15 Eylül 2020
Bugün itibariyle bizleri ciddi olarak endişelendiren birçok şey var ama bunlardan ikisi hayatımızı zehir etmeyi sürdürüyor: Korona salgınının artık kontrolden çıkmış olması ve işsizlik ve enflasyon başta olmak üzere ekonomik sorunların artık dayanılmaz boyutlara erişmesi.
İşin kötüsü ülkeyi yönetenlerin, sorunları çözmekle ilgili birinci derecede sorumlu olanların, her iki sorunla da nasıl baş edileceği konusunda elle tutulur bir çözümleri de, bu çözümlere dönük gerçekçi bir vizyonu da yok.
Öyle ki siyasal iktidarın salgın ile ilgili vizyonu gece 12’den sonra müziği yasaklamak, yatsı namazından sonra Korona duası okutmak, olmadı halkı önlem almamakla suçlamakla; krizle ilgili vizyonu ise Bireysel Emeklilik Sigortası’nda biriken 150 milyar liraya göz dikmekle sınırlı.
Daha da kötüsü, siyasal iktidarı doğru önlemleri almaya zorlayacak, olmadı kendi doğru çözüm ve seçenekleriyle toplumun karşısında çıkacak; böylece hem salgını geriletecek, hem de ülkenin asıl ihtiyacı olan radikal sosyal, ekonomik ve politik değişimi gerçekleştirecek demokratik mücadeleyi örgütleyebilecek ve buna önderlik edebilecek niteliklere sahip, örgütlü ve diri bir muhalefet de yok.
Hatırlayalım, Korona salgını ile birlikte siyasal iktidarın önünde kabaca çözmesi gereken iki sorun oluşmuştu. İlki, salgının yayılma hızını yavaşlatmaktı. Bunun için de (yanlış bir yönelimle) Haziran’dan itibaren başlatılan erken açılma ile sürü bağışıklığı stratejisi uygulanmaya başladı. Buradaki amaç insanların bu yolla virüse karşı sözde bağışıklığını artırmaktı.
İkincisi ise, erken açılmayla; üretim, dağıtım ve ticari faaliyetleri serbest bırakarak, ekonomide çarkların yeniden dönmesini sağlamak, böylece hızlı bir toparlanmayı gerçekleştirmekti.
İkisi de olmadı, dahası işler çok daha kötüleşti, sorunlar içinden çıkılamaz bir hâl aldı.
İlkinden başlayalım. Resmi verilere göre 14 Eylül’de günlük vaka sayısı en yüksek sayıya ulaşarak 1716 oldu ve o gün 63 insanımızı kaybettik. Yoğun bakımdaki kritik hastaların sayısı ise 1301’e yükseldi.
Kısaca salgının en etkili olduğu Nisan ayındaki durumdan çok daha kötü bir durumla karşı karşıya kaldık. Bazı yorumcular ülkenin bugünlerdeki halini (özellikle de Ankara’nın durumunu) İtalya’nın Mart ayında karşı karşıya kaldığı feci duruma benzetiyor.
Daha önceki yazılarımızda sıklıkla paylaştığımız endişelerimiz, artık başta tabip odaları yetkilileri olmak üzere, sağlık örgütleri ve bilim insanları tarafından çok daha yüksek sesle dile getiriliyor. Çünkü resmi veriler sadece açıklanan vaka sayılarından ibaret. Sahadaki vaka sayılarının açıklananların birkaç katı düzeyinde olduğu artık kabul ediliyor. Örneğin, tüm ülkedeki resmi günlük vaka sayısının 1761 olarak açıklandığı günlerde sadece Ankara’daki günlük vaka sayısının 4000 civarında ileri sürüldü.(1)
Hastalık belirtileri gösteren hastaların çok kötü durumda olmadıkları sürece, bu hastalara test yapılmazken, hastanelerden geri çevrilerek evlerinde kendilerini karantinaya almaları isteniyor.
Ankara Tabip Odası Başkanı Dr. A. Karakoç’un açıklaması ise, hastalık belirtileri gösteren sıradan insanların devlet hastanelerinde test yaptırma imkânının neredeyse ortadan kalktığını gösteriyor:
"Biz çalıştığımız kurumlarda günde 500 hastanın başvurduğu orta ölçekli bir yerde 30-40 test yapabiliyoruz, kit yok. Ya da 1000- 1500 arası başvurunun yapıldığı şehir hastanelerinin yüzlerle ifade edilen kitleri var". (2) Aynı tabip odasının hekimler arasında yaptırdığı bir ankete göre ise, sahadaki hekimlerin dahi üçte ikisine test yapılmamış.(3) Oysa günlük test sayısı nadiren 100 binin altına iniyor.
Öte yandan, iktidar partisi mensuplarının, yakınlarının, üst düzey bürokratların, futbol kulüplerinin yöneticilerinin, futbolcuların birden fazla test yaptırabilmeleri, bazı zenginlerin keyfine test yaptırdıkları iddiaları(4), özel hastanelerde ve özel laboratuvarlarda güvenirliği tartışmalı testlerin 250 liraya yaptırılması bir gerçeği gözler önüne seriyor:
Salgının olduğu kadar, bu salgınla mücadele politikaları da, bunun araçları da "zengin-yoksul" ya da "yandaş-yandaş olmayan" ayırımı yapıyor. Böylece Korona salgını aracılığıyla, kapitalist düzende kralın çıplak olduğu gerçeği bir kez daha kanıtlanıyor.
Türkiye genelinde 500 hastanenin 17 milyar lira civarındaki tıbbi cihaz borçları nedeniyle icralık olması ve bu hastanelerin pandemi koşullarında enjektör dahi alamayacak durumda olması(5), ülkenin çok övünülen sağlık alt yapısının da gerçekte ne durumda olduğu konusunda fikir veriyor.
Yani 5 yıldızlı otel görünümündeki ve önümüzdeki 25 yıl boyunca devlet bütçesinden 81,2 milyar dolar (609 milyar lira) para ödeyeceğimiz şehir hastanelerinin (6) varlığı ülkede yeterli bir sağlık alt yapısı olmadığı gerçeğinin üzerini örtemiyor.
Türk Tabipleri Birliği tarafından yapılmış olan ve 53 ilden 410 Aile Sağlığı Merkezi’nde (ASM) yürütülmüş bir anket çalışması (7) ise sağlık emekçilerinin ne kadar zor koşullarda çalıştıklarını gösteriyor.
Bu çalışmaya göre; ASM’lerin yüzde 71’i kişisel koruyucu ekipmanları yetersiz bulduklarını, yüzde 82’si ise bunları kendi imkânları ile temin ettiklerini söylüyor. Aynı araştırma söz konusu ASM’lerin yüzde 81’inde sağlık çalışanlarına bu zamana kadar kontrol amaçlı PCR, yüzde 84’ünde ise kontrol amaçlı antikor testi uygulanmadığını, her 100 ASM’nin 11’inde ise bir veya daha fazla sağlık emekçisinin enfekte olduğunu ortaya koyuyor.
Ankara Tabip Odası’nın yaptığı bir anket ise pandemi döneminde sağlık çalışanlarının yüzde 79,9’unun haftalık ortalama 45 saat ve altı, yüzde 15,3’ünün 46-55 saat, yüzde 2,4’ünün 56-65 saat ve yüzde 2,4’ünün 66 saat ve üzeri çalıştıklarını gösteriyor.(8)
Özel sağlık kuruluşlarında çalışan sağlık emekçilerininse yüzde 48’i pandemi sürecinde ücret ve hakediş ödemeleriyle ilgili sorun yaşadıklarını, yüzde7,6’sı ücretlerinin yüzde 30’unu; yüzde 6,4’ü ücretlerinin yüzde 40’ını ve yüzde 22’si ücretlerinin yüzde 50’si ve daha fazlasını kaybettiğini ileri sürüyor. (9)
Salgının görünür kıldığı emekçi sınıfların başında gelen sağlıkçı emekçileri, bir yandan kendilerine sözü verilen özlük haklarına ilişkin iyileştirmeleri yapılmazken, diğer yandan salgınla yüz yüze çalıştıklarından hayatlarını kaybediyorlar.
Öyle ki salgın süresince 32’i hekim, 1’i tıp öğrencisi olmak üzere toplam 51 sağlık çalışanı salgın yüzünden hayatını kaybetti.(10) Sadece 15 Ağustos-1 Eylül arasında hayatını kaybeden sağlık çalışanı sayısı 12. (11) Hastanelerdeki bu riskli çalışma koşulları yüzünden birçok sağlık çalışanının emekliye ayrıldığı ya da işini bırakmak durumunda kaldığı biliniyor. Bu arada çok ciddi yeni sağlıkçı ihtiyacı doğmuş olmasına rağmen binlerce sağlık yüksekokulu mezunu ya da diğer ilgili okullardan mezun olanların ataması yapılmıyor.
Böyle bir felaket durum karşısında siyasal iktidar (yıllardır izlenen neo-liberal ekolojik yıkım politikalarının bir sonucu olarak ortaya çıkan son sel ve su baskınlarının sonrasında olduğu gibi), çözüm üretemez duruma geldi. Bu nedenle salgındaki kötüleşmeden kendi önlemini almayan, maske takmayan, fiziki mesafe koşullarına uymayan halkı sorumlu tutuyor. Havuz medyası bu yöndeki algıyı güçlendirecek yayınlar yapıyor.
Öte yandan bizi yönetenler, böyle bir ortamda dahi, yurttaşlarla adeta miting yapar gibi ve fiziksel mesafenin tamamen ihmal edildiği toplantılar yapabiliyor ya da halka yasaklanmış olan düğün ve nikâhlar (bir iktidar partisi milletvekilinin oğlunun düğününde olduğu gibi), 1500 kişi ile yapılabiliyor.(12)
Yani bir kez daha, "Korona salgınının "zengin-yoksul" ya da "yandaş – yandaş olmayan" ayrımı gözetmeksizin herkesi vurduğu" biçimindeki yanlış algı çöküyor. Daha da acısı, bundan böyle evinde karantinaya alınmış yaşlı kimsesizlerin ölüm haberi (13) benzeri haberleri daha çok alacağız gibi görünüyor.
Ülkenin diğer temel sorunu olan ekonomi tarafında ise, (Nisan-Mayıs-Haziran) dönemi demek olan ikinci çeyrekte yüzde 9,9 oranında küçüldüğümüz resmi olarak açıklandı. Resmi verilerin inandırıcılığı kalmasa dahi, bu haliyle bile ekonominin çakıldığı görülüyor. Zira büyümenin sürükleyici unsurları olan sanayi ve hizmetler sektöründeki daralma yüzde 17- yüzde 25 arasında gerçekleşti.
Dahası bundan birkaç yıl öncesine kadar ekonomiyi hormonlu da olsa büyütebilen kredi hacmindeki genişleme de işe yaramıyor.
Öyle ki bu yılın ikinci çeyreğinde yurtiçi kredi hacminin 13 haftalık ortalaması bir yıl öncesine göre yüzde 22,8 artmasına karşın, cari fiyatlarla GSYH sadece yüzde 1,3 arttı. Cari fiyatlarla yatırımlardaki artış da yüzde 9,6 ile, kredi hacmindeki artış oranının yarısından bile düşük kaldı. Kredi kartı ve tüketici kredisi hacmindeki yüzde 26,1’lik artışa karşın, hane halkı tüketimi ise cari fiyatlarla sadece yüzde 1,9 arttı. (14)
Kısaca devlet zoruyla kredi hacmini büyütmek bir yere kadar işe yarıyor, daha fazlası ise enflasyonu ve başta haneler ve şirketler olmak üzere tüm ülkenin borcunu daha da artırıyor.
Buna rağmen siyasal iktidar bizleri "başka ülkelerde daha fazla daralma olduğunu" söyleyerek teselli etmeye çalışıyor. Ancak bu bırakın sıradan insanları, işsizleri, yoksulları, küçük üretici ve esnafı, büyük işletmelerin sahiplerini de, finans piyasalarını da, uluslararası rating kuruluşlarını da tatmin etmeye yetmiyor.
Nitekim bu gelişmeler ülkenin kredi notuna da yansıdı. Daha önce Standart & Poor’s ülkenin kredi notunu (B+) , Fitch ise (BB-)’ye düşürmüştü. Son olarak Moody’s, ülkenin dış kırılganlıklarının yanında mali tamponlardaki aşınma ve kurumsal zorlukları gerekçe göstererek, (B1)’den (B2)’ye düşürdü ve not görünümünü "negatif" olarak belirledi. (15)
Salgından bu yana hükümetin "230 milyar lira civarındaki destek paketini nereye harcadığı" sorusu kaçınılmaz olarak akla geliyor. Çünkü ortada sermayeye verilen destekler dışında pek bir şey yok. Oysa sadece 1 ayda (Haziran) 7200’in üzerinde işyeri kapandı, özellikle de küçük esnaf (deyim yerindeyse) kan ağlıyor. Geniş tanımlı işsiz sayısı ve iş kaybı Haziran’da 14,2 milyona yükseldi. kaybı biçiminde Giderek boşalan Hazine’ye yeni vergi geliri sağlamak amacıyla otomobile getirilen görülmemiş ÖTV artışları ise bu sektörü de krize sokuyor ve yeni işten çıkartmalara neden oluyor.
Bu arada Türkiye 196 ülke arasında en yüksek enflasyona sahip 18’inci ülke konumunda. Bizden daha yüksek enflasyona; Venezuela, Zimbabwe, Sudan, Lübnan, Arjantin, Surinam, Kongo, İran, Haiti, Angola, Liberya, Etopya, Zambiya, Sierra Leone, Türkmenistan, Suriye ve Nijerya gibi azgelişmiş ülkeler sahip. Bu ülkelerin tamamı politik ya da ekonomik olarak ciddi sorunları olan ülkeler. Kimi uluslararası yaptırımlara tabii, kiminde iç savaş var, kiminin ise ekonomisi çökmüş durumda. (16)
Ücretsiz izin uygulamasıyla emekçiler ayda 1168 lira ile yaşamaya zorlanırken, süresi 2 ay daha uzatılan, ancak işçiler için başvurma koşullarının bir türlü yumuşatılmadığı, dolayısıyla da çoğunluğun fiilen kullanamadığı Kısa Çalışma Ödeneği giderek artan bir biçimde patronlar tarafından suistimal edilen ve kamu zararına yol açan bir uygulamaya dönüşmeye başladı.
Çanakkale Dardanel ve Vestel fabrikalarında olduğu gibi, fabrikalarda işçiler arasında Koronavirüs yaygınlaşıyor, buna rağmen bu işçiler işyerlerine kapatılarak çalıştırılmaya devam ediliyor.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, Korona salgınından dolayı şu ana kadar en az 224 işçinin çalışırken virüs kaparak öldüğünü, ancak iş cinayetleri yüzünden ortaya çıkan işçi ölümlerinin çok daha yüksek olduğunu açıkladı. Buna göre bu yılın ilk 8 ayında işyerlerinde elektrik çarpması, zehirlenme, düşme ve diğer iş cinayetleri yüzünden en az 1,306 ve sadece Ağustos ayında en az 208 işçi hayatını kaybetti. (17)
Kısacası siyasal iktidarın ve patron sınıfının Korona salgını sırasında da işçilere bakışında bir değişiklik yok: "Her şeye rağmen çalıştır, daha fazla artı değer çıkart, daha fazla kâr et".
Artık büyük ve yandaş şirketleri kurtarmak ya da zengin etmek anlamına geldiği iyice ortaya çıkan sermaye desteklerinin yanı sıra, siyasal iktidar düşük faiz politikası ile fonlama maliyetlerini düşük tutmayı sürdüremeyince, dolaylı bir biçimde (likidite kısıtlaması yoluyla) faizleri artırmak zorunda kaldı.
Böylece fonlama maliyetleri ilk kez uzunca bir aradan sonra yüzde 10’a yaklaştı. Piyasalardaki faiz oranları ise kuşkusuz bunun çok üzerinde. Dövizin ateşini söndürmeye bu da yetmedi ve dolar kuru 7.50’ye yaklaştı.
Ağustos ayı itibariyle ticari kredide faiz oranı yüzde 12,9 ile yılın zirvesine çıktı. İhtiyaç kredisi faizi oranı yüzde 16,5'e, taşıt kredi faizleri yüzde 14,4'e, konut kredisi faizleri yüzde 11,1'e yükseldi. Tüketici kredileri ortalama faiz oranı ise yüzde 14,4’e çıktı. (18)
Faizdeki bu tersine dönüş iktidarın ekonomiyi canlandırma konusunda para politikası alanında artık manevra yapacak alanının kalmadığının bir işareti.
Maliye politikasını bir süredir, Korona salgını nedeniyle sağlık harcamalarını artırmanın yanı sıra, sermayeye ilave mali destekler vermek, iç ve dış güvenlik harcamalarını fonlamak, böylece otoriter rejimi sürdürmek amacıyla kullanan (bu yönde bütçe gelirleri de gerileyen hükümet), devasa bir bütçe açığı ve Hazine nakit açığı ile karşılaştı.
Bu açığı kapatabilmek için yaptığı emisyonların yanı sıra TL, altın ve özellikle de döviz cinsinden iç borçlanmaya da yüklenen siyasal iktidar kaçınılmaz olarak bu sürecin sonucunda bir mali kriz ile karşı karşıya kaldı. (19)
Tarihsel olarak daha önce görülmemiş bir işsizlik, artan yoksulluk ve açlık tehlikesine köklü çözümler üretmek, bu yönde kamu kaynaklarını ve başta maliye politikaları olmak üzere kamu politikalarını harekete geçirmek yerine siyasal iktidar, özgürlükleri daha da kısmak, sosyal medya değişiklikleri, baro düzenlemeleri, idam cezası tartışmaları gibi ancak despotik rejimlerde görülebilecek uygulamalarla muhalefetin sesini iyice kısmaya çalışıyor.
BES’te biriken fonların sermayeye ucuz kredi olarak verileceğinin açıklanmasının yanı sıra (20), Heybeliada’daki tarihsel değeri çok yüksek bir pandemi hastanesinin arazisi ile birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredildiği ortaya çıkıyor.
Tarım arazilerini iyice küçültecek, su kaynaklarını daha da azaltacak, deprem riskini iyice artıracak olan, küçük bir yerli ve yabancı seçkin kitlesine sağlayacağı çok büyük rantlar dışında topluma hiçbir faydası olamayacak, ekolojiyi de tahrip edecek Kanal İstanbul Projesi böyle bir salgın ve ekonomik kriz, Akdeniz’de artan jeopolitik riskler ortamında dahi hayata geçirilmeye çalışılıyor.
Sorunun sadece siyasal iktidarla sınırlı kalmadığının altını da çizmek gerekiyor. Kendini, işlevini iyice kaybetmiş olan parlamentodaki muhalefet ile sınırlandırmış ve demokrasiyi de 4 yılda bir yapılan seçimler olarak algılayan resmi muhalefet de talihsiz bir biçimde, çözüm odağı olmaktan uzak, ne yapacağını, nasıl bir araya gelebileceği bilmeyen bir görüntü sergiliyor.
Bu nedenle de nesnel koşulların radikal bir dönüşüm için en uygun olduğu bir zamanda dahi topluma güven veremiyor, onu yönlendiremiyor. İktidarın belirlediği oyunu oynamaktan bir türlü kurtulamıyor, umutsuz kitlelerin, yoksul halkların, emekçilerin, işsiz gençlerin, kadınların kısaca bu toplumda ekonomik ve politik, sosyal olarak ezilen büyük çoğunluğun umudu olamıyor.
Sorunların kapitalist sistem ve onun yürütücüsü konumundaki iktidar bloku ile zorunlu bağlantılarını görmezden gelerek, iktidarı, ekonomiden sorumlu bakan üzerinden eleştiriyor. Damat- kayınpeder ilişkisi üzerinden yaptığı eleştirilerle muhalefet yaptığını sanıyor. Maalesef bu yaklaşım muhalefette yer alan parlamentodaki mevcut partiler de dâhil tüm siyasal partiler için geçerli.
O halde gerçekçi ve bir o kadar da radikal bir ekonomik ve politik değişimi hedefleyen bir alternatif programa, stratejiye, iradeye, söyleme ve örgütlü demokratik mücadeleye her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız olduğu ortada.
Siyasal iktidarın krizindense, muhalefetin krizine odaklanmak, bunun nasıl aşılacağı ve kitleler için nasıl gerçekçi bir umut haline gelebileceğini tartışmak gerekiyor. Aksi takdirde yazının başlığındaki gibi, yıllar sonra yeni kuşaklar bizleri Atilla İlhan’ın bu anlamlı şiirinde yer alan o dizelerle yargılayacak: "
"cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben gördüm kulaklarım gördü
vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü
hiç biriniz orada yoktunuz.."
Dipnotlar:
(1) "Ankara Tabip Odası Başkanı Dr. Karakoç: Ankara’da 4,000 pozitif Koronavirüs vakası var", com.tr (9 Eylül 2020).
(2) "ATO Başkanı Karakoç: 500 kişi başvuruyor, kit yok", http://mezopotamyaajansi22.com (8 Eylül 2020).
(3) Ankara Tabip Odası, Yeniden açılma ("Normalleşme" ) Süreci Değerlendirme Analizi (Haziran-Temmuz 2020), https://ato.org.tr (9 Eylül 2020).
(4) Armağan Tulun, "Kodamanlar keyfine test yaptırıyor, işçiler ölümüne çalışıyor", https://gercekgazetesi.net (5 Eylül 2020).
(5) https://www.dunya.com/ekonomi/500-hastane-icralik-oldu-haberi (3 Eylül 2020).
(6) https://www.karar.com/prof-dr-ugur-emek-sehir-hastanelerinin-isletmecilerine-81-milyar-dolar-odenecek (8 Eylül 2020).
(7) Tulun, agm.
(8) Ankara Tabip Odası, ada.
(9) Ankara Tabip Odası Özel Sağlık Kuruluşunda Çalışanlar için Covid-19 Anket Analizi, https://ato.org.tr (18 Nisan 2020).
(10) https://medyascope.tv/2020/09/02/turk-tabipleri-birligi-acikladi-8-gunde-8-hekim-ve-1-hemsire-koronavirus-nedeniyle-hayatini-kaybetti (2 Eylül 2020). ATO bu sayının 81 olduğunu ileri sürüyor.
(11) https://www.sozcu.com.tr/2020/saglik/corona-sebebiyle-hayatini-kaybeden-saglik-calisani-sayisi-artiyor (1 Eylül 2020).
(12) https://www.kocaeligazetesi.com.tr/makale/5334860/mtanzer-unal/1500-kisilik-dugun-skandali (7 Eylül 2020).
(13) https://t24.com.tr/haber/evinde-karantinada-bulunan-75-yasindaki-kadin-olu-bulundu (2 Eylül 2020).
(14) https://www.dunya.com/kose-yazisi/bu-grafikler-care-kredi-pompalamak-degil-diyor (8 Eylül 2020).
(15) https://tr.euronews.com/2020/09/12/moody-s-turkiye-nin-kredi-notunu-b2-ye-dusurdu-gorunumu-negatifte-b-rakt (12 Eylül 2020).
(16) Servet yıldırım, "Enflasyonda "en kötüler" arasındayız", https://www.dunya.com (8 Eylül 2020).
(17) http://isigmeclisi.org/20518-yilin-ilk-sekiz-ayinda-en-az-1306-agustos-ayinda-ise-en-az-208-isci-haya (8 Eylül 2020).
(18) https://www.dunya.com/finans/haberler/kredi-faizinde-artis-hizlaniyor-haberi (6 Eylül 2020).
(19) Mustafa Durmuş, "Devlet mali krizi"nin eşiğindeyiz", https://t24.com.tr/yazarlar/mustafa-durmus/devlet-mali-krizi-nin-esigindeyiz (27 Ağustos); Mustafa Durmuş, "Devlet mali krizinde ikinci perde: Borçlanmadaki hızlı artış", https://t24.com.tr/yazarlar/mustafa-durmus/devlet-mali-krizinde-ikinci-perde-borclanmadaki-hizli-artis (7 Eylül 2020).
(20) https://www.dw.com/tr/bireysel-emeklilik-bilmecesi (9 Eylül 2020).
Son haftalarda Türkiye, Esad rejiminin Ankara ile ilişkileri normalleştirme çabalarını reddetmesinin ardından isyancı örgütlere yeşil ışık yaktı. Elde edilen sonuç dikkate alındığında, bundan böyle Türkiye muhtemelen ülkedeki en etkili dış aktör olarak ortaya çıkacaktır
“Kara Cuma” dünyada şirketlerin satışlarını patlatarak kậrlarını artırdıkları bir kapitalist oyunun adı. Aynı zamanda halk açısından bir aldatmaca zira halk daha öncesinde şişirilmiş fiyatlardan büyük çapta yapılan indirimlere kanarak daha fazla tüketmeye yönlendiriliyor
MÜSİAD’ın asgari ücret önerisi iktidar bloğunun enflasyonla mücadele politikası ve beraberinde gelen mülksüzleştirme, kitlesel yoksullaştırma ve gelirin alt gelir gruplarından alınıp üst gelir gruplarına transferi projesi ile son derece uyumludur. Siyasal iktidarı arkasına almış olan sermaye sınıfı işçi sınıfına karşı belki de ülke tarihinde görülmemiş bir sınıf savaşını yürütüyor
© Tüm hakları saklıdır.