. Eğitim programına eğitim fakültelerinin hangi düzeyde destek verdiğini bilmiyoruz ancak fakülte kurulları ve üniversite senatoları sessiz, yine dilsiz, duymuyor ve görmüyor!

Şimdi Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin hazırlık sürecine yeniden dönelim. Bakanlık 10 yıldan beri bu modelin hazırlık çalışmalarının sürdüğünü ifade ediyor, bu kadar uzun süreli bir çalışmanın sonunda ortaya çıkan metin “dağ fare doğurdu” denilecek nitelikte. Katılımdan ve kamusal tartışmalardan uzak, hazırlığının kapalı olarak yapıldığı anlaşılan bu taslak programı kimlerin, hangi akademisyenlerin hazırladığı belli değil! Ortaya çıkan metne Bakanlık ve ‘yetkili sendika’ dışında sahip çıkan yok! Taslak metni hazırlayan akademisyenlere açık bir çağrı yapmakta yarar var, gelin bu programı birlikte tartışalım!

Model, en azından iki katmanlı (dilimli) bir model yapısı ile oluşturulmuş: İlk olarak neoliberal bir eğitim yaklaşımının olduğu bir katman, ikincisi ise tehlikeli, tuzak ideolojik eklemelerin yapıldığı milliyetçi-muhafazakâr bir katman. İlk katman için ana akım eğitim bilimcilerin ve öğretmenlerin çalıştığı anlaşılıyor, ikinci katmanında ise AKP-MHP iktidarının ideologları çeşitli eklemeler yapmışlar.

Eğitim programları ve öğretim alanındaki akademisyenlerin bazılarına göre Tasarım ile Öğrenme (Understanding by Design, UbD) adlı ‘ithal’ bir modelden yararlanılmış olup bir program geliştirme yöntemi değil modelidir. İnternette hızlı bir tarama yaptığınızda bu modelle ilgili olarak akademik çalışmaların bir hayli çok olduğunu görüyorsunuz: Eğitim Programını Geriye Doğru Tasarlamak: Anlamaya Dayalı ve Öğrenme Çıktısı Odaklı Tasarım Milli Eğitim Bakanlığının ideolojik hedefleriyle oldukça uyumlu gözüküyor. İlerlemeci değil, geriye doğru bir tasarım modelinden yararlanılmış bu durumda. : 1) anlama ve öğrenme aktarımı için öğretme ve değerlendirmeye odaklanmak ve 2) müfredatı bu uçlardan “geriye doğru” tasarlamak. Modelin “geriye dönük” yaklaşımına uygun biçimde ortak metinde yer alan sözcük dizileri ile karşılaşıyoruz: ‘‘Köklerden geleceğe!” “Bir ayağı geçmişte duran eğitimin diğer ayağı insanlığın geleceğine ufuklar açan bir kapıdır.” “Millî ve manevi değerler manzumesi ile maddi gelişmenin zirvesini hedefleyen bu süreçte temeli milletimiz oluşturur.”

Direnç olmadan modeli hayata geçirmek için de derslerin yer aldığı metinlerde realizmin ve pragmatizmin kimi tınlamaları var. Ortak metinde ifade edilen beden ve ruh ikiliği, sonsuzluğu ifade eden ruh anlayışı ile sonlu varoluş olan bedene işaret ediyor. Dünyevi bir eğitim modeli değil, öğrencileri bu dünya için etkinleştiren, geliştiren, özgürleştiren ve güçlendiren bir program değil “öte dünyacılığın” edilgenliği içine iten dindar/kindar/itaatkar bir nesil yetiştirme kavrayışı “yetkin ve erdemli insan”  ile süslenmiş sadece. Ancak eğitim programları içinde çok sık geçen “telkin etme” anlayışı bir endoktrinasyon amacını ortaya koyuyor. Böylece çocuklar ve gençler manipüle edilerek iktidarın isterleri doğrultusunda seçimler yapmaya, iktidarın ideolojik amaçlarını izlemeye yönlendirilmek isteniyor. Yerel seçimler sonrasında siyasal gücünü önemli ölçüde yitiren AKP, eğitim programlarını iktidarının ideolojik aygıtı olarak kullanmaya devam etmek istiyor.

Eğitim programları geliştirilirken mutlaka hangi sorunlar nedeniyle yeni bir programa gereksinme duyulduğu, nasıl bir eğitim gereksinmesi olduğu hakkında çalışmalar yürütülür, araştırmalar yapılır. Program taslağı sunulurken de giriş kısmında eğitim programlarını yenilemeye neden gereksinme duyulduğu açıklanır. TBMM’ne gelen tüm yasa tasarılarında da olduğu gibi Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nde böyle bir yaklaşım yok! Yaklaşık 22 yıldır iktidarda bulunacaksınız sonra da böyle eleştirel bir giriş yapacaksınız! Önceki eğitim modeli ve yaklaşımı ile Maarif Modeli’nin yaklaşımını “farkı” ortaya çıkaracak biçimde kamuoyuna anlatmanız gerekir. Ancak bu açıklığın olmadığını görüyoruz.  Siyasal iktidarın bakış açısından neo-liberal eğitim süslemeleriyle bezense de İdealizmin, eğitimin felsefi temelleri açısından da Daimicilik akımının bayrağı dikilmiş Maarif Modelinde! İktidarın yapıp ettikleri, örneğin haftalık ders çizelgesinde din derslerinin ağırlığını artırmak ve ÇEDES Protokolü bunu açıkça ortaya koyuyor zaten.

Eğitimin pratik koşullarından son derece uzak bir program yapılanması var. Okul öncesinde öğretmen gözlem formunu incelediğinizde öğretmenlerin yapamayacağı o kadar çok çalışma sıralanmış ki! Masa başında hazırlanmış, eğitimin koşulları gözetilmemiş ve öğretmenlerin katılımı sağlanmamış, dersin niteliği, öğrencilerin gelişim düzeyi, yaşı dikkate alınmamış bir program ile karşı karşıyayız. Bir kalıp hazırlanmış ve bu kalıp her ders içeriğine giydirilmiş!

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin görmediği, görmek istemediği çocuklar ve gençler var. Şehirlerde toplumsal ve sınıfsal ayrışma nedeniyle yoksul ailelerin çocuklarının gittiği “unutulmuş okullar”da okuyan yüzbinlerce yoksul çocuk ve genç var.  Her gün toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ile karşı karşıya kalan milyonlarca kız çocuğu var. İstanbul Sözleşmesi yürürlükten kaldırılınca okullarda toplumsal cinsiyet eşitliği konusunun adı bile geçmiyor. Anadili, kültürü, inancı farklı olan milyonlarca çocuk ve genci Maarif Modeli görmüyor. Mülteci çocuklar var. Özel gereksinmesi olan çocuklar var.

Türkiye’de yaşayan her çocuk ve genç eğitim hakkına sahip olmalıdır. Nitelikli, bilimsel, laik, demokratik, cinsiyet eşitlikçi, anadilinde, vergilerle finanse edilen (parasız), kamusal bir eğitim görmek her çocuğun ve gencin hakkıdır. Eğitim programları bu duyarlığı geliştiren bir çerçevede ele alınmalıdır. Bu konuda eleştirel eğitim yaklaşımları çocukları ve gençleri geliştiren, güçlendiren ve özgürleştiren eğitim kuramları ve uygulamaları geliştirmektedir. Okulu demokratik, zengin, canlı ve çoklu karşılaşmaların olduğu bir öğrenme ortamı, derin bir tartışma ve söylem alanı, daha da önemlisi yaparak yaşayarak eyleyerek öğrenilen bir mekân ve sevinçli bir karşılaşma alanı haline getirmek mümkündür!

Maarif Model’ine asıl yanıtı okullarda öğretmenler, veliler ve öğrenciler verecektir. Çocukların ve gençlerin üstün yararı bağlamında yan yana gelebilmeyi, güçlü ittifaklar oluşturabilmeyi başarmış eğitim sendikaları başta olmak üzere eğitimin bileşenleri yaşamdan yana bir eğitim için hem düşünce hem de eylem bakımından harekete geçtiğinde iktidarın giydirmeye çalıştığı tek tip elbise askıya alınacaktır. Şairin dediği gibi, yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz bir şey var, hayatı iktidarın kavramları değil, yaşamın, eğitimin bileşenlerinin gerçek hareketi, güçleri, istekleri, arzuları, arayışlar doldurur. Pablo Freire’nin ifade ettiği gibi,[2] iktidarın “boyun eğdirme, böl ve yönet, kültürel istila, manipülasyon (hileli yönlendirme) tuzaklarına düşmeden çoğul karşılaşmalara açık “işbirliği, özgürleşme için birlik, örgütlenme, kültürel sentez” için öznellik üretimlerine devam etmeliyiz.


[1] https://www.ebs.org.tr/haber/turkiye-yuzyili-maarif-modeli-yeni-mufredat-taslagi-degerlendirmemizi-tamamladik/6071 

[2] Paulo Freire Ezilenlerin Pegagojisi, 7. Basım, Ayrıntı Yayınları.

Nejla Kurul kimdir?

Prof. Dr. Nejla Kurul, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Yönetimi ve Planlaması Bölümü'nü 1985'te bitirdi. Aynı üniversitede öğretim üyesi olarak otuz yıl çalıştı. "Küreselleşme ve Üniversiteler", Adnan Gümüş ile birlikte "Bologna Süreci Kime Hizmet Ediyor?", "Eğitim Finansmanı ve çok yazarlı KHK Öyküleri", "Başka Bir Eğitim Hikâyesi Bireyin Gelişimi Toplum ve Doğa Etkileşimi Üzerine Sorgulamalar" kitaplarının yazarı, "Kamusal Eğitim: Eleştirel Yazılar" adlı kitabın yazarı ve editörüdür.

7 Şubat 2017 tarihinde barış imzacısı olması nedeniyle 686 sayılı KHK ile yüzlerce meslektaşı ile birlikte üniversiteden ihraç edildi. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (2020) 11. Olağan Genel Kurulu'nda seçilerek Eğitim Sen Genel Başkanı olarak üç yıl görev yaptı. Halen akademik ve pratik çalışmalarını sivil akademisyen olarak sürdürüyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Okulda şiddet ve eğitim sendikalarının iş bırakma eylemi

Çoklu krizlerin arasında eğitimde şiddetin yol açtığı krizi yaşıyoruz. Bu kriz, sorunu yeniden düşünmemizi ve şiddeti engellemek için harekete geçmemizi sağlamalı. Ancak önceden oluşmuş yargılarla, önyargılarla tepkisel duygulanışlar içinde olduğumuzda çözüm üretemeyiz. Düşünceyi harekete geçiren şeyin farkına varmamız, onu anlamamız ve makro alanda olduğu kadar eğitimin en moleküler düzeyi olan okullarda ve sınıflarda yeni bir tarzda, yapabilirliklerimizin yolunu bu olayın duygusal şiddetini üzerimizde hissederek açmalıyız. Öğretmenlerin yol açıcı bir işlev görmesi çok önemli!