10 Mayıs 2020

Görme engellilerin dijital serüveni

En başından itibaren farkındalıkla dijital teknolojiyi takip etme motivasyonumun kaynağı ODTÜ'de geçirdiğim zorlu eğitim yıllarıydı

Üniversite yıllarım. ODTÜ hazırlık sınıfı, yıl 1989. Her zamanki moral bozukluğuyla geniş kolçaklı sandalyelerden oluşan sınıfın en arka sırasında, duvar dibindeyim. Adeta sığınmışım oraya. Bazen gözlerim kapanıyor, başımı duvara yaslıyor, uyuyorum.

Sonra uyanıyor, kendimi mahcup hissediyorum. Bu uyuşukluğumun nedeni derslere iştirak edemeyişim. Zira sesli ya da kabartma ders kitabım yok. Okuldaki ilk yılım olduğundan sosyal ilişkilerim de zayıf. Yanımda Walkmen dediğimiz küçük bir kaydedici cihaz var. O da henüz bir işe yaramıyor. Hazırlık Okulu idarecilerine gidiyor, durumumu anlatıyor, çözüm önermelerini istiyorum. Bir şey değişmiyor. "Birkaç kişi olsanız, size sınıf açalım. Ama teksiniz şu an. Sizin için yapabileceğimiz bir şey yok" deniliyor. ODTÜ gibi bir üniversitede çaresizliğime terk ediliyorum. Baş ağrılarım, boyun ağrılarım artıyor. Kul sıkışmayınca hızır imdada yetişmezmiş. Mutsuzluğumu fark eden ve benden nedenini öğrenen bir güzel kalpli insan, okutmanımız Zergün Pozam imdadıma yetişiyor ve belli aralıklarla ses kaydedici cihazımı alıp dersleri kasete özetliyor. Onun sayesinde bölüme geçebiliyorum.

ODTÜ'nün geri kalan dört yılı da yine kaset kitaplar ile sürüyor. Dönemdaşım olan görme engelli arkadaşlar bilirler; kasetlere kitap okutmak hayli problemlidir. Öncelikle okuyacak kişi bulmakta zorlanırsınız. Sonra bu kasetlerin içindeki ince bant bir süre sonra sıkışmaya, sarmaya başlar. Okunan bazı bölümler kopar, deforme olur, dinleyemez, üzülürsünüz.

Müzik kasetlerine okunan kitaplar ile gerçekleştirdiğimiz o sıkıntılı döneme dair anlatımları uzatmak istemiyorum. Burada muradım; dijital teknoloji öncesi biz görme engellilerin hali, ahvalini yansıtabilmek. O yılların karekteristik özelliği doğrudan bilgiye ulaşma imkanımızın olmayışıydı. Getirdiği tüm handikaplara karşın dijital teknoloji bu sorunu çözdü. Ve bizler bilgisayar aracılığıyla doğrudan, bilgi kaynaklarına ulaşmaya başladık. Bu durum görme engelliler için bir devrim niteliğindeydi.Tabii bu devrimin oluşabileceği temel alan internet ortamıydı. Bu ortama erişimimiz değerli bir hocamız Mustafa Akgül sayesinde gerçekleşti. Türkiye'de doksanlı yıllarda bilgisayar kullanan görme engellilerin sayısı iki elin parmaklarını geçmiyordu ve hepimiz el yordamıyla bilgisayar öğrenmeye başladık. Benim ilk kullandığım program "Konuşan Defter" DOS işletim sistemi altında çalışan bir tür sesli daktiloydu. Konuşan Defter ile yapabildiklerim hayli sınırlıydı. Yazımı yazıyor ve küçük disketlere yükleyebiliyordum. İnternet erişimi olmayan, printer ile çıktı alamadığım bu yazılım tüm yetmezliklerine karşın bana çok şey kazandırdı. Mezuniyetim sonrası ilk işim olan Asil Çelik telefon santralinden istifam sonrası Bursa İki Bin Gazetesi'nde çalışmaya başladım. Konuşan Defter ile evde son halini verdiğim söyleşileri disketlere yüklüyor gazeteye götürüyordum. Güzel yıllardı. O dönemde Bursa'yı yeniden öğrendim, yeni dostlar edindim. Bu vesileyle beni tüm ön yargılardan azade işe alıp medyada çalışmamı sağlayan değerli insan Saruhan Ayber'i saygıyla yad etmek isterim. DOS işletim sistemiyle kullanabileceğimiz ilk ekran okuyucu olan HAL programıyla yolumuza devam ettik. Artık PW ve Word Perfect gibi dönemin profesyonel yazılımları elimizin altındaydı. Örneğin manevi ağabeyim, körlük idolüm, İzmir'deki Türkiye Görme Engelliler Kitaplığı'nın kurucusu Gültekin Yazgan uzun süre word perfect programını kullandı. İleri yaşına karşın dijital teknolojiyi benimsedi. İngilizceden yaşlılığa dair kitaplar çevirdi, ticaret liselerinde okunan hukuk kitaplarını güncelledi.

Gültekin Ağabey ile tanışma vesilemiz de bilgisayar kullanımıydı. Burada bir parantez açıp şunu belirtmeliyim ki; en başından itibaren farkındalıkla dijital teknolojiyi takip etme motivasyonumun kaynağı ODTÜ'de geçirdiğim zorlu eğitim yıllarıydı. Beni üzen, yoran ve yetersiz olan kaset kitaplar ardından dijital teknolojiyi kullanmak elime bir sihirli değnek almak gibiydi adeta. Bursa Nilüfer Belediyesi'ndeki meslek yaşamımda olsun, emeklilik sürecimde olsun bilgisayar kapasitemi elimden geldiğince Bana ulaşan tüm görme engellilerlede paylaşmaya çalıştım.

Mezuniyetimden bir iki yıl sonra Altı Nokta Körler Derneği'nin Ankara'daki genel merkezinde gerçekleşen toplantı dijital yaşamımızda bir dönüm noktasıydı. İnternet haftasında İbrahim Elibal tarafından organize edilen bu toplantıda 7-8 görme engelliydik. Türkiye'ye interneti getiren kişi olarak bilinen Mustafa Akgül Hocamız Türkiye Bilişim Derneği'nden şu an adını hatırlayamadığım bir diğer hocamız ile bizleri dinlemeye, sorunlarımızı öğrenmeye gelmişti. Anlattık, onlar dinlediler. Mustafa Akgül Hocamız "Bundan böyle hep yanınızda olacağız, merak etmeyin. Artık internete açılmanız gerekiyor, işe aranızda bilgi paylaşımı yapmanız için bir e-posta grubu oluşturmakla başlayalım" dedi ve ülkemizdeki ilk görme engelliler iletişim grubu olan Körler Listesi BİLKENT sunucusu üzerinden böyle oluştu. Akgül Hocamızı 2017'de kaybettik. Baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş. Akgül Hocamız ardında pek çok hoş seda bırakıp bu dünyadan geçti. İnternetin ve özgür yazılımın babası olarak biliniyor.

Yazıyı okuyanlar dijital teknolojiyi görme engellilerin nasıl kullandıklarını ve hangi olanaklara ulaşabildiklerini merak edebilirler. Bu konuya daha sonra değinmek dileğiyle, esenlikler.

Yazarın Diğer Yazıları

Direnmek ve umut etmek

Mumla aydınlatılan o küçük mekânda bana acıyan vatandaşla şu an karşılaşsak acaba nasıl bir şaşkınlık yaşar ve bana neler söyler bilemiyorum. Fakat benim ona söyleyeceğim ilk sözler; "Umutsuzluk hastalıktır. Kördüm ama güzel günlerimin de olacağını umut ediyordum. Şiirler söyledim, zorluklara direndim, kendimi bırakmadım ve mutluluk sonradan geldi ve bugünlere ulaştım." olurdu düşüncesindeyim

Hakkı Baba'nın anısına saygıyla

Ben vefa duygusunu çok önemserim. Bu manada Hakkı Baba'yı, baba mizacıyla Atina Maraton sürecinde verdiği desteği unutmadım

Ölümcül maraton Kasumigaura

Alabildiğince zorlu, fizik kapasitemi hayli aşan o süreçleri nasıl göğüsleyebildim? Mantıksız inadımın kaynağında ne vardı?