11 Ekim 2022

İktidar bloğunda MHP seçmeninin 'başkanlık'a mesafesi artıyor, sistemin adı 'sultanizm'…

Muhalefet seçmeni ilgili bütün başlıklarda başkanlık sistemine karşı ve parlamenter sistemden yana tutumunu daha güçlü yansıtırken iktidar seçmeni başkanlık sistemine taraftarlığını daha zayıf bir tonla sürdürüyor

Türkiye dört yıldır 'cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi' ile yönetiliyor. 2017 referandumunda mühürsüz oyların da dahil edilmesiyle kıl payı kazanılan, "atı alanın Üsküdar'ı geçtiği" ilanıyla apar topar hayatımıza sokulan 'rejim.' Yapımında değilse bile hayata geçmesinde MHP'nin lideri Devlet Bahçeli'nin büyük emeğinin olduğu 'yönetim şekli'. Aradan geçen dört yılda her geçen gün Türkiye'yi daha da yönetilemez hâle getiren, kurumların çöktüğü, Meclis'in işlevsiz hale geldiği, tek bir ağızdan hayatın her alanının şekillendirilmeye çalışıldığı ancak başarısız olunduğu hâl…

Bu tanımlamalar uzatılabilir… Ancak bunun Türkiye'de yaşayan halkın algısında nasıl karşılığı olduğu, araştırmaların-analizlerin işi. Bir süredir yakından izlediğim Ankara Enstitüsü'nün bu konuda yaptığı çalışmayı açıklayacakları toplantıya davet alınca merakla gittim. 22 - 26 Ağustos 2022'de yapılan anket çalışmasının sonuçları, Vahap Coşkun ve Hatem Ete'nin analizleri, üzerine Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu'nun 'siyaset biliminin teorik çerçevesinde' anlatımı çok ufuk açıcı oldu.

Raporda başkanlık sistemine yönelik memnuniyet ortalaması 10 üzerinden 3.8, katılımcıların yüzde 45'i sıfır puan vermiş. Yani sisteme yönelik ciddi bir memnuniyetsizlik var. Başkanlık sistemi yetkileri konusunda ise muhalefet bekleneceği üzere 'azaltılmalı' diyor. AKP'de yine bekleneceği şekilde 'yetkilerden memnun, artırılmasını isteyen de var'… Ancak sürpriz MHP seçmeninde. MHP seçmeninin yüzde 26.4'ü yetkiler azaltılmalı derken yüzde 14.7'si fikrim yok demiş.

MHP seçmeninin tavrı bu konudaki hemen her soruda aynı şekilde seyrediyor. Meclis'in etkisinin azaldığını düşünenlerin oranı yüzde 30.7, fikrim yok diyenler yüzde 17.5.

Diğer bir soru kritik önemde. Ekonomik kriz ile başkanlık sistemi ilişkisi. AKP'de ilişkisi yok diyenler yüzde 78.5 gözükürken MHP'de 'var' diyenler yüzde 29.7 fikrim yok diyenler yüzde 7.4. Anket sonuçlarına göre doğrudan ilişki kuranlar düşük ve orta gelirli toplumsal gruplarda daha yüksek.

Benzer bir soru 'hangi sistemde ekonomi daha iyi yönetiliyordu' şeklinde yöneltilmiş. Parlamenter sistem diyenlerin oranı yüzde 59.4. Başkanlık sistemi diyenlerin oranı yüzde 28.5'te kalıyor. Burada sistem-ekonomi ikileminde muhalefetin yol alabileceği geniş bir alan gözüküyor. Partiler bazında bakıldığında MHP seçmeninin sadece yüzde 57'si başkanlıkta daha iyi yönetiliyor diyor. 

Cumhurbaşkanının parti kimliği de ayrı bir sorun. Toplumun yüzde 60'ı bunu yanlış buluyor. Bu oran MHP'de yüzde 35.6 ile zirvede. Yüzde 15'i fikir beyan etmiyor. Bu noktada MHP seçmeninin AKP-Erdoğan merkezinde kendi parti kimliklerinin silikleşmesi ile ilgili kaygı etken olabilir. 

Bu noktada muhalefet partileri de dahil büyük çoğunluk (yüzde 79.8) cumhurbaşkanı halk tarafından seçilsin diyor. Bir yandan parti kimliği olmasın bir yandan halk seçsin bir tezat gibi gözüküyor. Yine de özellikle Altılı Masa'nın 'Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem' önerisinde cumhurbaşkanının Meclis tarafından mı halk tarafından mı seçilecek olması noktasının belirtilmemiş olması bu partilerin cumhurbaşkanını parlamento seçsin olasılığından uzaklaştırabilir. 

Hangi sistem sorgulamasında, demokrasi, yargı, hak özgürlükler açısından bakıldığında katılımcılar tamamında parlamenter sistem yanıtı verdiği gözüküyor. Katılımcıların yüzde 59.2'si parlamenter sistem ile yönetilen dönemlerde Türkiye'nin daha demokrat, yüzde 59.4 ile yargının daha bağımsız, yüzde 58.2 ile hak ve özgürlüklerin daha iyi korunduğunu düşünüyor. Önümüzdeki seçimin ana başlıklarından birini 'başkanlık mı parlamenter sistem mi' tartışmasına çekebilirse muhalefetin sistem konusunda avantajlı olabileceği ortada.

Muhalefet demişken araştırmaya göre en büyük kırılma seçimlerden sonra parlamenter sisteme geçilip geçilemeyeceği yolundaki düşünceler. Katılımcıların yüzde 44'ü geçilir derken yüzde 41'i başkanlık sistemi sürer diye düşünüyor. Sistem değişikliği konusunda en motive CHP seçmeni gözükürken en düşük beklenti HDP'li seçmende.

Raporun sonuç kısmındaki şu cümleleri aktarmakta fayda var:

"Muhalefet iktidara kıyasla seçmenini daha geniş bir hatta tutmayı başarmış gözüküyor. Muhalefet seçmeni ilgili bütün başlıklarda başkanlık sistemine karşı ve parlamenter sistemden yana tutumunu daha güçlü yansıtırken iktidar seçmeni başkanlık sistemine taraftarlığını daha zayıf bir tonla sürdürüyor. Özellikle AKP ile MHP seçmeni arasında görünür bir farklılaşma dikkat çekiyor. MHP seçmeni genel eğilim itibarıyla başkanlık sistemine daha yakın dururken AKP seçmeni kadar güçlü bir destek de vermiyor."

Sunum ve analizlerin ardından Ersin Kalaycıoğlu'nun uzun süredir savunduğu perspektifi beni düşündürdü. Kalaycıoğlu bugünkü sisteme 'başkanlık' denilmesinin yanlışlığından bahsetti. Çünkü başkanlık sisteminde 'hesap verme' gibi bir olgunun en önemli yeri tuttuğunu anlattı, ya da kurumların özerk varlığını. Seçimleri kaybetmesinin ardından 'seçimlerde hile yapıldığı gerekçesiyle iptali için 65 farklı mahkemede sonuçlara itiraz eden' Trump'tan bahsetti. Bu hakimlerin hemen hemen tamamı Trump tarafından atanmıştı. Ama kanıt sordular, sunulamayınca 'gereğini' yaptılar. Ya Türkiye? Kalaycıoğlu Türkiye için sık tekrarlanan (tabii önemini yadsımıyor) yargı bağımsızlığından bahsetti. 'En basitinden yargı bağımsız dense bugün Cumhuriyet Savcı'larının başta yolsuzluklar pek çok dava açması gerektiğini, bunun mümkün olup olamayacağını' sorgulamamızı istedi.

Şu an Türkiye'de yaşananın; 'neo-patrimonyal sultanizm' olarak adlandırılabileceğini söyledi. Referansı Max Weber idi. İktidarın geleneklere uygun elde edildiği, geleneğin üstüne şekillenen bir kişisel otorite, bu otoritenin ihtiyaçlarına göre organize olan askeri ve sivil bürokrasi yani. Kalaycıoğlu bunu sadece siyaseten değil kültür alanına girerek de açıkladı.

Çok yararlandığım bir çalışma ve toplantı oldu. Türkiye'de sistem değişikliği tartışmaları için önemli bir kaynak…

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. Çıktıktan sonra sekiz ay gazeteyi yönetti. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

Yazarın Diğer Yazıları

"İtibardan tasarruf olmaz" ama memurun ulaşım, gencin iş, halkın hizmet hakkından olur

2021’den 2024’e baktığımda ilk sorum şu; üzerinden iki seçimin geçtiği bu sürede başta lüks araç alımları ya da seçim dönemlerine özel devlette açılan kadrolar dahil genelgenin hangi noktasına uyuldu?

16 Mayıs’taki Kobani davası kararı, normalleşme olup olmayacağını ya da kapsama alanını işaret edecek

Bu davada alınacak kararlar elbette Türkiye’nin gideceği yöne dair de mesaj verecek. Uzun süredir militarist-milliyetçi bir dil belirlemiş iktidarın ‘normalleşme-yumuşama’ söyleminin kimleri kapsadığına dair belki de ilk önemli işaret olacak

Kürtler kimliklerinden vazgeçmeden ‘Türkiyeliliği’ destekliyor, Demirtaş simge sivil lider

Kürtler kimliklerinden vazgeçmiyor. Bu Kürt meselesinin her şeyden önce kimlik ve tanınma meselesi olduğuna işaret ediyor. Bir yandan kendini Kürt milliyetçisi olarak tanımlayan kesimlerde de bir yükseliş var. Kendini “Türkiyeli” olarak tanımlayan kesimlerdeki yükselişle birlikte değerlendirilmeli