08 Haziran 2023

Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu yarışı, İnönü ile Ecevit’inkine benzemiyor, her iki adayın da Türkiye-CHP hayali belirsiz

İsimler önemlidir ama yol haritası, ideoloji, hedefler, uygulanabilir-inandırıcı politikalar daha da önemlidir; bugünün dünyasını okumak kadar CHP’nin tarihi de zihin açıcı olabilir

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu

CHP içinden üst düzey bir kaynak ile konuşuyorum. Şöyle diyor: Kemal Kılıçdaroğlu ile Ekrem İmamoğlu’nun genel başkanlık için yarışacağı kesin. Bunun zamanlaması önemli ama genel merkezin yerel seçimler sonrasına kalması planı gerçekleşmeyecek gibi duruyor.  Şimdiki durumda Kemal Bey sonrası olası başkan adaylarından Özgür Özel ve Oğuz Kaan Salıcı genel başkana yakın duruyor. Ama kurultaya doğru ne olur bilinmez.

Peki Kılıçdaroğlu’nun istifa ederek yarışın yolunu açması ya da İmamoğlu’nu desteklemesi? Şu yanıtı veriyor: Şimdilik zor gözüküyor ama tabii ne olacağı belli olmaz.

İmamoğlu’nun dün ‘değişim kurul-heyet değişimiyle olmaz, toplumun istediği değişime kulağı kapatarak olmaz’ deyişi CHP içinde verdiği mücadelenin önümüzdeki günlerde artarak süreceğinin göstergesi. CHP içinde başta genel başkan bir değişim olması gerektiği net şekilde gözüküyor. İmamoğlu’nun da belli bir desteği, daha önce İstanbul’da kazanmışlığı var. O zaman tamam Kılıçdaroğlu gitsin İmamoğlu gelsin. Bu kadar basit mi gerçekten her şey? İsimler değişince CHP değişecek mi? Yoksa sosyal demokrat bir parti olan (en azından hala parti içindeki pek çok isim tarafından böyle tarif edilen) CHP yeni bir dünya-Türkiye okuması yaparak, partiyi, memleketi nereye doğru götüreceklerini çalışmalılar ve anlatmalılar mı?

Şimdi bir kesim ‘Kılıçdaroğlu seçim öncesinde ve süresince anlattı, hatta belli bir dönüşüm yaptı’ diyecektir. Kısmen katılırım. Çünkü Kılıçdaroğlu başta ‘özeleştiri-helalleşme’ sürecini kendisi içselleştirdi ama bunu kendine oy veren tabana tam olarak anlatamadı-geçiremedi. Seçim kazanmak için ‘sağa açılma-herkesi kapsama’ stratejisi ile özellikle 14 Mayıs sonrası ‘dilinin sağcılaşması-milliyetçi vurguların yükselmesi’ arasındaki farktan herhalde geriye doğru baktığında kendisi de pek mutlu değildir. Seçimlerin üstünden 11 gün geçmesine rağmen gazetecilere verdiği bir-iki kısa değerlendirmesini saymazsak hala seçimlerde ona oy veren milyonlarca seçmen kapsamlı bir ‘ne oldu, neden kaybedildi, şimdi ne olacak’ sorularına yanıt alamadı.

İmamoğlu belediye başkanı olduğu tarihten itibaren sadece İstanbul’da değil Türkiye’de gördüğü büyük destekle cumhurbaşkanlığı adaylığı hayalini kurdu. Bunun için mücadele de etti. Ancak Kılıçdaroğlu aday ilan edildiği ilk andan itibaren daha önce taahhüt ettiği şekilde ‘ittifakın en çalışkan neferi’ oldu. ‘Kendi adaylığını öne çıkarmayacaktı’, ‘çalıştı ama başta Karadeniz miting yaptığı-öne çıktığı yerlerde beklenen kadar oy çıkmadı’ eleştirilerini okuyorum. Bir kısmı haklı da olabilir. Ama yeniden altını çizeyim benim esas takıldığım CHP içindeki olası yarışta kimin nasıl bir gelecek hayali ortaya koyacağı. Son tahlilde bir ana muhalefet partisinden, iktidar-Erdoğan karşısında yarışacak bir isimden bahsediyoruz.

Böyle zamanlarda bir yandan dünyadaki sağ popülistlerin yükselişine karşı solun hareketlerini izlemek (Bernie Sanders gibi isimleri) öte yandan Türkiye özellikle CHP tarihini okumak iyi geliyor. 

Kimileri Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu yarışını ‘İsmet İnönü ile Bülent Ecevit’in rekabetine benzettiğinde’ şaşırıyorum. Bunu sadece bu iki güçlü ismin tarihsel anlamdaki yaptıklarıyla değil CHP içinde yaşanan entelektüel tartışmalar ve vizyon ile de karşılaştırıyorum. 1959 yılında CHP’nin özgürlükleri tarif ettiği ‘ilk hedefler beyannamesinden’ özellikle 1960’ın ikinci yarısına damga vuran ‘ortanın solu’ söylemine. 1971 muhtırasına her iki ismin de karşı çıkışından Ecevit’in bu süreci ‘askerin solun yükselişini kırma amacı’ olarak okuyarak İnönü’den daha sert bir çizgide duruşuna. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına karşı çıkıştan Ecevit’in bu konuda Meclis’te yaptığı etkili itirazlara. Ecevit’in Türkiye’deki sosyal demokrasi yapısını Marksizm ile açıklamayıp 1970’lerden itibaren demokratik sol tanımını kullanmasına.

İnönü ve Ecevit’i parti yönetiminde uzun süre yan yana, 1971 sonrası artan gerilimle karşı karşıya görseniz de ikisinin de partiye entelektüel anlamda kattıkları tartışılmaz. Üstelik özellikle ortanın solu tartışmasını kamuya mal etmişler, Ecevit 1973-1977 seçimlerinde bunun karşılığını oy olarak da almıştır. 

İsmet İnönü 33 yıl 4 ay yürüttüğü CHP genel başkanlığından 8 Mayıs 1972 günü istifa ettiğinde yerine 14 Mayıs 1972’deki seçimle Bülent Ecevit geldi. Ecevit 1957 yılında milletvekili seçildiği partide başta genel sekreterlik değişik konumlarda çalıştıktan 15 yıl sonra genel başkanlığa seçildi. 

Tekrar bugüne dönelim. Kılıçdaroğlu 22 Mayıs 2010’dan beri yani tam 13 yıldır genel başkan. Adalet Yürüyüşü, farklılıkları bir araya getirerek kutuplaştırmayı kırma çalışması, başta İstanbul, Ankara belediye kazanımları önemli ve unutulmaz. Ancak Türkiye için kritik bir seçimi kaybetti. (Karşı bloğun medyadan devlet olanaklarına kullandığı orantısız gücü göz ardı etmiyorum.) Doğru olan bir özeleştiri ile birlikte, olası adayların önünü açarak, kurultay devir teslim sürecini başlatmaktı, yapmadı.

İmamoğlu üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan ‘siyaset yasağına karşı’ cesur bir tutum izliyor. Ancak cesaret ve belagat CHP’nin genel başkanı olmak için yeterli değil. Bir vizyon ortaya koymak, yeni bir söz söylemek gerekiyor. O vizyon o söz İmamoğlu’nda var mı, henüz bilmiyoruz. Kurduğu Reform Enstitüsü gibi yerlerde ‘arama çalışmaları’ yapılıyor ancak henüz kamuoyuna en azından ‘bir vizyonu olduğu ışığı’ hissettirilebilmiş bile değil. 

CHP’nin şu an itibariye ‘lider sorunu yok’ demek için saf olmak lazım. Ama esas olan CHP’nin parti olarak kimliğini ve hedeflerini daha net ortaya koyup bunu tabanla da paylaşıp yol almasıdır. İsimler önemlidir ama yol haritası, ideoloji, hedefler, uygulanabilir-inandırıcı politikalar daha da önemlidir. Bugünün dünyasını okumak kadar CHP’nin tarihi de zihin açıcı olabilir.

Türkiye’de kurtuluş reçetesi olarak sunulan neoliberal politikalara sessiz kalarak, milletvekili seçilmiş Can Atalay’ın çıkmaması için yargıya sözle ve durumunu çarpıtarak müdahale eden iktidara susarak, adaletsizliklere-yoksulluğa itiraz için bir dakika bile zaman kaybedilmemesi gerekirken ‘içeriyle’ uğraşarak, umut olunamaz. 

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Daron Acemoğlu: Dünyanın gelişmekte olan ülkelerin sesine ihtiyacı var, ama o ses için BRICS doğru yer değil

"Teknoloji trenini kaçırırsak, Türkiye'nin geleceği parlak olmaz. Türkiye treni kaçırmak üzere. Yapay zekâya hiç hazır değil, yaşlanmaya hiç hazır değil. Bunların hiçbirisi var mı Şimşek programında? Bir tek enflasyon, faizler... Eşitsizlik, kurumların çökmesi... Nerede bunlar?"

Özgür Özel giderek Yeşilcam’ın ‘yumurcak’ karakterine dönüyor…

Özgür Özel'i Yeşilçam’daki en önemli çocuk karakterlerinden Yumurcak’a benzetiyorum. İyi kalpli, sevimli, afacan… Ancak siyaset hele Türkiye’de ‘çocuk oyuncağı’ değil…  

İmamoğlu yalnız değil, her anlamda; Yavaş ‘parlamenter sistem’ çizgisi çekti

İki güçlü siyasi figür; İmamoğlu ve Yavaş aynı hedefe farklı yollardan gitmeye çalışıyor. Yollarının kesişeceği bir fırsat Türkiye’yi başka bir noktaya taşıyabilir

"
"