12 Haziran 2020

Peki…Yarın? (3)

Pandemi durulacak; çok daha püsküllü bir bela ama kızamık gibi, sıtma gibi, grip gibi, bu virüs de bizimle yaşayacak, biz onunla yaşamaya alışacağız. Ama ya ötekiler? Ya iklim?

Hakikat üç aşamadan geçer:

Önce onunla dalga geçilir; sonra şiddetle inkar edilir; daha sonra 'Zaten her şey ortada' denilerek kabul edilir.

Arthur Schopenhauer

Dünya bize atalarımızdan kalmadı. Onu biz torunlarımızdan ödünç aldık.

Kızılderili Atasözü

 

Söylediğimiz her yalan, hakikate borcumuzu artırır.

TV dizisinden

Aslında başlığı değiştirmek gerekir; başlık, SONA DOĞRU… olsa yeridir.

Mahşer! Kıyamet!

İki hafta önceki ilk yazıda Hiç kuşku yok ki karşımızda devasa bir sorun var.

Şimdilik bu lanet virüsün gölgesinde kalmış gibi olsa da,

daha büyük sorunlar -büyüyerek ve ağırlaşarak- yerinde duruyor.

Bunlardan ilki, sonumuzu getirecek olan küresel iklim krizidir.

Bunlardan daha ezeli olanı -ve, iklim krizi gibi, kader olmayanı-

eşitsizlik, adaletsizlik, yoksulluk rezaletidir demiştim.

Bugün işte sonumuzu getirecek olan küresel iklim değişikliğini görüşmek istiyorum.

3 yazılık bir serinin son yazısı bu. Hem en kolayı, hem en zoru.

Kolay, çünkü yazının konusunda bilinmeyen/kabul edilmeyen hiçbir şey yok, kalmadı.

Zor, çünkü dünyanın gittiği sonu haykıran, uyaran çığlığa zayıf da olsa bir ses eklemek… kolay değil.

Yıl, galiba 2001. Bir grup yetkin insan Forum İstanbul adı altında uluslararası bir sempozyum düzenleme kararı aldı. TEB Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Canevi başı çekiyor, organizasyonu Şeref Özgencil ve ekibi üstlenmiş. AnaBritannica'da Osman Kavala ile ortağımız Selahattin Beyazıt da destek verenler arasında. Forum iki gün, dünyanın her köşesinden konuşmacılar var. Yılın en önemli faaliyetlerinden biri haline geliyor.

Öğle yemeği konuşmacısı bir ABD'li profesör. Kalıbı façası yerinde, NASA referanslı bir adam. Bir konuşuyor! Bir bilgili! Bir emin! Efendim, iklim değişikliği doğanın ruhunda var. Periyodik olarak bunlar olur, gelir geçer. Buz çağı yaşanmadı mı? Geçmedi mi? Bu paniğe ne gerek var?

Şimdiki baş belası Trump(lar) işte o tür profesörlerin rahle-i tedrisinden geçmiş olmalı. Paris anlaşmasından çekilmek… Dünya Sağlık Örgütü'ne gözdağı, kendi ülkesini yakıp kavurmaya başlamış küresel bir salgına burun kıvırmak!..

Bugünü yaratan, işte bu yaklaşım, bu inat, bu inkar ve… bu düzen!

Buzullar eriyor. 2,5 milyon kilometre kare, yani 3 Türkiye büyüklüğünde buzul alanı gitti, bitti. Buzullar eriyince ne oluyor? Güneşin ısısı ve ışını geri yansımıyor, yeryüzünde kalıyor, sıcaklık artıyor; buzullar eridikçe deniz yükseliyor, okyanusların kimyası değişiyor.

Sıcaklık arttıkça ne oluyor? İklim değişiyor. Binyıllardır hakim iklime alışmış, uyum sağlamış bütün canlılar bundan etkileniyor. Her gün, her mevsim, her yıl atmosfer olaylarında rekorlar kırılıyor; kah yağmurlar tufana dönüşüyor, kah görülmemiş kuraklık kavuruyor ülkeleri, kıtaları.

Eko-sistem altüst oluyor. Flora da fauna da yok oluyor. İnsan eliyle! İnsan aymazlığıyla!

Tarım bitiyor. Her dakika bir canlı türü yok oluyor. Sıra insan soyuna geliyor.

Naomi Klein'ı okusanız, bizim Ömer Madra'yı yarım saat dinleseniz uykunuz kaçar. Bir gece değil, her gece. Durum o kadar vahim!

Bunu yaratan kim? İnsanoğlu. Bunu yaratan ne? Küreselleşme ile sömürüsü ayyuka çıkmış olan kapitalist sistem. Buna çareyi kim bulacak? İnsanoğlu. Nasıl? Yöneticileri eliyle. Yöneticileri kime/neye tabi? Ekonomik sisteme. Ekonomik sistem ne? Kapitalizm!

Bu sarmalı böyle ana hatlarıyla değil, incelte incelte, her alanda, yadsınamaz pek çok örnekle sergileyebiliriz. Sonuç aynıdır: İklim değişikliğini yaratan ne? Kapitalist dünya düzeni!

Sorunu yaratan sorunu çözebilir mi? Görülmüş şey değil! Peki çözüm? Sistemin baştan ayağa ve hızla değişmesi… İklim değişikliğiyle yok oluşa koşumuzun temelinde de aynı düzen, aynı sistem yatıyor. Sorunu yaratan düzenle sorunu çözmek mümkün mü? Değil. Demek ki, kapitalizmi alt etmedikçe, mahşeri önleyemeyiz.

İşte bunu nasıl yapacağımızı düşünmemiz gerekir.

Murat Belge birkaç gün önce başka bir bağlamda şu çarpıcı denklemi ortaya koymuştu:

Gayrimeşru yasallık / Yasadışı meşruiyet

Hukukdışı bir yasallık hüküm sürüyorsa yasadışı bir adalet arayışı da olabilir.

Mücadele yollarını bu ifadede arayabiliriz.

Sonuç:

Covid-19 küresel salgını, küresel yoksulluk, eşitsizlik, adaletsizlik ve küresel iklim değişikliği… Bunların üçü de bağlantılı, ilintili sorunlardır. Biraz daha derine inersek, Minneapolis'teki polis barbarlığı ile sembolleşen, yerküreye yaygın zulüm ve gaddarlık gibi pek çok tekil görünen sorun da bu dünya düzeninin ve onun getirmekte olduğu feci sonun bir parçasıdır.

Pandemi durulacak; çok daha püsküllü bir bela ama kızamık gibi, sıtma gibi, grip gibi, bu virüs de bizimle yaşayacak, biz onunla yaşamaya alışacağız. Ama ya ötekiler? Ya iklim?

Bir düşünelim: Tarım yok. Tahıl, pirinç, bakliyat, meyve, sebze yok.

Çünkü arılar, yarasalar yok olmuş, tozlaşma olmuyor. Hayvan, hayvancılık yok. Kümes hayvanları yok. Göl, ırmak, deniz ölü. Balık, yok, hiçbir su ürünü yok. Beslenme doğadan ve doğal ürünlerle olmuyor. Şu anda bile dünyada 2 milyar insan, insan varlığının dörtte biri, içecek temiz sudan mahrum…

Ve 'piyasalar' hala tüketim, para, kâr üstünde dönüyor. Covid-19'a aşı bulmak için ilaç üreticileri niçin zamanla ve birbirleriyle yarışıyor dersiniz? Elbette insanlığı bir an önce bu bela karşısında tahkim etmek, düze çıkartmak için, değil mi?

Çok beklersiniz! Patent! Satış! Kâr! Hisse senetleri! Gerisi hikâye…

Dünya işte böyle bir geleceğe dörtnal gidiyor. Gerçek bu. Hakikat bu. Ve söylediğiniz her yalan, inkar ettiğiniz her gerçek, sizi de yarattığınız ve yaşattığınız hayatı da hakikate, adı kıyamet olan hakikate daha çok borçlu kılıyor!

Engels'ti insanlık tarihi henüz başlamadı, diyen. Adına 'uygarlık' dediğimiz insan gelişmişliği, gelip gelip Trump gibi bir hödüğe toslamışsa… Bu gidişle başlamadan bitecek.

Peki, çözüm nedir Nazar Efendi!

Atmosfere karbon salımını sıfırlamak. Temel adım, mülkiyetin tamamen ve sonsuza kadar lağvedilmesiyle atılabilir. Belki bu, Covid-19, akılları başa getirecek, hayırlı bir musibet olur; neyin ne olduğunu, neyin tehlikede olduğunu, neyin önemli olduğunu anlamamız için…

İnsanlık tarihinin başlaması için!

Ne var ki, “Zenginin malından geçmesi, devenin iğne deliğinden geçmesinden müşküldür.”

Bu da doğru…

Günü Halim Şefik'le kapatalım:

“Mihnet-i dünya ile mahzun olan

Bir ben miyim”

Ne gezer

Yazarın Diğer Yazıları

"Ferman padişahın..."

Bu konuyu parça bölük daha önce de yazdım. Lakin ne yaparsın, bu ülkede 10-20 yıl önce yazılanlar da günceldir; yayımla, yadırganmaz... Korkarım bu gidişle gelecek de güncel olacak. 20 Eylül Pazar günü Ruhi Su'nun 30. ölüm yıldönümü nedeniyle bir anma gecesi düzenlendi. Ruhi Su Dostlar Korosu, Boğaziçi Caz Topluluğu konser verdiler. Onun yaşamından, şiirlerinden kesitler, örnekler dinledik. BBC Türkçe radyosunun 1975'te Londra'da onunla yaptığı görüşmeyi izledik. Konuşmacıydım. Söylediklerimin özeti şöyle...