08 Ekim 2024

Dün Gazze, bugün Lübnan: İsrail devleti saldırılarını sürdürüyor!

Dünyanın gözü önünde, ABD ve Avrupa emperyalizminin açık desteği ile Orta Doğu halkları katlediliyor. Başta Arap ülkeleri olmak üzere diğer ülkelerin yönetimleri ise bu savaşı iç siyasete malzeme yaparak timsah gözyaşları dökme dışında sessiz kalıyor

Dün İsrail-Hamas savaşının birinci yıl dönümüydü. Bir yıldan beri Filistin topraklarında katliam yapan İsrail ordusu dün akşamdan beri Lübnan’ı çok şiddetli bir biçimde vurmaya başladı.

İsrail devleti ile Hamas arasında başlayan savaş Gazze’nin yerle bir edilmesi ve 40 binden fazla Filistinlinin öldürülmesiyle sonuçlanmıştı. Bir süredir İsrail yeni bir cephe daha açtı ve bu kez savaş İsrail ordusu ve İran destekli Hizbullah arasında Lübnan topraklarında sürüyor.

İlk savaşın bedelini Filistin halkı ödemişti (hala da ödüyor), şimdi ise Lübnan halkı ödüyor. Lübnan ordusunun İsrail’i durdurma gücü yok. Hizbullah ise 5 km kadar içeri çekilmek zorunda kaldı. O da Lübnan’ı savunmakta yetersiz kalıyor.

Özetle, dünyanın gözü önünde, ABD ve Avrupa emperyalizminin açık desteği ile Orta Doğu halkları katlediliyor. Başta Arap ülkeleri olmak üzere diğer ülkelerin yönetimleri ise bu savaşı iç siyasete malzeme yaparak timsah gözyaşları dökme dışında sessiz kalıyor.

Batı İsrail’i neden destekliyor?

Batının İsrail’i açıktan desteklemesinin dinsel nedenleri var mı? Yani bu savaş İslam’a açılmış bir savaş mı? Bu soruları masaya yatırmak gerekiyor. Zira özellikle de Türkiye’deki bazı çevreler bu savaşı bir İslam- Siyonizm (Hristiyanlık destekli) bir dini savaş olarak sunuyor.

Bu sorunun yanıtı belli: Eğer böyle olsaydı Filistin, İran ve Lübnan dışında, başta S. Arabistan ve Mısır ve NATO üyesi Türkiye de İsrail’in saldırılarının hedefi olurdu. Asıl neden İsrail’in Batı emperyalizminin Orta Doğu'daki ileri karakolu konumunda olması ve bu çerçevede eski Batılı emperyalist güçlerin geçmişte davrandığı gibi davranmasıdır.

Vekâlet savaşları çağında Batılı devletlerin İsrail’i finanse ediyor olması, istediği zaman toprak talep etmesi ve bu talepte bulunma hakkına karşı çıkabilecek insanları ortadan kaldırmak ya da boyunduruk altına almak istemesi şaşırtıcı değil.

Bir başka anlatımla, ABD, İngiltere ve bazı AB ülkeleri, İsrail’in Yahudi devleti olmasıyla pek de ilgisi olmayan nedenlerle saldırganlığını sürdürmesi için ihtiyaç duyduğu silah ve finansmanı sağlıyor: İsrail Batı ittifakının hayati bir ortağı ve bir parçası olarak görülüyor ve bu nedenle saldırıları ne kadar iğrenç ve korkunç olursa olsun, talep ettiği desteği alıyor.

İsrail’in saldırıları meşru müdafaa sınırlarını çoktan aştı

Diğer yandan, İsrail'in kendi topraklarının sınırları dışında askeri olarak hareket etme hakkı yoktur. Bu bağlamda on binlerce sivili katletmesini “meşru müdafaa” gerekçesiyle haklı göstermek mümkün değildir. Özetle, Gazze’nin var olma hakkını inkâr etme girişimi ki bu iddia şimdi Lübnan’a da uzanmış görünüyor, yasadışı bir savaş eylemidir.

Bu çerçevede, Batı'nın uluslararası hukuk çerçevesinde İsrail'in saldırganlığını desteklemeye hakkı yoktur. Siyasal açıdan bu eylem, zaten meşruiyetlerini yitirmekte olan Batılı devletleri ve onların nesnel olarak açgözlülük ve sömürüye dayanan felsefelerini dünyanın geri kalanından uzaklaştırmaya devam edecektir. Ortaklaşma zemini aşınacak, kutuplaşma artacaktır. Bu ise çok tehlikeli bir durum olup, üçüncü dünya savaşının fitilinin ateşlenmesi anlamına gelmektedir.

Son olarak, bu savaş, tıpkı Rusya-Ukrayna savaşı sırasında olduğu gibi,  başta petrol ve temel gıda maddelerinin fiyatları olmak üzere fiyatların artmasına neden olacak, bu da bir bütün olarak azgelişmiş ülke ekonomilerinin ve yoksul halklarının daha da zor zamanlar yaşamasına neden olacaktır. Bu ülkelerin başında Türkiye gelmektedir.

Bu arada, büyük petrol ve silah şirketleri kârlarını katlarken,  otoriter rejimler bu savaşı fırsat bilip iktidarlarını sağlamlaştırıp halk için kullanmaları gereken kaynakları “savunma” adı altında militarizme ayırırken, bu savaşın bedelini işsizlik ve yoksulluk artışı biçiminde yine başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilen halklar ödeyecektir.

Sonuç olarak

Halkların gerçek temsilcisi olmayan milis güçlerinin ya da emperyalizmin yedeğindeki ulus devletlerin bu saldırıları durdurabilmesi ve üçüncü bir paylaşım savaşını önleyebilmesi mümkün değildir.

Bu barbarlığı durdurabilecek ve savaşsız, sömürüsüz ve sınıfsız bir yeni dünya kurmak için fırsata çevirebilecek olan tek güç dünya işçi sınıfı ve ezilen halklardır. 100 yıldan fazla bir zaman sonra işçi sınıfı ve ezilen halklar tarihi yeniden yapma görevi ile karşı karşıyadır.

Mustafa Durmuş kimdir?

Akademisyen, yazar, ekonomi politikçi Prof. Dr. Mustafa Durmuş, 1956 yılı Kelkit'te doğdu. 1977 yılından itibaren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

'Güney Kore'de İhracata Dönük Kalkınma Modeli' üzerine doktora tezi yazdı (1989).

TÜRK-İŞ'e bağlı YOL-İŞ Federasyonu'nda eğitim uzmanı, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde asistan, Birleşik Krallık York Üniversitesi'nde misafir araştırmacı, Gazi Üniversitesi İİBF'de öğretim ve özel üst düzey yöneticilik yaptı.

Halen Hacı Bayram Veli Üniversitesi İİBF Maliye öğretim bölümü üyesi ve T24 yazarı. Makalelerini yayımladığı 'Alternatif Akademi' adlı bir tükenme ve Kapitalizmin Krizi (2009), Kriz Darbe Savaş Kıskacında Türkiye Ekonomisi (2018), Büyük Değişim-Popülist Otoriterlik (2019) adlı kitapları var.

Yaşamın Temel Ekonomisi (2021), Dünya Ekonomisini Anlamak I (2021) ve Siyasi Ekoloji (2022) editörlü kitapların da yazarları arasında.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Gıda patronları için Türkiye’de her gün “Şahane Cuma!”

“Kara Cuma” dünyada şirketlerin satışlarını patlatarak kậrlarını artırdıkları bir kapitalist oyunun adı. Aynı zamanda halk açısından bir aldatmaca zira halk daha öncesinde şişirilmiş fiyatlardan büyük çapta yapılan indirimlere kanarak daha fazla tüketmeye yönlendiriliyor

Sermaye, işçilere açlık sınırının altında bir asgari ücreti layık görüyor!

MÜSİAD’ın asgari ücret önerisi iktidar bloğunun enflasyonla mücadele politikası ve beraberinde gelen mülksüzleştirme, kitlesel yoksullaştırma ve gelirin alt gelir gruplarından alınıp üst gelir gruplarına transferi projesi ile son derece uyumludur. Siyasal iktidarı arkasına almış olan sermaye sınıfı işçi sınıfına karşı belki de ülke tarihinde görülmemiş bir sınıf savaşını yürütüyor

Sahi bu iktisatçıların derdi ne?

Emekçilerin, halkın yanında yer alan iktisatçıların, akademisyenlerin enflasyon ve asgari ücrete yapılacak zam konusunu “beklenen-hedeflenen enflasyon, hangisi olmalı?” tartışmasına sıkıştırmadan analiz etmeleri ve daha da önemlisi yaşanabilir, çağdaş ve adil bir ücret düzeyi savunusu yapmaları gerekiyor

"
"