"Güncel teknolojik olanakların bilincinde olmanız ve yaşamınızın her alanında; evde, okulda, sokakta, bilinçle bu olanakları değerlendirmeniz çok önemli." Çevremdeki genç görme engelli arkadaşlara sıklıkla söylediğim sözlerdir bunlar. Gerçekten de biz eski kuşak görme engellilerin eğitim ve sosyal yaşamlarında kullanabileceğimiz bilişim olanakları yoktu. Örneğin sesli bilgisayarlar, sesli telefonlar, seslendirilmiş dijital kitaplar yoktu. Eğitim yaşamımızı Braille ders notları ve müzik kasetlerine yapılan ses kayıtlarıyla zor koşullarda sürdürüyorduk. Ancak şimdi durum çok farklı. Pek çok sesli dijital olanak görme engelliler tarafından kullanılabiliyor. Tek ve mühim sorun bu cihazları artık satın alamayışımız. Bu sebeple bizler için hayati önem taşıyan dijital ürünlere vergi muafiyeti yapılması gerekiyor. Dijital ürünler aracılığıyla neler yapabildiğimizi genellersem: Ekran okuyucu programlarla bilgisayarları, ses programlarıyla akıllı cep telefonlarını rahatlıkla kullanabiliyor, banka işlemlerimizi, sosyal medya ve mail hesaplarımızı, haberleşme programlarını başarıyla yönetebiliyoruz. Sesli cep telefonlarımıza yükleyebildiğimiz ve bilhassa yalnız yaşayan görme engellilerin ev pratiklerini oldukça kolaylaştıran programlar da mevcut. Bu yazılımlar aracılığıyla gönüllü bir kişiye günün herhangi bir saatinde ulaşabiliyor ve o an ihtiyacınız olan görsel desteği kameradan alabiliyorsunuz.
Sherman anıları canlanıyor
Gecenin geç saatlerinde ayaktayım. Cep telefonumdan yönetebildiğim çamaşır makinesine kirlilerimi atma hazırlığı yapıyorum. Tabii ilk aşama renkliler ve beyazların ayırt edilmesi... Bir giysimin hangi renk olduğuna karar veremiyor ve gönüllü desteğine ihtiyaç duyuyorum. Gerekli programı telefonumdan açıyorum, yüzlerce gönüllü arasından bir kadın arkadaş karşımda. Kısa bir hâl hatır sorma ardından giysimi gösteriyor ve rengini öğreniyorum. Artık alışkanlık oldu, o saatlerde çoğunlukla yurt dışından (Bilhasssa ABD ve Avusturalya) gönüllü desteği geldiğini bildiğimden programı kapatmadan ve uygun bir üslupla soruyorum: "Pardon, siz hangi ülkedesiniz?" Böyle sormamdaki motivasyon daha önce gittiğim o ülkelerden bir gönüllüyle karşılaşabilmek. O ülkeye dair birkaç kelime konuşmak bana iyi geliyor. Oralardaki sportif anılarımdan esintiler oluşuyor. Hissettiğim güzel duygularım tekrar canlanıyor. Çamaşır yıkama hazırlığı yaptığım gece de böyle oldu. Klasik sorum sonrası gönüllü arkadaş Colorodo Denver'de yaşadığını söyledi. Bahçeşehir Üniversitesi mezunuymuş ve yaşamındaki hedefler onu Denver'e taşımış. Telefonumdaki sesin Colorado Denver'den geliyor olmasından mutluluk duymuştum. Zira Colorado, Sherman, Denver anılarımda yer alan unutamadığım isimlerdi. 2014 yılında dostlarımız İnanoğlu Ailesi'nin Boston'daki evlerinde bir süre konaklamış, Texas üzerinden Colorado'nun başkenti Denver'e uçmuştuk. Beş Kıtada Beş Maraton Beş Zirve projemin maratonlar ardından dördüncü dağ etabı olan 4280 metre Sherman Zirvesi Colorado'daydı. Colorado Sherman etkinliğinden söz ederken ABD'de yaşayan Türklerce kurulan Bridge to Türkiye (BTF) Derneği yönetimine, Başkan Emin Pamucak'a, Başkan yardımcısı Ela Eşkinazi'ye içtenlikle bir kez daha teşekkür etmek isterim. ABD ve Avusturalya tırmanışlarıma BTF ve birkaç gönüllü desteği olmasaydı Beş Kıtada Beş Maraton Beş zirve projemi tamamlayabilmem belki de mümkün olmayacaktı. Beni BTF ile tanıştıran Turgut Keskin'e de ayrıca teşekkürler.
Fourmile vadisine yolculuk
Denver Havaalanı'ndan bir araç kiralayıp tırmanış öncesi kamp yapacağımız Fourmile Bölgesi'ne birkaç saat içinde ulaşmıştık. Sherman Ağrı, Klimenjero ve Month Blanc tırmanışlarıma kıyasla zorluğu az bir dağdı. Fourmile Vadisi'nin bitimindeki eski maden ocağının hemen altından bir patika ile rotaya giriliyordu. Risksiz denilebilecek bir bölgeden kayalıklara ulaşılıyordu. Dikkatli olmam gereken mıntıka da burasıydı. Kayalıkların üst başı ise 4820 metre Sherman Zirvesi'ydi. Asıl kaygım binlerce km uzaktan önce Boston'a, iki gün sonra da Denver'e gelip, üçüncü ve dördüncü günlerde de tırmanışa geçmekti. Jetlag etkisinden çıkmış gibiydim. Buna rağmen Türkiye ile 9 saat zaman farkı olan bir bölgede 4000 metrenin üzerine yükselmek atmışına merdiven dayamış bir görme engelli olarak beni düşündürüyordu.
Dağa göz değil yine yürek tırmanmalı
Gece olmuş çadırlarımıza çekilmiştik. Fakat Ağrı, Klimenjero ve Maunth Blanc'ta yaşadığım zorlukları, baş ağrılarımı, mide bulantılarımı ve halsizliğimi anımsayışım devam ediyordu. Her şeye karşın o dağlarda başarmış, salimen tırmanmış ve inmiştin. Soğukkanlı olmalı burada da başarmalıyım diye kendimi telkin ediyordum.
2002 Ağrı Zirve tırmanışında olup bitenler, Bora Balya'nın zirve yakınlarında, o fırtınalı havada "Necdet derin nefesler al..." diye haykırmaları aklıma geliyordu. Evet Sherman'da da yükseldikçe daha derin ve geniş nefesler almalı, ODTÜ Dağcılık Kolu Antrenörü Nevzat Öntaş'ın taşıyacağı çan sesine ve tutunacağım kayalara yürekten yoğunlaşmalıydım. Ve dağa göz değil yine yürek tırmanmalıydı. Bu içsel konuşmalarım sürüp giderken heyecanım yatışmış uykuya dalmıştım…
Kar dilimlerinde kondisyon
18 Temmuz 2014 sabahı erkenden kalktık. Hakan İnanoğlu ve İlker Tünay kahvaltı hazırlıyorlardı. Çadırdan biraz geç çıktığım için Doğan Hocayla sohbet eden Nevzat bana dönüp her zamanki şakacılığıyla; "Sen nasıl dağcısın, uyumaya mı tırmanmaya mı geldin buraya?" diyordu. "Hocam, olur mu erkenden kalktım. Çadırda eşyalarımı düzenliyordum." diyerek cevapladım.
Çadırda eşyalarımı düzenlemek benim için önemli ve problemli bir konuydu. Gerçi tüm dağcılar için de böyle olduğu söylenebilir. Küçücük bir alanda ve oturup sağa sola dönerek sınırlı haraketlerle bir dolu iş yapmanız gerekiyordu. İşin gerçeği dağlarda çadır yaşamı bu yönüyle gözümde büyümüş bana zor gelmiştir. Hele kış etkinliklerinde. Tabii bir de işin keyif yanı var. Metrelerce karın üzerinde, kış koşullarında çadırınızın size sağladığı konforu da unutmamak gerekiyor.
Kahvaltı ardından çantamı bir kez daha kontrol ettim. Çanım yanımdaydı. Çıkartıp Nevzat'a verdim. O da diğer dağlarda olduğu gibi sırt çantasının arkasına bağladı. İki batonum sağ elimde, sol elimle Nevzat'ın koluna girip bir süre böyle yürüdüm. Zira yol hayli genişti. Bugün ortalama 3000 metre çıkıp prova tırmanışımızı yapmak istiyorduk. Asıl rotanın bir patika olarak başladığı eski maden ocağına yaklaşırken "Hocam" dedim, "Ben artık çan sesi ile geleyim. Daha kolay olacak."
Çan sesini takip etmeye başladıktan kısa bir süre sonra kıştan kalmış büyük kar dilimleriyle karşılaştık. Kar dilimleri hemen sağımızdaki yamaçtaydı. Nevzat, "Haydi Necdet, biraz pratik yapalım, kondisyon olsun..." dedi. Kendisi patikada durarak beni yönlendiriyordu. Onun anlatımları ile yükselip ilk kar dilimine ulaştım. Yamaç ve vadi eğimlerine göre yan basarak kar diliminin bir ucundan diğerine keyifle gidip geliyordum. Bir süre sonrada topuk basarak emniyetle aşağıya indim. Diğer arkadaşlarda Nevzat'ın yanında beni izlemişler, performansımı kutluyorlardı.
O gün planladığımız üzere 3000 metre civarına ulaşıp geri döndük. Rota, Ağrı yeşil kampından 4200 metre kampına çıkmak gibiydi. Biraz kondisyon biraz dikkat yeterli oluyordu. Fakat buradan sonrası bir miktar sorunluydu. Zira zirveye değin kayalıklar vardı. Bu bölgede zaman zaman tutunarak geçmem gereken yerler olacaktı.
Self balans hazırlığım
Riskli geçişler için diğer dağlarda yaptığım gibi sırt çantamı özenle ağırlık noktası belime, pelvis kemiğime gelecek şekilde doldurmalı ve yükü alt gövdeme oturtmalıydım. Sırt çantası taşımaktaki bu olağan tekniği riskli yerlerde dahada önemsiyordum.
Yıllar önce Bey Dağları geçişinde (1993 ya da 1994) kazandığım bir farkındalık vardı: "Self Balans"... Farkındalık diyorum zira bu benim için bir hissediş. Bu hissedişim olduğu sürece, dağlarda rahat tırmanıyorum. Belki inanmayacaksınız ama bilhassa çıkışlarda bastığım taşları ayağımın altı ile görür gibi oluyorum. DKSK (ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu) 2. Bey Dağları ekspedisyonunda Tahtalı Zirvesi'ne yaklaşırken kendiliğinden beynimde oluşan Self Balans sözcüğü benim için içsel denge ve konsantrasyonu ifade ediyor. Bu dengeye ulaşmamın ilk adımı; düşünceleri bırakmak, tüy gibi hafif olmak, çantamı sırtımda bir kambur olmaktan çıkartıp kendimle bütünleştirebilmek. Ayakkabılarım ve diğer dağcılık giysilerim de öyle, hepsi benden birer parça olmalı. Hiçbirisini fazlalık olarak hissetmemeli, ayak tabanlarımdan omuzlarıma değin o bütünsel yoğunluğa ulaşmalıyım. En önemlisi de her tür tartışmadan azade bir ekip uyumu. Beraberce tırmandığım arkadaşlarla gönül bağım olmalı. Gönüllerinde onlar beni görmeliler, ben de onları.
Sherman zirvesindeyiz
19 Temmuz 2014 günü yaklaşık 5 saat süren bir çıkış ardından öğle saatlerinde Sherman Zirvesi'ne ulaştık. O gün berrak çok güzel bir havanın olması tırmanışı daha keyifli hâle getirmişti. Arkadaşlar önde biz Nevzat ile arkadan gidiyorduk. Nevzat'ın çantasına asılı çanın sesine yoğunlaşmaya, çıkardığı armoniyle yüreğimi, bedenimi uyumlamaya çalışıyordum. Bu berrak havada yükseldikçe dahada mutlu olmuştum. Zirve'nin altındaki kayalık bölgeye vardığımızda güneş parlıyor, yüreğim ısınıyordu. Verdiğimiz molalarda soluklanıyor, geriye dönüp karşı dağlara bakıyorduk. Nevzat oraları bana tanımlıyordu. Büyük ve çok yüksek bir balkondaydım sanki. Görkemli bir genişlik hissediyordum. Hoş duygular içindeydim. Yüreğimi genişleten bu doğal balkonlardan ayrılıp, zirveye yakınlaştık.
Hafta sonu olduğu için epeyce tırmanıcı erken saatlerde 4280 metreye ulaşmıştı. Zirve'nin bir bölümünde erimemiş büyük bir kar kütlesi gözüküyordu. Yarım saat geçmeden oradaydık. Bizden daha önce zirveye ulaşmış olan Arkadaşlar beni kutluyorlardı. ABD'li iki kadın dağcı da benimle ilgileniyor, hangi amaçla buralara geldiğimi merak ediyordu. Onlara Beş Kıtada Beş Maraton Beş Zirve öykümü özetledim, tıpkı Avusturalya Kosciuszko Zirve Noktası'nda dağcı bir çifte anlattığım gibi.
Sherman Zirvesi'nde soluklanma ve gıda takviyesi ardından sıra fotoğraf çekimlerine gelmişti. Bu etkinliğin benim için bir de manevi yönü vardı. Gültekin ağabeyim de yanımdaydı. Onun TÜRGÖK'den gönderilen portresini çantamda taşıyordum.
Manevi ağabeyim Gültekin Yazgan
Bu tırmanışı körlük idolüm ve Manevi Ağabeğim Gültekin Yazgan liderliğinde 2003'te İzmir'de kurulan Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı yararına gerçekleştiriyorduk. Kampanyamızın sloganı da "Görmeyenler İçin Bir Mum da Siz Yakın" şeklindeydi. Toplanan bağışlarla üniversite sınavlarına hazırlanan görme engelliler için sesli ve kabartma test kitapları basılacaktı. Ayrıca bir Türk Şiir Antolojisi de benim adıma basılmıştı. Kapağında Braille harfleriyle kampanyadan söz eden ve "Necdet Turhan'a teşekkürler" ifadesiyle biten bu kitabı evimde itina ile koruyor, zaman zaman açıp okuyor ve duygulanıyorum. Belleğimde bir armoni, bir senfoni gibi Boston, Danver, Colorado, Sherman fotoğrafları canlanıyor. Oraları tekrar hissediyorum. Hele dağdan indikten sonra gittiğimiz Salinda kasabası yakınlarındaki Arkansas Nehri'nde yaptığımız 25 km rafting, o muhteşem kanyon, o muhteşem gün... Sonra TÜRGÖK'ün kuruluş yıldönümünde Sherman da Gültekin ağabeyin portresini taşıdığımı anlatırken kendimi tutamayıp ağlayışım… Duygular, duygular "hayali cihana değen " güzel duygular…
Gültekin Yazgan ve Necdet Turhan
Zirve'de Gültekin ağabeyin portresi dışında Nevzat Öntaş'ın sürekli çantasında taşıdığı Ay Yıldızlı Bayrağımızı ve pankartlarımızı da açtık. Dağları hissedişimdeki derinliği anlatan "Dağa Göz Değil Yürek Tırmanır" pankartı da yanımızdaydı.
Sherman da bilhassa öğle sonrası gök gürültülü sert yağışlar başlıyordu. Bu nedenle fazla oyalanmadan aşağıya inmeliydik.
İnişler benim için çıkışlardan daha zorlu ve riskli oluyordu. Self Balans farkındalığımı inişlerde oluşturmak hayli güç, hatta imkansızdı. Bazen eğilip vücudumu küçültüp dengemi sağlıyor ve botonlarımı öyle uzatıyordum. Çıkışa göre boylarını uzatmış olsam da batonlarım kısa kalabiliyor. Bu durumda batonlarımı perlonlarından bileklerime takıyor, indiğim kayanın bir çıkıntısına tutunup ayaklarımı daha aşağılarda bir yerlere basmaya çalışıyordum. İnişlerde elden geldiğince küçülmeye ve sakin olmaya dikkat etmem gerekiyordu. Tabii bunlar da zaman alıyor. İniş süresi daha da uzayabiliyordu.
Arkansas Nehri’nde rafting
Kamp yerinde hava patlıyor
Zirve dönüşü yüreğimde oluşan dilek; yağış başlamadan kayalık ve dik bölgeyi geçebilmekti. Şansımız yaver gitti ve oraları sorunsuz inebildik. Nevzat bir kar kulvarı fark etmişti. Kulvarda kar parçalar halindeydi ama burası hem kestirme hem de daha güvenliydi. Topuk basarak güle oynaya çan sesini takip ettim ve kesme atıp eski maden ocağına inen patikaya ulaştık. Haydi artık geçmiş olsun, etkinlik bitti sayılırdı. Doğan Çömez, İlker Tünay ve Hakan İnanoğlu aşağıda bizi bekliyorlardı. Hepimiz neşeliydik. Sıcak sıvı alıp bir şeyler atıştırdık. Bu bizim son molamızdı. Arabalarımızın beklediği toprak yola çok yakındık.
Kamp yerine indikten kısa bir süre sonra Doğan Hoca, Nevzat ve ben çevreyi dolaşmaya çıktık. Hemen yanımızda küçük bir nehir akıyordu. Yoğun çam ağaçları altından akan bu nehrin kıyısındaydık. Ben bir kayada oturarak Nevzat ve Doğan Hoca'yı bekliyordum. Onlar karşı yakaya geçerek daha aşağılara inmişlerdi. Bir süre sonra karşıdan seslerini duydum. Bana bağırıyorlardı, "Çabuk toparlan sert bir yağmur geliyor."
Koşturarak çadırlara döndük. Hava gök gürültüleri ile bir anda patladı. Yağmur ardından da dolu başlamıştı. Öylesine bir yağmur öylesine bir dolu yağışı ki kısa bir süre içinde çadırları çökertecek gibi yağan doludan her taraf bembeyaz olmuştu. Böylece Sherman'ın bir anda başlayan sert yağışını da görmüş olduk. Allah'tan tırmanış bitmişti ve emniyetli bir ortamda kamp yerindeydik.
Herkesin dağlarda emniyette olması dileğiyle.