07 Eylül 2023

Sanattan siyasete ve akademiye, AKP'nin ikna odaları: Mahkeme salonları, hapis hücreleri, koğuşları

İktidar bir düzen inşa ediyor. Kendini 'vatanın, milletin bekasını düşünen' olarak tarif ederken farklı düşüneni kriminalleştiriyor. Geçmişin muhafazakârlar için kurulan 'ikna odaları' bugün kendini 'muhalefette konumlayanlar' için oluşturuluyor.

Türkiye'nin demokrasi fotoğrafı pek çok utanç sayfasıyla dolu. Bak bak, çevir çevir bitmez sayfalar. İktidarı ele geçirenin 'öteki'ne yaptığı eziyetler... Unutulmayanlardan birisi başörtülü öğrencilerin üniversiteye alınmaması. Kapı önünde polis şiddetinden medyada hedef gösterilmelerine... Ama belki de en beteri 'ikna odaları'. İstanbul Üniversite'sinde başlayan, sonra kimi üniversitelere yayılan…Üniversitelerinin kapısının önünde başörtülü öğrencileri; bir öğretim görevlisi, bir psikolog eşliğinde bir odaya götürüp inancının gereğinden, yaşam biçiminden, tercihinden vazgeçirmeye çalışılması.

Bu konuda bir kitabı da olan Gülşen Demirkol Özer süreci şöyle anlatmış: 

"Üniversiteden bir öğretim görevlisi, yanında psikolog ve bir de kameraman... Böyle çok yaşlı görünüyorsun ama başında örtü olmasa daha güzel görünürsün. Zaten o okula bu şekilde giremezsin. Başını açman gerekiyor. Eğer maddi imkanlarında zorlanıyorsan sana biz destek oluruz, burs veririz diyorlar."

Bir de meşhur 'T' harfinden bahsediyor:

"Bu odalara giren pek çok kişi bunu fark etmiş. İsminin karşısında büyük harfle 'T' işareti var. Bu birçok şey olabilir, biz bunu hep söyledik. Türbanlı demiş olabilir, tesettürlü demiş olabilir, tehlikeli demiş olabilir, terörist de olabilir ama T harfiyle bir işaret konmuş."

O günlerden bugünlere 25 yıldan fazla geçmiş. Şimdi 'T' harfi; bugünün 'güçlüsü' AKP tarafından siyasetçisinden sanatçısına akademisyeninden gazetecisine kendine muhalif gördüğü pek çok ismin yanına konduruluyor.

Bir zamanlar Tayyip Erdoğan'ın en yakınlarında olan sonradan uzaklaştırılan Yalçın Akdoğan, AKP'nin kuruluş yıllarında yazdığı makalelerde partiyi şöyle tarif ediyordu:

"Adalet ve Kalkınma Partisi İslamcı bir hareketin siyaset düzleminde devam ettirilemeyeceği kanaatiyle kendisini merkez sağa çekme çabasındadır. Adalet ve Kalkınma Partisi hedef kitlesi söylemi ve üslubuyla klasik Milli Görüş partileriyle farklılık taşımakta kendisini merkez sağda bir kitle partisi olarak tanımlamaktadır."

O günlerde 'İslamcı hareketin siyaset düzleminde devam ettirilemeyeceği' düşüncesinden bugünlerde hayatın her alanına yerleştirilen-yerleştirilmeye çalışılan düzene… Dünün katı laik anlayışı yerine bugün muhafazakâr-milliyetçi baskıcı hâlin inşası.

Kadın voleybol milli takımının oyuncularının hedef alınmasından Feshane'de'ki sanat sergisi için 'halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçlamasıyla' soruşturma başlatılmasına…

Uydurma delillerle hatta delilsiz hapse atılanlara… Bugün Gezi'den hapiste tutulan Mücella Yapıcı, Hakan Altınay, Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman, Mine Özerden'in 500. günü. Can Atalay milletvekili seçilmesinin üstünden 100 gün geçmesine daha önceki Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen hâlâ bırakılmadı. Osman Kavala 6 yılı bitirdi. Altı yıl sonra açılan Kobani Davası'yla Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak, Figen Yüksekdağ, Sebahat Tuncel tutuklu… Üstelik Kavala ve Demirtaş için AİHM kararları var.

İktidar bir düzen inşa ediyor. Kendini 'vatanın, milletin bekasını düşünen' olarak tarif ederken farklı düşüneni kriminalleştiriyor. Geçmişin muhafazakârlar için kurulan 'ikna odaları' bugün kendini 'muhalefette konumlayanlar' için oluşturuluyor. Spor, sanat, kültür, medya üzerinde kurulan baskılar, açılan soruşturmalar, hapse yollananlar sadece 'hedef alınanlar açısından değil' toplum için de bir 'mesaj anlamı' taşıyor. Bugün mahkeme salonları, hapis hücreleri, koğuşları yeni ikna odaları denemeleri. Tarih haklının er ya da geç kazandığının örnekleriyle dolu… Ama zaman acıları yaşayanlar için ağır geçiyor. Bu ülkenin muhafazakârından laik dünya düzenini savunana her kimlik ve sınıftan bireylerin bir arada, demokratik-hukuk devletinde eşit vatandaşlar olarak yaşayacağı bir düzen mümkün… Buna inanıyorum…

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

"İtibardan tasarruf olmaz" ama memurun ulaşım, gencin iş, halkın hizmet hakkından olur

2021’den 2024’e baktığımda ilk sorum şu; üzerinden iki seçimin geçtiği bu sürede başta lüks araç alımları ya da seçim dönemlerine özel devlette açılan kadrolar dahil genelgenin hangi noktasına uyuldu?

16 Mayıs’taki Kobani davası kararı, normalleşme olup olmayacağını ya da kapsama alanını işaret edecek

Bu davada alınacak kararlar elbette Türkiye’nin gideceği yöne dair de mesaj verecek. Uzun süredir militarist-milliyetçi bir dil belirlemiş iktidarın ‘normalleşme-yumuşama’ söyleminin kimleri kapsadığına dair belki de ilk önemli işaret olacak

Kürtler kimliklerinden vazgeçmeden ‘Türkiyeliliği’ destekliyor, Demirtaş simge sivil lider

Kürtler kimliklerinden vazgeçmiyor. Bu Kürt meselesinin her şeyden önce kimlik ve tanınma meselesi olduğuna işaret ediyor. Bir yandan kendini Kürt milliyetçisi olarak tanımlayan kesimlerde de bir yükseliş var. Kendini “Türkiyeli” olarak tanımlayan kesimlerdeki yükselişle birlikte değerlendirilmeli