02 Mayıs 2019

Gül-Babacan hareketi yakında yola çıkacak

Önümüzdeki günler belki de birbirinden ayrı düşünen kişilerin/grupların daha demokratik bir ülke için yan yana geldiği kimi hareketleri ortaya çıkaracak

Türkiye siyasetinde kısa bir süre sonra özellikle AKP’nin kuruluşunda öncü rol oynamış ve bir dönem kritik görevler üstlenmiş isimlerin yeni oluşumlarını konuşuyor olacağız. Bu ‘oluşumlar’ için şimdiden siyasetin etkin aktörleri pozisyonlarını belirlemeye başladı.    

Bir yanda Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ‘İstanbul’da seçimler yenilenmeli-Cumhur İttifakı’ndan başka ittifaka gerek yok’ açıklamasının içine yerleştirdiği olası yeni parti/yeni oluşum konularındaki ‘görüşleri’:

Tam da böyle bir zaman aralığında, siyasette yeni arayışlar görülmekte, sözde manifestolar yayımlanmakta, yeni hükümet sistemi doğrudan doğruya hedef alınmaktadır. Milli vicdanda hiçbir karşılığı olmayan siyaset eskilerinin muhasım odakların dikkatini çekme gayretleri, Türkiye düşmanı yabancı dostlarının tavsiye ve tembihleriyle hareketlenmeleri bayağı bir operasyonun tezahürüne delalettir.”

Öte yanda eski HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ın geçtiğimiz günlerde BBC Türkçe’ye verdiği bir söyleşideki kritik bölüm:

“Sayın Abdullah Gül uzun süre cumhurbaşkanlığı yaptı. Ben de o sıralarda partimin eş başkanlarındandım. Birçok konuda düşüncemiz uyuşmasa da diyaloga açık uyumlu tarzıyla, kendi yetkilerini ve sınırlarını dikkate alan tutumuyla saygın bir yönetim anlayışı vardı. Kendi beyanlarına göre aktif siyasette yer almayı düşünmüyormuş. Ama ülkedeki dehşet boyutlarına ulaşan hukuksuzluklara karşı daha açık bir tutum sergilemesinin Türkiye demokrasisinin hayrına olacağı kanaatindeyim.”

Bu cümleleri okuduğumda aklıma Gül’ün Cumhurbaşkanlığı sırasında Çin ziyaretine giderken (25 Haziran 2009) heyetine ilk kez bir DTP’li vekili aldığı günler geldi. O vekil DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş idi. Aynı heyette şimdi İyi Parti Genel Başkanı olan o tarihte MHP’li Meral Akşener de vardı. O geziye katılanların naklettiklerinden biliyoruz ki 6 gün boyunca farklı görüşler de olsa aynı ortamlarda bulunuldu, diyalog kuruldu. Aradan çok uzun yıllar geçti. Gül şimdi kurucusu olduğu partinin şu anki yönetenleri ve yönetim şekliyle araya ciddi bir mesafe koydu. Akşener MHP’den ‘kavgalı’ bir şekilde koptu, yeni parti kurdu. Demirtaş 2.5 yıldır hapiste.

Meclis’in halk adına söz/etki sahibi olduğu günlerden giderek daha çok ‘tek ses’e mahkûm olunan Cumhurbaşkanlığı sistemine… O günlerden bugünlere…Şimdi bırakın aynı heyette yer almayı AKP-MHP ittifakı HDP’lilerin neredeyse tamamını en hafif deyimiyle ‘kriminalize’ ediyor. Zaman zaman hedef gösteriyor. Sadece HDP değil, resmen ilan edilmemiş bir ittifakı sandığa taşıyarak özellikle büyükşehirlerde başarı yakalayan CHP de ‘hedefte’ bir süredir. Ve bu hedef gösterilme hali Çubuk’ta bir faciaya dönüşmek üzereydi neredeyse…

Peki Demirtaş’ın deyimiyle ‘ülkede dehşet boyutlara ulaşan hukuksuzluklara karşı’ Gül daha açık bir tutum sergileyecek mi? Bu sorunun peşine düştüm. Ama işi sadece ‘yeni parti kuracaklar mı?’ boyutuyla değil daha farklı yönleriyle de araştırdım. Kaynağım Türkiye’nin yakından tanıdığı, AKP’de de bir dönem önemli görevler üstlenmiş bir siyasetçi. Hem şu anki AKP yönetimini geçmişten beri tanıyor önemli kısmıyla hâlâ irtibatı var, hem Gül kanadını iyi tanıyor/konuşuyor/haber alıyor.

Ondan aldığım notları aktarıyorum:

Gül susuyor / tavır-risk almıyor eleştirileri: Sayın Gül’e bunu söylemek biraz haksızlık değil mi? Gelin sadece son döneme bakalım. 24 Haziran seçimlerinde Tayyip Bey’e karşı aday olmayacak mıydı? Son dakikada eğer ittifak eden partiler arasında anlaşmazlık yaşanmasaydı aday olacak, mücadele edecekti. 696 sayılı KHK’nın yazımındaki hukuk diliyle bağdaşmayan muğlaklığa da dikkat çeken yine son seçimde KHK ile ihraç edilenlere mazbata verilmemesine tepki gösteren o değil mi? Seçimlerin yapılması ve sonuçlarıyla ilgili tartışmaların yoğunlaşmasından üzüntü duyduğunu bunun Türkiye’ye içeride ve dışarıda zarar verdiğini söylemedi mi? Sayın Kılıçdaroğlu’na linç girişiminden sonra hemen karşı tavır almadı mı? Daha örnek çok ama bunları unutmamak gerekir.

‘Sistem kaygısını en baştan dile getirdi’: Bugünkü yönetim sisteminin ülkenin hayrına olmadığı, sorunları çözmediği belli. Hatırlayın bunu ilk dile getirenlerden birisi kendisi. 2015 yılında sistem tartışmaları yapılırken ‘Türk tipi başkanlık sistemi olmaması gerekir. Eğer bir başkanlık sistemi olacaksa kuvvetler ayrılığının açık, seçik yazıldığı, gelişmiş demokrasilerdeki hukukun üstünlüğüne dayalı sistem olmalı’ demişti. Bu arada ülkedeki sistem/Anayasa değişirken susan, konuşmayan, eleştirmeyen akademisyeninden politikacısına pek çok kişinin varlığı da üzülsek de kayda geçirilmeli.

Avrupa standartına giderken Asya’ya gerilemek: Hukuktan ekonomiye her alandaki gerileme Türkiye’yi farklı bir lige taşıyor. Dünyadaki algı son derece negatif. Suriye konusunda Türkiye’nin aldığı pozisyon da son dönemde dış politikada yaşadığı özellikle bölgedeki sıkışıklık (ABD-Rusya arasında- M.S.) gelecekle ilgili riskleri artırıyor. Sayın Gül iki noktada uyarılarını yapmıştı. Birincisi Suriye’de ortaya çıkan durumu ‘Afganistan’ın Akdeniz’in kıyısına geldiği’ şeklinde yorumlamıştı. İkincisi ise Türkiye’nin ‘orta gelir tuzağına düşmemesi’ gerektiğini belirterek bunun yolunun ‘soft power’dan geçtiğinin altını çizmişti. Bugün gelinen durum Avrupa standartlarında bir ülke olma hayali-vizyonundan kaos içindeki kimi Asya ülkelerine gerilemek noktası.      

S-400 inat değil envanter işi: Yumuşak güç (soft power) dedik oradan devam edelim. S-400’ler konusu. ‘Türkiye egemen bir ülke olarak istediği kararı alır’ deniyor. İyi de bunun egemenlikle ne ilgisi var. Bu bir silah envanteri işi. Sizin envanterinizin neredeyse tamamı NATO’dan. Türkiye’de ve başka ülkelerde radar sistemleriniz var. Bu radarlar ile bu silah ya da Rusya’dan alabileceğinizi söylediğiniz uçaklar nasıl entegre olacak? Bu işler inat değil envanter işi. Tabii bunu ülkede tartışacak/anlatacak kimsenin kalmaması da ayrıca vahim bir durum. (İktidar medyası bu yazının yazıldığı saatlerde Trump’ın temmuzda Türkiye’ye geleceğini iddia ediyordu. S-400’lerin de haziran sonu temmuz başı Türkiye’ye teslim edileceği bildiriliyordu. Eğer haber doğruysa Türkiye S-400’lerden tam vazgeçmese/vazgeçemese bile bir zamanlar Yunanistan’ın S-300’lerde yaptığı gibi alıp sandığa kaldıracak. Tabii bu aynı zamanda Rusya ile ilişkilerin bozulması başta İdlib, Suriye’de Türkiye’nin sıkıntıya girmesi anlamına da gelir. - M.S.)

İmamoğlu’nun üslubu yapıcı: Sayın Gül; CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıyı kınarken ‘siyaset diline hakim olan nefret söyleminin tehlikesi umarım artık fark edilir’ demişti. Gerçekten de Türkiye kutuplaştırıcı dilden sıkıldı. Bakın CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun kullandığı yapıcı dil toplumda nasıl karşılık buldu.

Görüştüğüm siyasetçiye herkesin merak ettiği soruyu sordum: Abdullah Gül, Ali Babacan ile birlikte ‘yeni bir parti/oluşum hazırlığında mı?’…Yanıtın bir kısmı yazılmamak kaydıyla idi. Ama şu açıkça vurgulandı: Böyle bir yapı/oluşum için yoğun bir çalışma yapılıyor. Bunun için çok da uzun süre beklenmeyecek. Bir de… Ortaya çıkacak hareketin Ahmet Davutoğlu ile bir bağı bulunmuyor… Önümüzdeki günler belkide birbirinden ayrı düşünen kişilerin/grupların daha demokratik/hukukun üstün olduğu bir ülke için yan yana geldiği kimi hareketleri ortaya çıkaracak.     

 

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’nin ‘eski Osmanlı havzasındaki’ hamleleri, Erdoğan iktidarının cami sembolizmi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Emevi Camii’nde namaz hedefi’ni en yakınındaki isimlerden MİT Başkanı İbrahim Kalın yerine getirdi. Üstelik Esad rejimini deviren HTŞ’nin lideri Colani’nin kullandığı araçta da yan koltukta fotoğraf verecekti. Camide namaz görüntüsü bu kez sınır dışında dünyanın yakından izlediği bir noktada gerçekleşmiş, ibadetten çok siyasi bir mesaj içermişti

Sığınmacılardan Kürt sorununa ve ekonomiye ‘yeni Suriye’ Erdoğan’a ne kazandırır?

Halkına eziyet eden bir diktatör Esad gitti. Yerine geçmişinde El Kaide ve El Nusra olan bir ismin liderlik ettiği örgütün ‘daha ılımlı görüntü veren’ bir ismi geldi. Bunun Türkiye açısından çok uzak olmayan bir vadede barındırdığı risklerle karşı karşıya kalınabilir. Ancak içeride ve kısmen dışarıda şu anda ve bir süre ‘söz-gündem üstünlüğü’ Erdoğan’a geçmiş gözüküyor

Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında “çekmediğim her acı için acı çekiyorum”

Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz

"
"