28 Ocak 2021

TÜİK "Kral çıplak" dedi!

Kişi başı gelirde beş katı aşan farklılık değil, tüketimde de buna yakın oranda ortaya çıkan farklılık ülkenin Batısından Doğusuna ne kadar büyük bir ekonomik düzey farklılaşması (ya da yoksulluk) içinde olduğunu gösteriyor

TÜİK geçen yıla ilişkin il bazında GSYH gerçekleşmelerini (1) açıkladı.

"Milli Gelir" olarak da bilinen ve bir yılda bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin parasal (piyasa) değerlerinin toplamını gösteren GSYH bir ülkenin ekonomik refahının en önemli göstergesi olarak kabul ediliyor.

Bu hâsıla hızlı büyüdüğünde hükümetler kendilerini çok başarılı sayıyor. Diğer yandan bu hâsıla ya da gelirin nasıl bölüşüldüğü, büyümenin hızı kadar, hatta ondan çok daha önemli. TÜİK'in sözü edilen bülteninde bu bölüşüme ilişkin veriler mevcut. Buna göre:

En yüksek payı (tahmin edilebileceği gibi) yüzde 30,7 ile İstanbul aldı (1 trilyon 327 milyar 452 milyon TL). İstanbul'u, yüzde 9,2 ile (395 milyar 731 milyon TL) Ankara ve yüzde 6,1 ile (263 milyar 38 milyon TL) İzmir izlerken; son üç sırada 4 milyar 134 milyon TL ile Tunceli, 3 milyar 399 milyon TL ile Ardahan ve 2 milyar 840 milyon TL ile Bayburt geliyor.

Bu arada "en büyük beş ilin, toplam gelirin yüzde 53,7'sini aldığının" altını da çizelim. Yani ülke genelinde milli gelir ya da toplumsal refah belli merkezlerde toplanmış durumda. Bu çok önemli bir çarpıklık göstergesi.

Ağrı'nın geliri İstanbul'un gelirinin beşte birinden az

Ancak bunun kadar önemli bir başka sorun daha var. İllerde kişi başına düşen (ya da düşmeyen) hasılanın ya da gelirin dağılımı.

Kişi başına GSYH'de İstanbul 86 bin 798 TL ile ilk sırada yer alırken, onu 81 bin 228 TL ile Kocaeli ve 71 bin 27 TL ile Ankara izledi. Son üç sırada ise; 18 bin 708 TL ile Van, 17 bin 465 TL ile Şanlıurfa ve 16 bin 727 TL ile Ağrı gibi iller yer alıyor.

Bir konuyu netleştirelim: Milli gelir, yurt çapında da, illerin kendi içinde de eşit dağılmıyor. Buna rağmen, sanki eşit dağılıyormuş gibi sunuluyor (dolayısıyla da bizi yanıltıyor). Bunun sonucunda böyle büyük boyuttaki gelir eşitsizlikleri gizlenmiş oluyor.

Bu yanılsamaya rağmen (yani eşit dağıtılmış olarak kabul etsek dahi), bir gerçek yüzümüze çarpıyor:

Geçen yıl Ağrı'da yaşayan bir yurttaşımız İstanbul'da yaşayan bir yurttaşımızın elde ettiği gelirin beşte birinden az bir geliri elde edebildi (yüzde 19). Buna uygun olarak hayatını sürdürmeye çalıştı.

Bu noktada şöyle bir itiraz gelebilir: "Sözü edilen Doğu ve Güney Doğu'daki bu illerde yaşam İstanbul'a göre daha ucuzdur (örneğin ev kiraları ve gıda gibi). Bundan emin olamayız. Buna rağmen yaşamın bu bölgelerde daha ucuz olduğunu kabul etsek dahi eşitsizlikler azalmıyor.

Bunu da yine TÜİK'in 4 Kasım 2015 tarihinde yayımladığı bir bültende (2) yer alan ve bölgelere ve illere göre tüketim harcamalarının dağılımını içeren araştırmasından görebiliyoruz.

İstanbul Kuzey Doğu Anadolu Bölgesinin 13 katı daha fazla tüketiyor

Buna göre; (2012-2014) yılları arasında yapılmış olan toplam hane halkı tüketim harcamalarının yaklaşık yüzde 25'i tek başına İstanbul'da, yüzde 14,6'sı Ege Bölgesi'nde, yüzde 12'si Akdeniz Bölgesi'nde; buna karşılık sadece yüzde 1,9'u Erzurum, Ağrı, Kars ve Iğdır'ın aralarında bulunduğu Kuzeydoğu Anadolu Bölgesinde gerçekleşti. Buna Ortadoğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri de katıldığında bu oran ancak yüzde 10,7' ye çıkabiliyor.

Bu bölgelerde tüketim harcamalarının çok önemli bir kısmı konut (kira), gıda gibi kalemlere ayrıldığından eğitim, eğlence ve kültür gibi harcamalar için geriye para kalmıyor.

Eğitime ayrılan pay sadece yüzde 1

Örneğin, eğitim için Kuzeydoğu Anadolu'da ayrılan pay sadece binde 4. Tüm Bölgedeki pay ise sadece yüzde 1,1. Eğlence ve kültüre ayrılan pay ise yine Kuzeydoğu Anadolu'da yüzde 2'nin altında (yüzde 1, 9). Tüm Bölge ortalaması ise sadece yüzde 2,3.

Yani hem ekonomik büyümenin temel sürükleyicisi olduğu, hem de refahın temel göstergesi olduğu kabul edilen tüketim harcamalarından ülkenin Doğu ve Güneydoğusu payını yeterince alamıyor.

Kısaca, sadece kişi başı gelirde beş katı aşan farklılık değil, tüketimde de buna yakın oranda ortaya çıkan farklılık ülkenin Batısından Doğusuna ne kadar büyük bir ekonomik düzey farklılaşması (ya da yoksulluk) içinde olduğunu gösteriyor. Bunlara, demokratik hak ve özgürlüklerin kullanımı konusundaki farklılıklar da dâhil edildiğinde, bu ayrışmanın daha da büyük olduğu ortaya çıkıyor.

"Bölgesel kalkınma farklılığı" konuyu açıklamaya yetmiyor

Gelir düzeyi farklılığını sadece "bölgesel kalkınma ve gelişme farklılıkları" ile açıklamak mümkün mü? Ya da bu noktada (farklılıkları azaltmak için) "bölgeye daha fazla yatırım yapmak" gibi öneriler yeterli mi?

"Bölgesel kalkınma farklılığı" bazı çevreler tarafından çok başvurulan bir açıklama olsa da, sadece bir sonuç olabilir. Bu sonuca yol açan daha derindeki, temel ekonomik, politik ve sosyal nedenlerin neler oldukları ortaya konulmalı ve bunlara uygun çözümler önerilmeli.



Dipnotlar:

(1) TÜİK, İl Bazında Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, 2019, https://www.tuik.gov.tr (27 Ocak 2021).

(2) TÜİK, Hane halkı Tüketim Harcamalarının Bölgesel Dağılımı Araştırması, Kasım 2015.

Yazarın Diğer Yazıları

Asgari ücret artışı konusu “gerçekleşen-beklenen enflasyon” tartışmasına sıkıştırılmamalıdır!

Enflasyonla mücadele ya da ücret artışları, sınıflı bir toplum olan kapitalizmde sınıflar üstü sonuçlar yaratmaz, yani tarafsız değildir. Bu nedenden dolayı da bu konularla ilgili tarafsız kalınamaz, emekten yana tavrın çok daha net ortaya konulması gerekir

Ekonomik sorunlar derinleştikçe savaş rüzgârları estiriliyor

Çok ciddi bir ekonomik kriz ve toplumsal bir çürümenin ve çöküşün yaşandığı ülkemizde bu çöküşün asıl sorumluları, bu çöküşün sorumluluğunu savaşa yükleyip, böylece işin içinden sıyrılmak istiyor olabilirler mi?

Denize düşen yılana sarılırmış…

Olası bir saldırıdan potansiyel olarak en fazla zarar görebilecek kesim büyük mülklerin, işyerlerinin ve zenginliklerin sahibi olan sermaye sınıfı olacağından, eğer bir çelik kubbe inşa edilmek isteniyorsa bunun finansmanı bu kesimlerden alınacak servet vergisi ile yapılmalıdır

"
"