14 Eylül 2020

Susar ve beklerken her şey olup bitiveriyor

Ekonomik krizin ağırlaştığı süreçte; CHP’nin sosyal devleti, yeni - barışçı dış politika önerilerini ülkeye sonu gelmez parti içi tartışmalardan daha iyi gelecektir

"Bana, kitlesel heyecanlar bizi gittikçe daha da çok yönetiyormuş, durum böyle oldukça da sakin, ciddi sorular sormamız mümkün olmuyormuş gibi geliyor. Susar ve beklerken her şey olup bitiveriyor. Ama bu sırada yalnızca bu sakin ve ciddi sorular ve onların, sakin, ciddi, tarafsız yanıtları bizi kurtarabilir."

Doris Lesssing "İçinde Yaşamayı Seçtiğimiz Hapishaneler" kitabında böyle diyor. Türkiye’de gerek iktidar gerek muhalefet cephesine baktığımda düşünüyorum bunları.

Olguları bırakmış kurgular üzerinden giden bir iktidar.

Başta dış politika iktidarın çizdiği alanda sıkışan, yeni bir söz – heyecan üretemeyen, ürettiği ile kitlelere ulaşamayan ya da kendi ürettiğini geliştirmeyen, büyütemeyen muhalefet…

İktidar her geçen gün daha da büyük bir bilinmezliğe - yönetimsizliğe sürükleniyor dış politikada. İşini yapmaya çalışan az sayıdaki gazeteciyi saymazsak kontrol altına alınmış medyada Suriye’den Libya’ya Doğu Akdeniz’den adalara hemen her konuda sarpa saran duruş üzerine ne soru sorulabiliyor ne konuşulabiliyor. Muhalefetin "konu dünya ile ilişkiler ise iktidara destek oluruz" kolaycılığı işleri daha da zorlaştırıyor. "Susup beklerken her şey olup bitiveriyor" ve Türkiye yalnızlaşıyor, kimi haklı konularda bile yanında kimseyi bulamıyor, o zaman içe dönülüp, oy tabanını kaybetmemek için dini mesaj vermek için Ayasofya yeniden cami yapılıyor ya da milliyetçi tabana yönelik Kızılelma videoları üretilip "heyecanlı kurgularla" kitleler yönetilmeye çalışılıyor.

Ama "ciddi sorular" sorulamıyor, ciddi tarafsız yanıtlara ulaşılamıyor. Soru soranlar, itiraz edenler, vatana ihanet, dış güçlerin kuklası gibi tanımlarla susturulmaya çalışılıyor. Bilgiye - bilene önem verilmiyor, dar bir kadroya sıkışmış iktidar her geçen gün içeride ve dışarıda yalnızlaşıyor. Emekli Büyükelçi Namık Tan bir süre önce bir tweet attı, dış politika ile ilgili. İyi bir özet... (Aydın Selcen’in Gazete Duvar’daki yazısında gördüm):

"An itibariyle dış politikamızın hal-i pür melali: Suriye, Libya, İsrail ve Mısır’da büyükelçimiz yok. Lübnan, BAE ve Suudia Arabistan’da büyükelçimiz var ama yok. Yunanistan, Fransa ve Almanya ile ilişkiler gergin. ABD ile ilişkilerde ciddi sorunlar var."

Kıdemli isim Namık Tan Rusya’dan bahsetmemiş ama orada da Türkiye’deki iktidarın "istediği dışında" gelişmeler var. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un verdiği iki fotoğraf, biri PYD/YPG’lilerle diğeri Esad ile iktidardakilerde hayal kırıklığı yarattı. 28 Şubat’ta İdlib’de öldürülen 33 askerin akıbetinin, "gerçekte kim yaptı" sorusunun peşine bile düşülmemesine, içeride "tartışılmasına bile izin verilmemesine" rağmen…Nisanda kurulacağı söylenen, aradan 5 ay geçmesine rağmen kurulmayan S - 400’ler kutuda dururken yenisinin alınması için görüşmeler sürerken… Ciddi sorulara ve ciddi yanıtlara ihtiyaç var.

Ben bu satırları yazarken CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeleri değerlendirmek için Merkez Yönetim Kurulu Üyelerini olağanüstü toplantıya çağırmıştı.

Toplantının sonucunda "Oruç Reis Sismik Araştırma Gemisinin Antalya açıklarına demirlemesi taviz" olarak değerlendirildiği açıklaması çıktı. Bir de ABD’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında imzalanan zaptın "endişe" yarattığı, mutabakata ilişkin ülkenin yetkili kurumlarınca açıklama yapılmamasının "esefle" karşılandığı… Bu "olağanüstü" toplantıdan yeni bir öneri çıktığını söyleyebilir miyiz?

Türkiye’nin askerileşmiş, sözle değil "güçle" inşa etmeye çalıştığı (başarılı olamadığı) dış politikasında yeni bir perspektif getirebilecek nitelikte olduğunu?

Tabii parti içinde memleketin bu kadar sorunu arasında tartışma yaratan, Gazi Mustafa Kemal mi denmeli, Atatürk mü, hangisi kullanılırsa kim ne kadar partiye layık ya da değil konusu varken bu biraz zor gözüküyor.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bundan 2 ay önce 19 Temmuz’da, pandemi sonrası tüm dünyanın da tartıştığı "güçlü sosyal devlet"i savunduğu bir yazı yazmıştı: Yaklaşık 90 yıllık bir geçmişi ve birikimi olan devletçiliğin "sosyal devlet devletçiliği" hedefiyle yeniden tanımlanması gereğin de ötesinde zorunludur.

Geçen hafta Bekir Ağırdır Medyascope’ta haklı olarak bu önemli çıkışın devamının neden getirilmediğini sorguluyordu. Gerçekten de ekonomik krizin ağırlaştığı süreçte; CHP’nin sosyal devleti, yeni - barışçı dış politika önerilerini ülkeye sonu gelmez parti içi tartışmalardan daha iyi gelecektir.

Dış politikadan girip ana muhalefet ile bitti yazı. Çünkü Doris Lessing’in söylediği "ciddi sorular ve onların sakin, ciddi yanıtları" iktidarda bulunamayınca doğal olarak muhalefete bakıyor toplum.

Ve susarken her şey olup bitiveriyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’nin ‘eski Osmanlı havzasındaki’ hamleleri, Erdoğan iktidarının cami sembolizmi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Emevi Camii’nde namaz hedefi’ni en yakınındaki isimlerden MİT Başkanı İbrahim Kalın yerine getirdi. Üstelik Esad rejimini deviren HTŞ’nin lideri Colani’nin kullandığı araçta da yan koltukta fotoğraf verecekti. Camide namaz görüntüsü bu kez sınır dışında dünyanın yakından izlediği bir noktada gerçekleşmiş, ibadetten çok siyasi bir mesaj içermişti

Sığınmacılardan Kürt sorununa ve ekonomiye ‘yeni Suriye’ Erdoğan’a ne kazandırır?

Halkına eziyet eden bir diktatör Esad gitti. Yerine geçmişinde El Kaide ve El Nusra olan bir ismin liderlik ettiği örgütün ‘daha ılımlı görüntü veren’ bir ismi geldi. Bunun Türkiye açısından çok uzak olmayan bir vadede barındırdığı risklerle karşı karşıya kalınabilir. Ancak içeride ve kısmen dışarıda şu anda ve bir süre ‘söz-gündem üstünlüğü’ Erdoğan’a geçmiş gözüküyor

Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında “çekmediğim her acı için acı çekiyorum”

Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz

"
"