06 Ağustos 2020
Öyle bir dönemden geçiyoruz ki basın toplantılarıyla yapılması gereken resmi açıklamalar, artık konudan sorumlu bakanların ya da bürokratların tweet'lerinde yer alan bir iki kısa cümle ile yapılıyor.
Böyle bir yöntem belki politikacıların işini kolaylaştırıyor, ancak halkın ülkede olup bitenle ilgili olarak tam ve doğru bilgi edinme hakkını da ortadan kaldırıyor.
Nitekim son bir hafta içinde atılan ve birbiri ile (en azından görünürde) çelişen iki resmi tweet ülkede hem Korona salgını, hem de ekonomik kriz ile ilgili olarak kafaları karıştırdı.
İlk tweeti Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak attı. Bakan, Kurban Bayramı arifesinde, bazı mal ve hizmetlerden alınan KDV oranlarının düşürüldüğünü açıkladı. (1)
Bu indirimleri "zor durumdaki esnafa bir bayram müjdesi" olarak sunsa da, hangi mal ve hizmetlerin KDV’sinin düşürüldüğüne bakıldığında, bu indirimlerin esnaftan ziyade, krizdeki turizm sektörü patronları için yapıldığı görülüyor.
İkinci tweet Sağlık Bakanı Koca’ya ait. Bakan bayramla birlikte dolup taşan sahilleri görünce "birinci dalga sahillere indi, dikkatli olalım" diye kısa bir açıklama yaptı. (2)
Halkımızın ne kadarının Twitter kullanıcısı olduğu bir yana, böyle ciddi bir uyarının bu yolla yapılması da son derece düşündürücü. Belli ki son günlerde günlük vaka sayısındaki artışı bir türlü durduramayan, açıkladığı verilerin de gerçek durumu tam olarak yansıtmadığı yönünde eleştirilen Bakanlık, salgının tekrar patlama yapmasından endişelendiğinden (düşük profilde de olsa) uyarıda bulunma ihtiyacı duyuyor. Nitekim Bakan dün yeni bir açıklama ile vakaların ülke genelinde artışa geçmesinden söz ederek, endişe duyduğunu vurguladı.(3)
Ancak bu ülkenin yönetiminde görev alan bakanların bir gerçeğin farkında olmaları gerekiyor: Turizmi destekleyerek ekonomiyi canlandırma çabaları kaçınılmaz olarak insan hareketliliğini, mobilizasyonu artırır. Bu durum, salgın sonrasında dünya çapında da kanıtlanmış bir olgu. (4) Bu hareketlilik de salgını artırır. Yani "tatile çıkın ama dikkatli olun" demenin toplumda bir karşılığı bulunmuyor.
Lafı eğip bükmenin bir gereği de yok. Bir süredir izlenmekte olan "sürü bağışıklığı stratejisi"nin önemli bir unsuru olan "sorumluluğu bireylerin kendilerine bırakma" biçimindeki epidemiyolojik neo-liberalizmin kaçınılmaz sonuçlarını yaşıyoruz.
Kısaca, büyüklerimiz, "Normalleşiyoruz ancak kendi önleminizi kendiniz almalısınız" dediğinde, halkımız bunu bireysel özgürleşme çağrısı olarak algılıyor, kendini dışarı atıyor ve göstermelik maske takma dışında önlem de almıyor.
Ancak işin derininde, kusuru "sorumsuz" insanımıza yıkmayı önleyen önemli zorlayıcı faktörler mevcut. Şöyle ki:
Hatırlayalım; üniversiteye giriş sınavlarının ertelenmesi; bu sınavların salgın vakalarını artıracağı gerekçesiyle, hem öğrenciler, hem veliler, hem de sınavda gözetmenlik yapacak olan öğretmenler tarafından talep edilmişti. Ancak bu talep, turizme zarar vereceği gerekçesiyle kabul edilmedi ve bu sınavlar ciddi riskler alınarak da olsa yapıldı.
Bununla da kalınmadı, ülkedeki reel faiz oranları enflasyonun çok altında olmasına rağmen, ısrarla düşürüldü ve bankalar tarafından insanlara düşük faizli, bol miktarda tatil kredisi verildi.
Ardından turistik konaklama tesisleri açıldı. Ancak kendilerine "Özal Zenginleri" adı da verilen, çoğunluğu da 1980’lerde devlete taahhüt işleri yaparak büyümüş, gelişmiş olan inşaatçı sermaye grupları tarafından, üstelik devletten sağlanan ve maliyetin yüzde 40’ına varan nakit teşvikleriyle ve üstelik normalden büyük kapasitelerle sahillerimizde kurulan 5 yıldızlı oteller, tatil köyleri ve diğer irili ufaklı konaklama tesislerinden oluşan turizm sektörü, Korona salgını nedeniyle ciddi bir krize girdi. Çünkü ülkeye turist gelmedi.
Zaten, Dünya Turizm Örgütü yıllık 1,5 trilyon dolarlık gelir kapasitesine sahip küresel turizm sektörünün Korona nedeniyle bu yılki zararının 300-450 milyar doları bulacağını, yani geçen yılki gelirlerin üçte birinin yok olacağını ve gelen turist sayısında geçen yıla göre yüzde 20-30’luk bir azalma olacağını (hazırladığı bir raporla (5) dünyaya duyurmuştu.
Bu uyarılara rağmen, siyasal iktidar (biraz da turizm sezonunda geleceğini düşündüğü dövize güvenerek), Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini eritme pahasına, kura sürekli müdahalelerde bulundu. Ancak bu hesap tutmadı, döviz fırladı ve ülke 2018’dekinden çok daha derin bir döviz krizine doğru giderken, sektörde çalışan on binlerce turizm emekçisi işsiz, gelirsiz, aşsız kaldı.
Bu işletmeleri açabilmek için bu kez yerli turistler devreye sokuldu. Normalleşme programı ve söylemleri altında alınan önlemlerden birer birer vazgeçildi ve sonunda Kurban Bayramı tatili ile birlikte yerli turistler otellere, tatil köylerine, sahillere akın ettiler. Düşük faizli tatil kredisinin yanı sıra, Bayram öncesinde KDV oranlarının yüzde 1’e düşürülmesi de bu gelişmede etkili oldu.
Korona salgını sonrasında azalan vergi gelirleri ve artan kamu harcamaları nedeniyle tarihsel büyüklükte bütçe açıkları vermeye başlayan Hazine ise (vergi gelirlerinin daha da azalması) bu indirimleri yaptı. Bakan Albayrak bu indirimleri sosyal medya hesabında şöyle duyurdu:
"Bayram öncesinde başta esnafımız olmak üzere tüm vatandaşlarımıza müjdemiz var. İş yeri kira stopajını yüzde 20’den yüzde 10’a, yolcu taşımacılığı, düğün, nikâh organizasyonu, konut bakım onarımı, tamir, kuru temizleme, terzilik gibi esnaf hizmetlerinde KDV’yi yüzde 18’den yüzde 8’e indirdik. Ayrıca; KDV oranı yüzde 8 olan konaklama yeme-içme hizmetlerinde ve sinema, tiyatro, müze giriş ücreti gibi kültürel faaliyetlerde KDV’yi yüzde 1’e indirdik. Esnafımızı her alanda desteklemek için üzerimize düşeni yapıyoruz. Bu indirimler esnafımıza ve milletimize hayırlı olsun."(6)
Kısaca, talebin canlandırılması için yılsonuna kadar geçerli olmak üzere, daha ziyade küçük üretici faaliyetleri olarak nitelendirilen bazı mal ve hizmetlerin sunumundan alınan KDV yüzde 18’den yüzde 8’e ve turizm ve konaklama ve ilgili faaliyetlerden alınan KDV yüzde 8’den yüzde 1’e düşürüldü.
Yeme-içme ve konaklama gibi faaliyetlerde KDV oranının yüzde 1’e düşürülmesinin nedeni kuşkusuz turizm sektörünün Korona’dan dolayı içine girdiği kriz.
Öyle ki Türkiye bir süredir (başta Avrupa ülkeleri tarafından olmak üzere) seyahat edilmesi riskli ülkeler grubuna dâhil edildi. Salgınla ilgili bu endişelere bir de ülkenin uluslararası alanda yalnızlaşmasına neden olan jeopolitik faktörler ve ülkedeki demokrasi kayıpları eklenince, ülke yabancıların gözünde güvenli bir ülke olmaktan çıktı ve bu yıl yabancı turist potansiyelinin neredeyse tamamını kaybetti.
Öyle ki resmi verilere göre; bu yılın Nisan ayında ülkeye gelen yabancı turist sayısı (önceki yılın aynı ayına göre) yüzde 99 azalarak 3,3 milyondan 24 bin 238’e geriledi.(7)
Bu yüzden (bayram vesilesiyle) yapılan KDV indirimleriyle bu zararın kısmen de olsa yerli turist ile telafi edilmesi öngörülüyor. Ancak bir yandan iyice derinleşen ekonomik kriz, artan işsizlik ve belirsizlikler, diğer yandan dünyada olduğu gibi ülkede de giderek artan Korona vakaları, yerli turistlerin bu yıl tatil planları yapmasını önemli ölçüde önledi. Nitekim Bayram öncesinde oteller ve restoranlar neredeyse bomboştu.
Daha önce de vurgulandığı gibi, eve kapanmanın neden olduğu baskıdan kurtulma isteği, normalleşme programı ve uygulamaları, Korona’nın bittiğine dair oluşturulan algı, düşük faizli tatil kredileri ve ardından gelen KDV indirimleri bir kısım tüketicinin Bayram tatilini de fırsat bilerek fikir değiştirip turistik bölgelerine gelmesiyle sonuçlandı.
Bu da daha önce asker uğurlamaları, düğünler, taziyeler gibi etkinliklerde yaşanan ve fiziksel mesafelenme ve korunma kurallarının bütünüyle bir kenara atılmasıyla sonuçlanan durumun tatil yörelerinde de yaşanmasıyla neticelendi. Bu kalabalık ortamlarda virüsün ne kadar etkili olduğunu daha sonraki gün ve haftalarda göreceğiz.
Vergi indirimlerinin turizm ve onunla ilişkili alt sektörleri ne kadar canlandıracağını tam olarak kestirebilmek mümkün değil, çünkü böyle vergi indirimlerinin tüketiciye yansıtılarak fiyatların düşeceğinin bir garantisi yok.
İşin aslı bu indirimlerin işe yaramadığını dünya genelindeki örneklerle kanıtlayan çok sayıda akademik çalışma da mevcut. Yani bu çalışmalarda yapılan vergi indirimlerinin genelde tüketici fiyatlarına yansımadığı ortaya konuluyor. Örneğin bir bilimsel çalışma(8) Fransa’da bu indirimlerden sadece işletmelerin yararlandığını gösteriyor.
Diğer taraftan bu indirimlerin (turizmi teşvik eden diğer uygulamalarla birlikte) Korona salgınını artıracağına kesin gözüyle bakabiliriz. Yani Türkiye’yi yöneten büyük sermaye gruplarına ait lüks oteller ve tatil köyleri başta olmak üzere sektördeki işletmelere verilen bu teşvikler, talepte ve ekonomide beklendiği gibi bir canlılık sağlamasa da, salgını artıracak gibi görünüyor (Sağlık Bakanı'nın son açıklamasını bunun bir teyidi olarak okumak da mümkün).
İndirimlerin ikinci boyutu esnaf ile ilgili. Hem işyeri kiralamalarında yapılan KDV stopajı yüzde 20’den yüzde 10’a, hem de yolcu taşımacılığı, tamirat-tadilat gibi daha ziyade küçük ölçekli hizmet sunumundan alınan KDV yüzde 18’den yüzde 8’e düşürülüyor.
Yani düğün, nikâh organizasyonu, oto, motosiklet, bisiklet, ayakkabı tamirciliği, terzi tadilatları gibi vergileme açısından önemli ölçüde kayıt dışında kalan faaliyetlerde tahsil edilen KDV oranı düşürülüyor.
Ancak bu faaliyetlerin en belirgin özelliği büyük ölçüde kayıtdışı olarak yapılması. Yani alınan hizmet sonucunda tüketiciye (genelde) fiş ya da fatura verilmediğinden kamu açısından ciddi bir vergi kaybı doğuyor.
Bu yüzden, halihazırda vergilendirilemeyen bir sektörde yapılan KDV indiriminin, esnafın işlerini artırarak bu sektörü canlandırmak ya da kayıt dışılığı önleyerek vergi gelirlerini artırmak biçiminde bir katkısının olmasını beklemek gerçekçi olmaz.
Turizm- konaklama sektöründe yüzde 1’e düşürülen KDV ile ilgili bir detayın da altını çizmek gerekiyor.
Gıda ve alkolsüz içkilerde oran yüzde 1’e düşürülürken, alkollü içkilerde yüzde 18 olarak uygulanmaya devam edilecek. Yani turistik bir otelde yenilen yemeğin yanında içilen alkollü içeceğin KDV’si hala yüzde 18 olarak ödenmeye devam edilecek.
Siyasal iktidarın alkollü içkiler konusundaki tutumu sır değil. Devletin vergi gelirlerinin önemli bir kısmını oluşturmasına rağmen, bir süredir bu vergiler de alkollü içki kullananları ve bunları üretenleri cezalandırma politikasının araçlarından biri olarak kullanılıyor.
Öyle ki KDV’nin dışında bu içeceklerden yüzde 63 oranında ÖTV alınıyor. Sonuçta 50’lik bir şişe biradan ÖTV ve KDV olarak 6 liranın üzerinde, 70’lik bir şişe şaraptan 7 liranın üzerinde ve 70’lik bir şişe rakı ya da viskiden 103 lirayı aşan tutarda bir vergi alınıyor.(9) Böyle olunca da markette 70’lik bir Yeni Rakı'nın fiyatı 170 lirayı, restoranlarda ise 300-400 lirayı bulabiliyor.
Turizm, tatil ve alkollü içecekler birbirinden ayrılması zor bir üçlü. Bu nedenle de alkollü içkiden tahsil edilen vergi, bu denli yüksek olduğunda ve geçici de olsa yapılan indirimlerin dışında tutulduğunda, bunun turistik tesislere, konaklamalara ve yeme içme mekânlarına olan talebi artırmayacağı açık.
Benzer bir durum tütün içeren sigaralar için söz konusu. Bunlardan tahsil edilen ÖTV ve KDV satış fiyatının yüzde 86’sını oluşturuyor. Yani en düşük sigara fiyatı olan 14,5 liralık bir paket sigaranın 12,46 lirası bu iki vergiden oluşuyor.(10)
Benzinde ise hem ÖTV, hem de KDV uygulaması nedeniyle verginin oranı mart ayındaki düzenlemeler neticesinde yüzde 69’u aştı. Benzin istasyonuna her gidişimizde KDV haricinde, benzin için sadece ÖTV olarak 2,65 liraya yakın ve motorin için 1,8 liraya yakın ÖTV ödüyoruz.(11)
Kuşkusuz petrol, içki ve sigara fiyat esnekliği en katı olan ürünler. Bu yüzden de bunlara konulan vergiler fiyatı artırsa da, talepte o kadar bir düşüş yaratmıyor. Bunu bilen iktidarlar da ne zaman gelire ihtiyaç duysalar hep bu ürünlerin vergilerine yükleniyorlar. Ancak bu bir süre sonra tüketicilerin kendi içkilerini kendilerini üretmesiyle ve kaçak sigaraya yönelmeleriyle sonuçlanıyor.
Bu vergileri sürekli artırarak iktidarın sadece gelir yaratma peşinde ya da sağlığa zararlı faaliyetleri önleme çabası içinde olduğunu düşünmemek gerekir. Zira bacalarında filtresi olmayan santraller ve zehrini derelere akıtan çok sayıda işletme var bu ülkede. Keza kadınların yasal bir güvencesi niteliğindeki İstanbul Sözleşmesi ortadan kaldırılmak isteniyor.
Yani fiziksel, ruhsal, toplum sağlığı açısından çok sayıda zararlı mal ve hizmet, davranış, tutum söz konusu. Eğer amaçlanan zararlıları ortadan kaldırmaksa önce buralardan başlamak gerekiyor.
İşin gerçeği, bir süredir Siyasal İslam gömleğini giymiş bulunan iktidar, vergileri kendisi gibi düşünmeyen, kendi inandığına inanmayan, kendi gibi yaşamayan kesimleri cezalandırma aracı olarak kullanıyor.
Bu bağlamda da siyasal iktidarın KDV indirimlerinde dahi tüketiciler arasında (içki içen ve içmeyen) biçiminde bir ayrımcılığa gitmesi sürpriz bir uygulama değil.
Bu ayrımcılığın aklımıza getirdiği bir diğer soru kuşkusuz bugün salgından en çok etkilenmiş olan sektörlerin başında gelen sağlık hizmetleri ve eğitim hizmetleri sektörünün durumu.
Zira özel sağlık ve eğitim hizmetlerinde KDV hala yüzde 18 olarak uygulanıyor. Üstelik bu sektörler büyük ölçüde kurumsallaşmış sektörler, dolayısıyla da bir KDV indiriminin sektör bileşenlerini rahatlatması söz konusu olabileceği gibi kayıtdışılığı da azaltarak vergi gelirlerini artırabilir.
Korona salgını sonrasında; ekonomik kriz, devasa biçimde artan işsizlik, enflasyon, yoksulluk, kapıdaki açlık en temel sorunlarımız iken, neden temel gıda maddelerinin ve başta temizlik malzemeleri olmak üzere diğer zorunlu tüketim maddelerinin KDV’si indirilmiyor?
Yani neden hâlâ et, balık, süt ve süt ürünleri, çay, yumurta, peynir, zeytinde KDV sıfırlanmıyor da, hâlâ yüzde 8’den vergilendiriliyor? Çoğunluğu yüzde 18 KDV oranına tabi temizlik, hijyen dezenfektandan alınan KDV yüzde 1’e düşürülmüyor?
Günlük 39 liraya mahkûm edilerek zorunlu izne çıkartılanlar ya da günlük 77 lira ile hayatta kalmaları istenen asgari ücretlilerin temel gıda maddelerinden neden hâlâ vergi alınıyor?
Günlük bir öğünü dahi karşılamakta zorlanan asgari ücretli, işsiz ve zorunlu ücretsiz izinli işçiler, KDV’si yüzde 1’e düşürülen turistik tesislerin patronlarından daha mı iyi durumdalar ki onların vergisi indirilmiyor?
Ya da neden hâlâ litre başına uygulanan en fazla vergi nedeniyle dünyanın en pahalı benzinini kullanan tüketicilerin ve en pahalı mazotunu kullanan çiftçilerin vergileri indirilip böyle bir kriz döneminde biraz da olsa nefes almaları sağlanmıyor?
Korona sürecinde adaletli vergi indirimi yapan ülkeler mevcut. Örneğin Almanya 1 Temmuz- 31 Aralık 2020 arasında 20 milyar avroluk KDV indirimi yapacağını açıkladı. Bu indirimlerle; standart oran olan yüzde 19 yüzde 16’ya; aralarında bazı gıda, içecek, sağlık malzemesi, kitap, dergi, kültürel faaliyetler, kısa vadeli otel konaklaması, ülke içi ulaştırma gibi faaliyetlerin bulunduğu mal ve hizmetlerden alınan KDV yüzde 7’den yüzde 5’e düşürüldü.(12)
Sorunun yanıtı açık aslında: Korona’nın tetiklediği kriz ile birlikte sınıf mücadelesinin üzerindeki örtü kalktı. Hükümetleri arkasına almış bulunan sermaye sınıfı, işçilere, emekçilere karşı acımasız bir sınıf savaşı yürütüyor ve Salgının ve ekonomik krizin neden olduğu zararı başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçi sınıflara, halklara ödetiyor.
Özetle bugünlerde yaşamakta olduğumuz şey bu.
Dipnotlar:
(1) https://twitter.com/BeratAlbayrak (30 Temmuz 2020).
(2) https://twitter.com/drfahrettinkoca (1 Ağustos 2020).
(3) https://www.milliyet.com.tr/gundem/son-dakika-haberi-bakan-koca-endise-duyuyoruz-diyerek-kritik-durumu-acikladi (3 Ağustos 2020).
(4) Biao Xiang, "Hostages of Mobility", https://www.indiachinainstitute.org/hostages-of-mobility (18 May 2020).
(5) https://webunwto.s3.eu-west-1.amazonaws.com/s3fs-public, Coronavirus.pdf (24 March 2020).
(6) https://twitter.com/BeratAlbayrak (30 Temmuz 2020).
(7) İrem Köker, "Koronavirüs, Türkiye'de turizm sektörünü nasıl etkiledi?", https://www.bbc.com (17 Haziran 2020).
(8) "Who Really Benefits from Consumption Tax Cuts? Evidence from a Large VAT Reform in France", https://www.aeaweb.org ( February 2019).
(9) https://gazetemanifesto.com/2020/alkollu-iceceklere-ve-sigaraya-yeni-zam (4 Temmuz 2020).
(10) Agm.
(11) https://www.gib.gov.tr/fileadmin/mevzuatek/otv_oranlari_tum/otv02042020_1sayili.pdf (3 Ağustos 2020).
(12) Daniel Bunn, "Germany Adopts a Temporary VAT Cut", https://taxfoundation.org (16 June 2020).
“Kara Cuma” dünyada şirketlerin satışlarını patlatarak kậrlarını artırdıkları bir kapitalist oyunun adı. Aynı zamanda halk açısından bir aldatmaca zira halk daha öncesinde şişirilmiş fiyatlardan büyük çapta yapılan indirimlere kanarak daha fazla tüketmeye yönlendiriliyor
MÜSİAD’ın asgari ücret önerisi iktidar bloğunun enflasyonla mücadele politikası ve beraberinde gelen mülksüzleştirme, kitlesel yoksullaştırma ve gelirin alt gelir gruplarından alınıp üst gelir gruplarına transferi projesi ile son derece uyumludur. Siyasal iktidarı arkasına almış olan sermaye sınıfı işçi sınıfına karşı belki de ülke tarihinde görülmemiş bir sınıf savaşını yürütüyor
Emekçilerin, halkın yanında yer alan iktisatçıların, akademisyenlerin enflasyon ve asgari ücrete yapılacak zam konusunu “beklenen-hedeflenen enflasyon, hangisi olmalı?” tartışmasına sıkıştırmadan analiz etmeleri ve daha da önemlisi yaşanabilir, çağdaş ve adil bir ücret düzeyi savunusu yapmaları gerekiyor
© Tüm hakları saklıdır.