Kızıl kraliçeyi bilmeyen yoktur. Ama tekrarlayayım. Aynanın İçinden: Alice Harikalar Diyarında romanında Lewis Caroll’un tasviri karakter. Ona en son Daron Acemoğlu ile James Robinson’un ‘Dar Koridor’ kitabında rastladım. Kitapta o bölüm şöyle geçiyor. (sayfa 62-63)
Romanda Alice Kızıl Kraliçe ile tanışır ve bir yarışa girerler. İkisi de bütün güçleriyle koştukları halde ‘etraflarındaki diğer ağaçlar ve nesneler’ sabit kalıyordu. Ne kadar hızlanırlarsa hızlansınlar arkada bıraktıkları bir şey yoktu. Nihayet Kızıl Kraliçe durmalarını söylediğinde Alice etrafına şaşkınlıkla baktı ve ‘bütün bir süre boyunca aynı ağacın altında olduğumuza nasıl inanayım, her şey aynı’ dedi. ‘Tabi ki öyle’ dedi Kraliçe ‘ne bekliyordun ki’…
Alice hala nefes nefese ‘çünkü bizim ülkemizde bizim yaptığımız gibi uzun süre koşarsan başka bir yere ulaşırsın’ dedi.
‘Yavaş bir ülke’ dedi Kraliçe ‘Gördüğün gibi burada ancak bütün gücünle koşarsan olduğun yerde kalabilirsin’…
Kızıl Kraliçe etkisi, sadece mevcut konumunuzu korumak için bile sürekli koşmanız gereken bir durumu işaret eder. Tıpkı kendi aralarındaki dengeyi korumak için hızla koşan devlet ve toplum gibi.
Kitapta ilerleyen bölümlerde de bu etki tartışılmış. (sayfa 465-473). Oradan da birkaç cümle aktarmak istiyorum:
Toplum eğer Kızıl Kraliçe dinamiklerinin giderek seçkinlerin lehine olacağı ve seçkin despotizmine yol açacağı konusunda kötümserleşirse, seçkinlerin denetimindeki bir rejime kıyasla hesap vermeyen bir otokratın kendi çıkarlarına daha fazla yarayacağını düşünerek iktidarı ona devretmeyi düşünebilir.
…Popülizmin yükselişi koridordaki siyaseti yıpratır. Devlet ile toplum arasındaki rekabet, daha da kutuplaştığında ve sıfır toplamlı bir sürece döndüğünde Kızıl Kraliçe’nin kontrol dışına çıkma ihtimali de artar. Popülist hareketlerin hareketin dışında kalan herkesi düşman sayan ve komplocu, seçkinlerin halkı baskılama çabalarının parçası olarak gösteren söylemi bu kutuplaşmayı güçlendirir. Kurumlara olan güven azaldıkça bu kurumların uzlaşı üretmeleri giderek daha zorlaşır.
Oldukça zihin açıcı kitaptan da yararlanarak bugün tüm dünyayı sarıp sarmalayan Koronavirüs’ün ne talihsiz bir zamanda dünyanın başına geldiğini düşündüm. Popülist liderlerin hakim olduğu bir dünya. Giderek gücünü kaybeden ABD’nin başında Trump var. Tüm lümpenliğiyle uzun süre ‘virüs’ü küçümsedi sonra ‘ırkçı’ bir yaklaşımla Covid 19’a ‘Çin Virüsü’ adını verdi. İngiltere’de Boris Johnson da uzun süre bilim insanlarının uyarılarına kulak tıkadı. Otokrat Putin kendine 2036 yılına kadar ülkenin başında kalmasına olanak sağlayacak düzenlemeyi yapıp bu kaosta nisan ayında referanduma gitmeyi planlıyor. Dünyanın neredeyse tüm ülkelerinde siyasetten medyaya güvenin dip yaptığı bir dönemde büyük bir savaş veriliyor. Bu savaşta şu ana kadar ülke sınırlarının değil insanların yaşamlarının daha kutsal olduğu noktasına gelinemedi. İnsanlığın ortak kurtuluş planları yerine ‘aşıyı bulmaya yakın ülkeye rüşvetle bunu sadece bize ver’ teklifi bile yapıldı. ( Trump, Alman biyoteknoloji firması CureVac'ın üzerinde çalıştığı aşının işe tüm haklarını satın alarak işe yaraması halinde ABD'de kullanılmasını sağlamak istedi. Die Welt gazetesine konuşan Alman hükümetine yakın kaynaklar, Trump'ın, aşının sadece ABD'de kullanılması için "bir milyar dolar teklif ettiğini" söyledi. Kaynak: BBC)
Dünyadaki siyasi ve ekonomik düzenin böyle gitmeyeceği neredeyse kesin. Temel soru ise mevcut sistemlerin olumlu daha demokratik bir yönde mi yoksa tam tersine daha da baskıcı bir şekle mi evrileceği…Görünen o ki ‘daha demokratik yönetim şeklini benimseyen ülkelerde virüsle bile daha iyi mücadele’ ediliyor. Financal Times’a bir makale yazan (21 mart 2020) Fütürist Noah Harari’nin tespitlerine bir göz atalım. (çeviri-T24) : Prof. Harari, şu ana kadar Koronavirüs'le en iyi mücadeleyi veren Güney Kore, Tayvan ve Singapur gibi ülkelerin gözlem ve korku yöntemleri yerine, sırtını iş birliğine yasladığına dikkat çekiyor. Merkezi gözlemleme ve sert cezaların insanların kurallara uymasının tek yolu olmadığını ifade eden Harari, insanlara bilimsel olgular doğru bir şekilde anlattığında, "Büyük Birader" onları izlemeden de kurallara uyabileceğini söylüyor. Harari buna örnek olarak, "İnsanlar sabun polisinden korktuklarından değil, olguları anladıkları için ellerini yıkıyor" değerlendirmesinde bulunuyor. Fütürist yazar, bu noktaya gelinebilmesi için halkın siyasetçilere ve medyaya güvenmesi gerektiğini ifade ediyor. "Normalde bozuk yollar bir gecede tamir edilemez. Ancak şu anda normal zamanlarda değiliz, fikirler de hızlıca değişebilir" diyen Harari, hükümetlerin salgın sırasında bir gözlem rejimi kurmak yerine güven inşa etmesinin daha kalıcı olacağını ifade ediyor.
Dünya gibi bu süreçte Türkiye de kendi yolunu arıyor. İktidardan muhalefete Korona sonrasının hatta sırasında yaşananların büyük bir değişimi başlattığını görüyorlar ya da er geç görecekler. Her ne kadar virüsün ekonomiye verdiği zarara karşı açıklanan zaten kendisi de yetersiz pakette ‘emekçiler-işsizler değil sermaye korunduysa da’…Cumhurbaşkanı da Hazine Bakanı da ortadaki felaketten bir fırsat çıkabileceğini söylüyorsa da…Dünyanın gelişmiş ülkelerinde bile büyümede çok büyük kayıplar olması beklenirken Türkiye’nin büyüme hedefinin tutacağı iddia ediliyorsa da…Bu yanlış yönetim ve yaratılmaya çalışılan illüzyonun çok kısa sürede çökeceğini kendileri de görüyorlar.
Türkiye’de siyasetçiler, ‘bütün gücüyle koşulsa da ancak aynı yerde kalınacak’ dönemin bile geride kaldığının farkına varmalılar. Kutuplaşmanın, ayrıştırmanın, yok saymanın, içinde bulunulan uluslararası çapta felaketi daha da büyüteceğini görmeliler. Memleketin yeni bir toplumsal mutabakata ihtiyacı var. Parlamenter sisteme geri dönülmesinden kuvvetler ayrılığının başta yargı olmak üzere yeniden tesis edilmesi gibi konular açıkça, özgürce konuşulabilmeli. Bütün bunların virüsle, onun yarattığı insani-ekonomik krizle ne ilgisi var demeyin…Kurumlara güven arttıkça, kutuplaşma azaldıkça, demokrasi yükseldikçe her virüsle daha kuvvetli mücadele edilebilir.