22 Ağustos 2021

İklim krizi - gelir eşitsizliği ilişkisi: Ne kadar zenginseniz doğayı o kadar fazla tahrip edersiniz!

Süper zenginlerin sahip oldukları malikâneleri, lüks otomobilleri, özel jetleri, yatları, özel adaları, kullandıkları çok lüks ithalat ürünleri var. Üstelik bu kesimlerin sadece tüketimleri değil, yatırımları da ekolojiyi tahrip ediyor

İklim değişimi hali hazırda gerçekleşiyor, doğa adeta “yeter artık” diye isyan ediyor. İklim bilimciler, kendini aşırı sıcaklar, kuraklıklar, fırtınalar, orman yangınları ve su baskınları/seller olarak gösteren iklim değişikliğinin temel nedeni olarak; atmosferdeki insan faaliyetleri kaynaklı sera gazı emisyonlarının (özellikle de karbondioksit gazının /CO₂)  artık sürdürülemez boyutlara erişmesini gösteriyor.

Ancak sera gazı emisyonuna neden olan insan kaynaklı fosil yakıt kullanımı küresel ısınma hikâyesinin sadece bir kısmı. Gezegenimizin ısınmasının Güneş sistemi ve doğal enerji akımlarıyla doğrudan ilişkisi var. Doğal enerji akımlarına müdahale eden kapitalist üretim ve tüketim biçimleri ise gezegenin bir iklim kriziyle sonuçlanacak biçimde daha fazla ısınmasına neden oluyor.

Güneş sistemi ve doğal enerji akımları

Geçtiğimiz günlerde K. Trenberth adlı bir iklim bilimci bu konuda önemli bir makale (1) yayınladı. Bu çalışmaya göre; Güneş, dünyayı 173.600 terawatt (12 sıfır) sabit bir enerji akışıyla düzenli olarak radyasyona tabi tutuyor. Ancak bu enerjinin yaklaşık 460 TW’ı hariç neredeyse tamamı uzaya geri dönüyor.

İşte gezegenin karşı karşıya kaldığı ısınma sorunu bu kalan 460 TW enerji ile ilgili. Bu fazla enerji atmosferdeki sera gazları tarafından hapsedilirken,  gezegeni ısıtıyor. 460 TW enerji küçük gibi görünse de bunu ısı, sanayi ve ulaştırma araçları dâhil olmak üzere dünya çapında kullanılan 19,5 TW’lik toplam enerji miktarıyla (2018)  kıyasladığımızda pek de küçük olmadığı ortaya çıkar.

Doğal enerji akımına kapitalist müdahale

Kısaca, içinde yaşamakta olduğumuz kapitalist sistemde gerçekleştirilen üretim ve tüketim faaliyetleri doğal enerji akımına müdahale ederek küresel ısınmayı hızlandırıyor. Fosil yakıtları yakarak, ormanları keserek ve sera gazlarını başka yollarla da salarak, atmosfere karbondioksit ve metan gibi gazlar gönderiliyor,  bu da gelen enerjinin geri yayılmasına izin vermek yerine daha fazlasının hapsedilmesiyle ve böylece gezegenin ısınmasıyla sonuçlanıyor.

Öyle ki sanayileşme öncesinde (1800'lerde, ilk sanayilerin fosil yakıt kullanmadıkları yıllarda) atmosferdeki karbon dioksit miktarı milyon hacim başına yaklaşık 280 parça (partikül) iken, bugün bu (yüzde 48’lik bir artışla) milyonda 415 parçaya yükseldi. (2)

Bu konuda bir bilgi de Natura Dergisi’nde mevcut. Buna göre, fosil yakıtlara olan bağımlılık dünyanın 2000 yılından bu yana daha önce görülmemiş ölçüde ısınmasıyla sonuçlanıyor. Sera gazı yoğunlaşması sanayileşme öncesi döneme göre yüzde 50 oranında artmış durumda. 33 araştırma grubunun bulgularına dayanarak bazı simülasyonlar gerçekleştiren iklim bilimcilerin bulgularına göre; gezegen 2100 yılına kadar 2,3 C derece ile 4,1 C derece arasında ısınacak. (3)

Gezegen 2,7 C - 4,0 C derece ısınırsa ne olur?

Bir öngörüye göre, eğer gezegen 2,7 C - 4,0 C derece ısınırsa şunların yaşanması kaçınılmaz olacak: Hava son 5 milyon yıldır görülmemiş ölçüde ısınacak. Devasa boyutta ve daha sık hortumlar görülecek. İtalya, İspanya, Yunanistan çöle dönüşecek. 2100 yılına kadar deniz seviyesi 1.24 metre yükselecek ve Amsterdam ve New York gibi şehirler sular altında kalacak, Güney’de kuraklık yaşanacak. Yağmur ormanları yok olacak. Tahıl üretimi üçte bir oranında azalacak, ciddi bir gıda yetersizliği ve açlık sorunu yaşanacak. Soluduğumuz hava, içtiğimiz su, aldığımız besinler, günlük rutinimiz, her şey değişecek. Bu kitlesel göçlere ve uluslararası çatışmalara neden olacak. 2030 yılına kadar iklim değişikliği yüzünden yılda 530,000 kişi hayatını kaybedecek. (4)

Sera gazı emisyonlarına neden olan sektörler, faaliyetler hangileri?

Böyle olunca da sorgulamaya bu emisyonlara en fazla hangi sektörlerin ve faaliyetlerin neden olduğu sorusunu yanıtlayarak başlamak gerekiyor. Bu sektörlerin başında enerji sektörü ve bununla ilgili diğer sektörler geliyor.

Öyle ki bu emisyonların sorumlusu üçte iki oranında enerji sektörü, fosil yakıtlar, petrol sanayi, madencilik, otomotiv ve havacılık sektörü gibi sektörler. Sırasıyla; (2020 yılında) toplam emisyonların yüzde 56,7’sini enerji sektörü, yüzde 16,2’sini ulaştırma sektörü, yüzde 15’ini gıda sektörü,  yüzde 8,4’ünü çimento ve atık sektörü gibi diğer sektörler gerçekleştirdi. (5)

Başka bir biçimde ifade edersek; madencilik, sanayi-imalat, enerji, ulaştırma-nakliye (kara ve hava yolu ulaştırması başta olmak üzere) gibi sektörlerdeki ekonomik faaliyetler bu alandaki kapitalistleri zengin edip, gelirin (dolayısıyla da servetin) toplumda eşitsiz, adaletsiz bir biçimde dağılmasına neden olurken, aynı zamanda çok büyük çapta ekolojik tahribatla da sonuçlanıyor.

Durum böyle olunca da, iklim değişikliğini önlemek için öncelikle mevcut fosil yakıt rezervinin yüzde 93'üne hiç dokunmamak gerekiyor. Ancak fosil yakıt üretimi ve kullanımı ile ilgili ulaştırma (havacılık, otomotiv) gibi sektörler hem teknolojik gelişmenin, hem de kârların en yüksek düzeyde ortaya çıktığı, aynı zamanda da devletin vergi gelirlerinin önemli bir kısmının yaratıldığı sektörler. Bu yüzden de gelişkin ülkeler fosil yakıt üretimini azaltmak bir yana 2015 yılından bu yana daha da artırdılar. Son 20 yılda bu artış yüzde 61 oldu. Ayrıca fosil yakıt üretimine kapitalist devletler yılda 5,3 trilyon dolarlık sübvansiyon veriyorlar. (6)

Aşırı tüketim, küresel ısınmanın nedenlerinden biri

Özetle, üretim ve tüketim kâr için yapıldığı sürece iklim krizi kaçınılmaz. Nitekim tüketim faaliyetleri bağlamında, 2015 yılında yapılan bir araştırmaya göre, ev eşyası üretimi ve kullanımı ve bunlara dönük hizmetler küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 60’ını oluşturuyor. Çünkü insanlar zenginleştikçe daha fazla enerji kullanıyorlar. Tipik bir Amerikalının yıllık karbon emisyonu dünya ortalamasının beş katı kadar. Orta sınıflaşma arttıkça emisyon da artıyor. Zira itibarlı bir statüyü temsil eden mallara olan yönelim artıyor. Sosyal statü içeren malların üretimi arttıkça bunların üretimi sırasında daha fazla sera gazı emisyonu ortaya çıkıyor. Öyle ki bu tür bir ürün ömrü boyunca kendi ağırlığının altı katı kadar karbon emisyonu yaratıyor. (7)

Diğer taraftan fosil yakıt kullanımı, enerji gibi temel faktörlerin yanı sıra kapitalizmin diğer bazı veçhelerinin de iklim krizine neden olduğu gerçeği ihmal edilmemeli. Bunların başında gelir ve servet dağılımı eşitsizliği, militarizm ve savaşlar geliyor.

Nitekim dünyada gelir ve servetin en adaletsiz bölüşüldüğü, militarist harcamaların en fazla olduğu ülkelerin başında gelen ABD’nin dünyada en fazla sera gazı emisyonu üreten ikinci ülke olması bir tesadüf değil.

Bu yazımız iklim krizinin gelir eşitsizlikleri ile olan iki yönlü ilişkisini ele alıyor. Yani hem eşitsizlik iklim krizini nasıl tetikliyor, hem de iklim krizi eşitsizlikleri nasıl derinleştiriyor sorularının yanıtlarını arıyoruz. Bunu iklim krizi- militarizm ve iklim krizi- mülteci sorunu gibi diğer yazılar izleyecek.

Eşitsiz toplum ekolojiyi tahrip ediyor

Küresel çaptaki gelir ve servet bölüşümü adaletsizliğinin artık inkâr edilemez bir olgu olduğu açık. Bizlerin yaşayarak buna tanık olmamızın ötesinde, artık uluslararası örgütler de bu gerçeği inkâr edemiyorlar.

Emek ve sermaye gelirleri arasındaki uçurum derinleştikçe gelir ve servet eşitsizliği de devasa bir biçimde artıyor ve sosyal bir soruna dönüşüyor. Bu eşitsizliklerin Covid-19 Salgını sırasında daha da arttığını ve dünyanın süper zenginlerinin servetlerine onlarca milyar dolar daha eklediklerini de biliyoruz. Belki de bu eşitsizlikleri yaratan sistemin tartışılmasını önlemek ve dikkatleri başka yönlere çekmek amacıyla, bazı süper zenginlerin bu dönemde ilerici partiler ve politik hareketler tarafından yeniden gündeme getirilen servet vergisi önerilerini desteklediklerine (sözde de olsa) tanık oluyoruz.

“Hayırsever” zenginler küresel ısınmayı önleyebilir mi?

Benzer bir biçimde bu zenginlerin iklim değişikliği ile mücadelede kullanılmak üzere ciddi düzeyde bağışlar yaptıklarını da basından öğreniyoruz. Örnek olarak dünyanın en zengin üç kapitalistinden biri olan J. Bezos, geçen yıl Amazon’daki üst düzey yöneticilik görevinden geri çekilerek, oluşturduğu Earth Fund adlı bir fon aracılığıyla iklim değişikliği ile mücadele eden çevre projelerine 10 milyar dolar bağış yapacağını (toplam servetinin yüzde 5’ine denk) açıkladı. Keza Bloomberg 500 milyon dolar ve Musk 100 milyon dolar olmak üzere, karbonla çalışan enerji santrallerini kapatma projelerine katkı verdiler. Gates çifti ise yıllardır yeşil enerji projeleri için ciddi bağışlarda bulunuyor. (8)

Diğer yandan zenginlerin daha fazla bağış yaptıkça daha fazla kazandıkları da bir gerçek. Örneğin sözü edilen projeyi başlattığından bu yana Bezos servetini 75 milyar dolar daha artırdı. Kendi şirketinin ürettiği roket ile uzaya giderek hazcılığını doruğa çıkartırken, bu seyahatin ne tür bir sera gazı emisyonu yarattığını hiç umursamadı.

Ayrıca böyle bağışlar, yapanların politik karar alma mekanizmasındaki etkilerini ve gücünü daha da artırdığı gibi, dünyaya paranın ve para sahibi olmanın “erdemli” olduğu mesajını yayma konusunda yardımcı oluyor.

Ancak Bezos gibilerin hakkını da yemeyelim. Çünkü bizde, özellikle de son dönem yıldızı parlayan süper zenginler, ya millete küfür etmekle ya da suyunu, toprağını, ormanını korumaya çalışan köylülerin karşısına devletin jandarmasını dikmekle meşguller. Bu yüzden onların bu tür, özellikle de büyük çaptaki çevreci bağışlarıyla karşılaşmıyoruz. Yapılan bağışlar ise hem göstermelik oluyor, hem de yaptıkları çevre katliamlarını halkın gözünde meşru gösterme amacıyla yapılıyor.

Ülkeler arasındaki karbondioksit salımı eşitsizliği

2018 yılı itibariyle atmosfere en fazla karbondioksit emisyonunda bulunan 20 ülke arasında Çin yüzde 28 ile ilk, ABD yüzde 15 ile ikinci, Hindistan yüzde 7 ile üçüncü, Rusya yüzde 5 ile dördüncü ve Japonya yüzde 3 ile beşinci sırada yer alıyor (Türkiye yüzde 1 ile 12-20 sırayı diğer bazı ülkelerle paylaşıyor). Kişi başı emisyonlarda ise ilk 5 sırada büyüklük sırasına göre; S. Arabistan, Kazakistan, Avustralya, ABD ve Kanada yer alıyor (Türkiye bu sıralamada 16’ncı sırada bulunuyor). (9)

Görüldüğü gibi küresel ısınmaya neden olan ülkeler dünyanın en büyük ekonomilerine sahip bulunan ülkeler ve bunlar arasında ABD ve Rusya gibi fosil yakıttan büyük zenginlikler elde eden, aynı zamanda da dünyada silahlanmaya en fazla kaynak ayıran en militarist devletler var. Bu yüzden de emisyonları ilk ve en hızlı azaltması gerekenler ülkeler bunlar olmalı.

Diğer taraftan şu ana kadar çok az ülke (aralarında zengin ülke yok) ısınmayı 2 C derecenin altında (1,5 C dereceyi bir kenara bırakın) tutmaya dönük iklim planlarını sundu.

Finans kapital küresel ısınmaya yol açan faaliyetleri fonluyor

Dünyanın en zengin yüzde 1’lik yetişkin nüfusunun küresel servetin yüzde 43,4’ünü elinde tutarken (173 trilyon dolar), en yoksul yüzde 54’lük yetişkin nüfusun payına sadece yüzde 1,4 (5,4 trilyon dolar) düştüğünü (10) hatırlatarak, eşitsizliklerin iklim değişikliği üzerindeki etkileri konusunda bazı uluslararası verileri paylaşalım.

Öncelikle JP Morgan Chase, Wells Fargo, Citi, Barclays, BNP Paribas gibi uluslararası bankalardan başlayalım. Çünkü dünyanın en büyük 60 bankası 1965 yılından bu yana fosil yakıt ve çimento emisyonlarının yüzde 35’inden sorumlu olan ve aralarında Aramco, Chevron, Exxon, BP ve Shell’inde bulunduğu 20 fosil yakıt üreticisi şirkete (2015 Paris İklim Anlaşması’ndan bu yana) 3,8 trilyon dolar daha finansman sağladı. (11)

En zengin yüzde 10 sera gazı emisyonunun yüzde 52’sine neden oluyor

Oxfam ise (12), (1990-2015 arasında) atmosfere gönderilen emisyonların yüzde 15’inden dünyanın en zengin yüzde 1’inin (63 milyon) sorumlu olduğuna dikkat çekiyor. Bunlar AB nüfusunun toplam emisyonundan ve nüfusu 3,1 milyar civarındaki dünya yoksulunun toplam emisyonlarının iki katından fazla emisyona neden oluyor. En zengin yüzde 10’luk nüfus ise toplam emisyonların yüzde 52’sini gerçekleştirdi.

ABD’de ise 15 en büyük yiyecek-içecek şirketi yılda atmosfere 630 milyon metrik tonluk sera gazı gönderiyor. Bu, sera gazı emisyonları sıralamasında en büyük 15’nci ülke olan Avustralya’nınkinden daha fazla. Böyle sektörlerdeki üst düzey yönetici ücretlerinin gelişimi ise çok çarpıcı. 1978 yılından beri ABD’deki büyük şirketlerin üst düzey yönetici ücretleri yüzde 1,322 artarak yılda ortalama 24,2 milyon dolara ulaştı. Bu süreçte işçi ücretleri sadece yüzde 18 artabildi (her yıl sadece yüzde 1 artış). 1965 yılında üst düzey yönetici ücretleri ortalama işçi ücretlerinin 21 katı iken, 1989’da bu 61 kata ve 2020 yılında 351 kata fırladı. (13)

Tipik bir tüketim toplumu olarak Amerikan toplumunda, Şükran Günü (25 Kasım) ile Yeni Yıl arasında normalden yüzde 25 daha fazla tüketimin yapılıyor olması ve bunun sonucunda her hafta milyonlarca ton çöpün ortaya çıkması (14) aşırı tüketimciliğin küresel ısınma üzerindeki etkileri konusunda iyi bir örnek oluşturuyor.

Ne kadar zenginseniz doğayı o kadar fazla tahrip edersiniz!

Oxfam ve Stockholm Çevre Enstitüsü’nün geçen yıl yayınlanan bir raporuna göre dünyanın zenginleri, dünyanın yoksullarından çok daha fazla enerji ve kaynak kullanıyor. Bu da giderek gezegenin kaldırabileceğinden çok daha fazla karbon salımıyla sonuçlanıyor. Çok zenginler bunu kabaca daha fazla tüketerek ve tüketim ile ilgili ideolojilerini ve kendi tüketim normlarını toplumun geri kalanına dayatarak yapıyorlar. (15)

Servet dağılımı açısından “dengesiz bir toplumun dengesiz bir ekoloji anlamına geldiğini” ileri süren Hickel’e göre ise, ekolojik tahribat sadece süper zenginlerin karbondioksit emisyonuna neden olan çok fazla tüketimlerinden değil, aynı zamanda tükettiklerinin çok fazla enerji yoğun olmasından kaynaklanıyor.

Öyle ki bu süper zenginlerin sahip oldukları malikâneleri, lüks otomobilleri, özel jetleri, yatları, özel adaları, kullandıkları çok lüks ithalat ürünleri var. Üstelik bu kesimlerin sadece tüketimleri değil, yatırımları da ekolojiyi tahrip ediyor.

Çünkü harcayabileceklerinden çok daha fazla parasal servetleri olduğundan bu servetlerini maden ve petrol gibi ekolojiyi tahrip eden sektörlerdeki yatırımlarda kullanıyorlar ya da kredi, borç, patent, mülk biçiminde başkalarına satıyor veya kiralıyorlar. Oysa diğer insanlar çalışmak, üretmek, kiralarını ve bu zenginlere olan borçlarını ödeyebilmek için yoğun bir mücadele içindeler. Bu durum da ekoloji üzerinde ilave bir basınç oluşturuyor. (16) Kısaca sosyal sınıflar arasındaki uçurum büyüdüğünde ekoloji  bundan olumsuz etkileniyor.

Nitekim bir araştırma ekolojik tahribatın en fazla yüksek gelir ve lüks tüketime sahip sınıflarca yapıldığını ortaya koyuyor. (17)  Buna göre büyük çaptaki servet birikimi otomatik olarak devasa ekolojik tahribata neden oluyor. Bunun en güzel örneği özel jetler, birkaç zengin ile uçan büyük uçaklar ve lüks yatlar.

Yani düşünce olarak ne denli doğasever olursanız olun, eğer çok fazla paranız varsa onu harcarsınız. İyi niyetli çevresel etkilerle bağlantılı tek tüketim biçimi diyet yapmak, daha az et yemek ve organik beslenmek olabilir ama lüks otomobilinizde ve birkaç katlı evinizi ısıtırken kullandığınız petrol bu durumu kökten değiştirir. Çevreciliğiniz sadece sözde kalır. İşin aslı ne denli zenginseniz psikolojik olarak o denli empatiden uzaksınız çünkü zenginlik empatiyi öldürür, en iyi niyetli insanlardaki dayanışma perspektifini dahi zayıflatır.

Zenginlerin açgözlülüğünün sonu yok çünkü bu bir tür zengin hastalığı. Ne kadar fazla birikim yaparlarsa yapsınlar hep daha fazlasını isterler. Bir o kadar da daha hazcıdırlar, doyumsuzca tüketirler, giderek daha fazla ekolojik tahribata neden olurlar.

Sosyal statü arayışı aşırı tüketime neden oluyor

Ayrıca yüksek düzeydeki eşitsizlik bir toplumdaki statü arayışının, statü arayışı ise tüketime dayalı ekolojik tahribatın nedenini oluşturur. Aşırı tüketimcilik eşitsizlik, başkaları tarafından beğenilmeme, sosyal statü kaybına uğrama, aşağılanma ve ciddiye alınmama kaygısıyla ortaya çıkan bir yönelimdir, bir tür yabancılaşmadır. Böyle bir tüketimcilik iklim değişikliğinin küçümsenemeyecek nedenlerinden biridir.

Bir başka anlatımla, eşitsizlik incelikli bir biçimde tahrip edici bir olgu. Sosyologlar bunu “statü endişesi” olarak açıklar. Başkalarının sahip olduğuna sahip olamama biçimindeki bir rahatsız edici duygu ortaya çıkıyor, bu da insanı daha çok kazanmak, daha çok satın almak, daha çok tüketmek (hatta ihtiyacının çok ötesinde), lüks markalara yönelmek davranışı içine itiyor.  Böylece insanlar zenginlerin tüketim alışkanlıklarını taklit ederek “itibar” kazanmaya çalışıyorlar.  Öte yandan bu tür endişelerin tetiklediği tüketim mekanizması fevkalade bir ekolojik tahribata yol açıyor.

Kapitalist israf yılda 3 milyar ton emisyona yol açıyor

İşin bir de tüketilmeden atılan gıda boyutu var. Dünya çapında üretilen gıdanın üçte biri (yaklaşık olarak Sahra Altı Afrika ülkelerinin ürettiği gıda kadar) her yıl çöpe gidiyor. Böyle atık gıdaların üretilmesi, depolanması, dağıtımı sırasında ise yılda 3 milyar tonluk karbon emisyonu ortaya çıkıyor. Başka bir anlatımla, eğer atık gıda sektörü bir ülke gibi değerlendirilseydi, Çin ve ABD’den sonra en fazla sera gazı emisyonuna neden olan üçüncü ülke olurdu. (18)

Özetle, “kendimizi daha mutlu hissedebilmek için aşırı tüketerek kendi sonumuzu getirmek zorunda mıyız ya da böyle bir hakkımız var mı” sorusunun yanıtı bizim varoluşsal olarak doyumsuz tüketim davranışımız ile iklim değişikliği arasındaki ilişkiyi de görmemizi zorunlu kılıyor.

Karbon bütçesi eşit kullanılmıyor

Karbon Bütçesi, Paris İklim Anlaşması’nda belirlenen ve yüzde 1,5 C derecelik ısınmayı aşmaksızın atmosfere gönderilen karbondioksit miktarının toplamını anlatan bir kavram.

Bu bütçenin şu ana kadar nasıl kullanıldığı ise çok önemli. Zira dünya nüfusunun en yoksul yarısı (3 milyardan fazla insan) şu ana kadar bu bütçenin sadece yüzde 4’ünü kullanabildi. Bu bütçeyi asıl kullananlar zenginler. Karbon eşitsizliği öyle kötü bir durumdaki eğer bu şekilde devam ederse, bizler emisyonlarımızı sıfıra indirsek dahi, en zengin yüzde 10’luk kesim, 2033 yılına kadar toplam karbon bütçesinin tamamını tüketmiş olacak. (19)

Kısaca zenginlerin aşırı tüketimleri devasa karbon artışına, bu da iklim değişikliğine neden olurken, bunun bedelini yoksullar (en son Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde olduğu gibi) ve geleceğini yitiren gençler ödüyor.

Ulus devletlerin sorumluluğu

Böyle felaketler ve ortaya çıkan ağır sosyoekonomik fatura aynı zamanda ulus devletlerin izledikleri eşitsiz ve karbon yoğun ekonomik büyüme stratejilerinin doğrudan bir sonucu.

Dolayısıyla da iklim kriziyle mücadele ile başta gelir ve servet eşitsizliği olmak üzere ekonomik eşitsizlikleri ortadan kaldırma mücadelesi eş anlı yürümek zorunda. Bu eşitsizliklerin kapitalist toplumun bir sonucu olduğu göz önüne alındığında, iklim kriziyle mücadelenin aynı zamanda kapitalizme ve onun tüm kurumlarına karşı bir mücadele olması gerektiği gerçeğini de gözler önüne seriyor.

Ne yapmalı?

İklim değişikliği hali hazırda gerçekleşiyor. Artık acilen emisyona neden olan fosil yakıtların kullanımını durdurmaktan başka çare yok. Yani bir B planından (çevre uyumlu teknolojiler gibi) söz etmek zor.  Üstelik iklim değişikliği açlık, gıdaya erişim sorunu, göçler, yoksulluk ve eşitsizliklerin de en başta gelen nedenlerinden biri.

İklim değişikliği (örneğin hızla artan hava sıcaklıkları) yoksul kentlerde çok daha ölümcül etkilere ve sonuçlara neden oluyor, daha da olacak. Zira bu kentlerde eşitsizliklerin çok daha yüksek olması, buna karşılık yetersiz kamusal sağlık alt yapısı gibi faktörler nedeniyle buralarda yaşayanlar sağlık hizmetlerinden daha az yararlanabiliyorlar, daha korumasız durumdalar. (20) Bu kesimlerin yoksulluğu onların sağlık ve korunma gibi hizmetleri piyasalardan satın alabilmelerini de imkânsız kılıyor.

Ayrıca gezegenin kısıtları ile sözü edilen eşitsizliklerin (yoksul yığınların yanı sıra milyarderlerin varlığının) bir arada sürdürülebilir bir durum olmadığı da açık. Sınırları olan bir gezegende yaşıyoruz ve 21’nci yüzyılda güvenli yaşamak istiyorsak, bu kısıtları/sınırları gözetmemiz gerekiyor. Bu bağlamda, eğer güvenli ve yaşanabilir bir gezegen istiyorsak,  fosil yakıtların kullanımının durdurulmasının yanı sıra gelir (ve servet) eşitsizliğini asgariye indirmemiz (ve militarist yükselişe ve savaşlara son vermemiz) gerekiyor. 

Antropolojik çalışmalar da insanların hayatlarının önemli bir dönemini daha eşitlikçi ve barışçıl toplum biçimlerinde geçirdiğini ve böyle toplumlarda yaşamanın insanı daha mutlu ettiğini ve çevre üzerinde doğrudan olumlu etkileri olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü daha eşitlikçi ve barış içinde oldukça, daha mutlu, daha az endişeli oluyoruz ve yaşamlarımız daha tatmin edici oluyor. Çevremizdekilerle dayanışıyoruz, onlara yetişmek için üzerimizdeki daha fazla çalışma ve kazanma ve baskısından kurtuluyoruz. Eşitlik bizi, kendini ve ailesini güvende tutma kaygısıyla, sürekli üretim ve tüketim yapma tuzağına düşmekten kurtarıyor. Kısacası özgürleşiyoruz.

IPCC raporunda da vurgulandığı gibi, 2030 yılına kadar emisyonların yüzde 56 oranında düşürülmesi şart. Birleşmiş Milletler Emisyon Açığı Raporu (21) ise dünyanın zenginlerinin tüketimlerine tavan konulmasının, buna karşılık dünyanın yoksullarının ihtiyaçlarının tam olarak karşılanmasının gerektiğinin altını çiziyor. Yani Birleşmiş Milletler ekolojik sürdürülebilirlik için gelir eşitsizliklerinin (tamamen ortadan kaldırılmasa bile) ciddi biçimde azaltılması gerektiğini kabul ediyor.

Bu yüzden de öncelikle dünyanın en zengin uluslarından başlayarak fosil yakıt kullanımı (üretim ve tüketimi) durdurulmalı. Ayrıca azgelişmiş ülkelerin bu yıkıma karşı kendilerini uyarlayabilecek imkânlara ulaşabilmeleri için bu ülkelere zengin ülkeler karşılıksız finansman sağlamalı, neden oldukları iklim krizinden doğan borçlarını bu yolla ödemeli.

Sonuç olarak, iklim değişiminin bir iklim krizine dönüşmesini önleyebilmek için kapitalizmle, öncelikle de onun neden olduğu eşitsizliklerle ve militarizm ile mücadele etmemiz gerekiyor.

Üretimin asıl olarak insan ve toplum ihtiyaçlarını karşılamak için yapıldığı, yani kâr amaçlı bir üretimin, doyumsuz aşırı bir tüketimciliğin olmadığı, gelir ve refahın adaletli bir biçimde bölüştürüldüğü barış içindeki bir dünyanın yaratılması önceliğimiz olmalı. İklim krizi başta olmak üzere ekolojik çöküşün diğer veçhelerinin de ortaya çıkmasını önlemenin tek yolu bu.

Anahtar sözcükler: Aşırı tüketim, Emisyon Açığı Raporu, Gelir ve servet eşitsizliği, Hazcılık, Hedonizm, IPCC İklim Raporu, İklim değişikliği, İklim krizi, Karbon bütçesi, Karbondioksit emisyonu, Sürdürülebilir ekoloji, Sera gazı emisyonu.

 

 

Dip notlar:

  • (1) https://theconversation.com/climate-change-is-relentless-seemingly-small-shifts-have-big-consequences (17 Ağustos 2021).
  •  
  • (2) Agm
  •  
  • (3) https://www.nature.com (15 August 2021).
  •  
  • (4) Jason Hickel'in, The Divide, A Brief guide to global inequality and its solutions, Windmill Books, 2017 , s. 247-248.
  •  
  • (5) James Arbib, Adam Dorr, Tony Seba “Rethinking Climate Change”, https://static1.squarespace.com (August 2021).
  •  
  • (6) Hickel, agk.
  •  
  • (7) https://news.climate.columbia.edu/2020/12/16/buying-stuff-drives-climate-change (16 December 2020).
  •  
  • (8) https://www.outsideonline.com/outdoor-adventure/environment/jeff-bezos-earth-fund-billionaire-environmental-philanthropy (12 February 2021).
  •  
  • (9) http://energyatlas.iea.org/#!/tellmap (18 August 2021).
  •  
  • (10) Credit Suisse Research Institute, Global Wealth Report 2020 (October 2020), https://www.credit-suisse.com (5 December 2020).
  •  
  • (11) https://www.ran.org/bankingonclimatechaos2021 (18 August 2021).
  •  
  • (12) https://www.oxfam.org/en/press-releases/oxfam-reaction-ipccs-sixth-assessment-report-wgi-ar6 (9 August 2021).
  •  
  • (13) https://inequality.org/great-divide/the-climate-stat-we-cant-afford-to-overlook-ceo-pay (12 August 2021).
  •  
  • (14) https://www.counterpunch.org/2021/08/17/greed-and-consumption-why-the-world-is-burning (17 August 2021).
  •  
  • (15) Jag Bhalla and Eliza Barclay, “How affluent people can end their mindless overconsumption”, https://www.vox.com (20 November 2020).
  •  
  • (16) Jason Hickel, “We can’t have billionaires and stop climate change”, https://thecorrespondent.com (9 October 2020).
  •  
  • (17) Nässén, Jonas and Andersson, David and Larsson, Jörgen and Holmberg, John, Explaining the Variation in Greenhouse Gas Emissions between Households: Socioeconomic, Motivational, and Physical Factors (June 2015). Journal of Industrial Ecology, Vol. 19, Issue 3, pp. 480-489, 2015, http://dx.doi.org (18 August 2021).
  •  
  • (18) https://theconversation.com/we-throw-away-a-third-of-the-food-we-grow-heres-what-to-do-about-waste (19 August 2021).
  •  
  • (19) https://www.oxfam.org/en/press-releases/carbon-emissions-richest-1-percent-more-double-emissions-poorest-half-humanity (21 September 2020).
  •  
  • (20) https://www.oxfam.org/en/press-releases/oxfam-reaction-ipccs-sixth-assessment-report-wgi-ar6 (9 Ağustos 2021).
  •  
  • (21) https://www.unep.org/emissions-gap-report-2020 (19 Ağustos 2021).

Yazarın Diğer Yazıları

Sermaye, işçilere açlık sınırının altında bir asgari ücreti layık görüyor!

MÜSİAD’ın asgari ücret önerisi iktidar bloğunun enflasyonla mücadele politikası ve beraberinde gelen mülksüzleştirme, kitlesel yoksullaştırma ve gelirin alt gelir gruplarından alınıp üst gelir gruplarına transferi projesi ile son derece uyumludur. Siyasal iktidarı arkasına almış olan sermaye sınıfı işçi sınıfına karşı belki de ülke tarihinde görülmemiş bir sınıf savaşını yürütüyor

Sahi bu iktisatçıların derdi ne?

Emekçilerin, halkın yanında yer alan iktisatçıların, akademisyenlerin enflasyon ve asgari ücrete yapılacak zam konusunu “beklenen-hedeflenen enflasyon, hangisi olmalı?” tartışmasına sıkıştırmadan analiz etmeleri ve daha da önemlisi yaşanabilir, çağdaş ve adil bir ücret düzeyi savunusu yapmaları gerekiyor

Yunanistan işçi sınıfı Filistin halkının yanında ya biz?

İsrailli ve Türk iş insanlarının yani iki ülke burjuvazisinin ticaret ve kảr söz konusu olduğunda nasıl iş birliği yapabildiği, farklı ulus, din ya da inançlara sahip olmanın kapitalist kảr karşısında nasıl önemsizleştiği açıkça görülüyor

"
"