31 Mart seçimlerinin sonucu 17 yıllık AKP iktidarını daha açık söylemle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı ilk kez bu kadar ağır bir şekilde sallıyor. Bir yandan ekonomideki derin krizden dış politikadaki başta S-400 gerilimine çok zor bir zeminde hareket etmeye çalışan Erdoğan öte yandan her geçen gün ülkeyi ‘yönetme’ noktasında sıkıntı/zaaf yaşıyor gözüküyor.
Seçimlerde ‘mahkûm’ kaldığı MHP Lideri Devlet Bahçeli her konuşmasında sanki özellikle Erdoğan’ı hedef alıyor. 31 Mart’tan en büyük zaferi partisinin kazandığını söylüyor, yüzde 18.81 oy aldığını söyleyip AKP’yi yüzde 34’lerde gösteriyor. Daha da önemlisi seçimlerin yenilenmesi talebini seslendirişinden Erdoğan’ın ‘Türkiye ittifakı’ söylemine karşı duruşuna ‘ortağına’ açık açık ayar veriyor. 21 Nisan Pazar günü ülkenin ana muhalefet liderine yapılan linç girişimin hemen ardından Bahçeli’nin sarfettiği cümleler de AKP sözcülerinin söylemlerinin çok uzağında idi. Erdoğan’ın olayın üzerinden neredeyse br gün geçtikten sonra Twitter’dan yaptığı açıklama her ne kadar ‘çok zayıf da’ olsa ‘ortağından’ çok farklıydı:
‘Ne yazık ki dün Çubuk'ta bir şehidimizin cenaze töreninde istenmeyen bir olay meydana gelmiş, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na yönelik protestolar şiddet eylemine dönüşmüştür.Olay tüm boyutlarıyla soruşturulmaktadır. Şiddeti asla tasvip edemeyiz. Şiddetin ve terörün her türüne karşıyız. Kimsenin Türkiye'nin huzur iklimine zarar vermesine müsaade etmeyiz.’
Erdoğan bu açıklamayı yaptığı saatte Bahçeli çizgisinin AKP’deki en yakın takipçisi Süleyman Soylu gerekli güvenlik önlemlerinin alınmaması eleştirilerine karşı şunları söylüyordu:
‘Bu olayın İçişleri Bakanlığına yıkılması, siyasi rant amacı güttüklerinin göstergesi. Kılıçdaroğlu, bu olayı bize soracağına siyasi ortaklarına sormalı. Bir yandan PKK’nın siyasi koluyla ortaklık kurup, olayları İçişleri Bakanı’na yıkmak doğru değildir. Bütün bunlar milletin gözü önünde yaşanmıştır.
Erdoğan; Bahçeli ve Soylu’nun temsil ettiği kabaca ‘güvenlikçi olarak’ tarif edebileceğimiz çizginin arasında sıkışıp kalmış bir durumda. Ankara’daki kaynaklar AKP liderinin durumdan ‘hoşlanmadığını’ söylüyorlar. Durumu yaratan ana aktörlerden birinin kendisi olduğunu da not etmeden geçmeyelim.
Erdoğan’ın dışarıdan gelen tüm eleştirilere kulağının kapalı olduğunu hatta bunu ‘kendi kitlesini bir arada tutmak için iyi kullandığını biliyoruz. Ancak iki kişi var ki, Erdoğan’a yönelttikleri eleştirinin tonu, şekli, sıklığı her geçen gün artıyor.
Eski Cumhurbaşkanı, AKP Kurucularından Abdullah Gül ve eski Başbakan AKP kurucularından Ahmet Davutoğlu. Her ikisi de kendilerine gelen partilerinden ya da dışarıdan isimlere ‘dışarı sızmaması’ talebiyle yaptıkları eleştiriyi artık kamuoyu önünde çok net bir şekilde dile getiriyor.
Yazıda ilerlerken her iki isim için de ‘bugüne kadar neredeydiler, çok geç kaldılar, özellikle Davutoğlu açısından başta Suriye pek çok yanlış politikanın mimarı/uygulayıcısı’ haklı eleştirileri yapıldı yapılıyor. Ancak Kılıçdaroğlu’na saldırının yapılmasından kısa bir süre sonra Gül’ün bunu ‘ ‘Siyaset diline hakim olan nefret söyleminin tehlikesi umarım farkedilir’ eleştirisiyle kınaması önemlidir. Davutoğlu’nun 22 Nisan Pazartesi günü açıkladığı manifesto da elin tersiyle itilecek ya da ‘ne güzel birbirlerine girdiler’ diye düşünülmenin dışında bir değerlendirmeyi hakettiği kanaatindeyim.
Gül’ün ve (özellikle) Davutoğlu’nun çıkışları; sadece ülkedeki muhalefetin/bağımsız siyasi analistlerin değil Erdoğan’ın bir dönem beraber yürüdüğü yol arkadaşlarının da ‘memleketin gittiği rota, ekonomi, tek adam yönetimi, siyaset-aile ilişkilerinin iç içe geçmesi’ konularında rahatsız olduklarını gösteriyor. Davutoğlu’nun yayınladığı bildiri de şu noktalar önemli…
Sistem yeniden değerlendirilmeli
Davutoğlu açık bir şekilde Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor:
“Cumhurbaşkanı’nın seçimlerin birinci derecede tarafı olarak seçim ortamının gerektirdiği yoğun ve çoğu zaman da sert siyasi polemiklere girmek durumunda kalması, eşit mesafede durması gereken Cumhurbaşkanlığı kurumunun toplumun en az yarısı ile psikolojik bir kopuş yaşamasına yol açmaktadır. Demokratik başkanlık sistemlerinde gözlendiği gibi Cumhurbaşkanının parti üyeliğine sahip olması bir sorun teşkil etmemekle birlikte genel başkanlık görevinin de aynı kişi tarafından yürütülmesi hem devlet işleyişi hem parti kurumsallaşması açısından sakıncalar doğurmaktadır. Yeni sistemin en asli unsurlarından biri olarak görülen partili cumhurbaşkanlığı uygulaması mevcut Cumhurbaşkanımızın şahsından bağımsız olarak yeniden değerlendirilmeli ve Cumhurbaşkanlığı ile parti genel başkanlığı görevlerinin bir arada yürütülmesinin doğurduğu sakıncalar giderilmelidir’
‘Seçimleri kaybettik yüzleşelim’
Davutoğlu, Erdoğan ve AKP’yi 31 mart sonuçlarını doğru yorumlamaya çağırıyor:
31 Mart seçimleri ve ardından yaşananlar ile birlikte ortaya çıkan toplumsal ve siyasal tablo partimizin ve ülkemizin geleceği ile ilgili kamuoyuna açık, şeffaf ve sağduyulu bir muhasebenin yapılmasını gerekli kılmıştır. Başta hareketimizin kitleselleşerek iktidara yürümesinin önemli sembolleri olan ve çeyrek asırdır kadrolarımızın yönetiminde bulunan İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanlıklarında alınan sonuç olmak üzere, partimizin toplumsal desteğinde görülen azalma gerçeğiyle yüzleşmek ve bunu sağduyulu bir şekilde değerlendirmek durumundayız. Son seçimlerde alınan neticeler Cumhur İttifakı olarak dahi sahil kesimlerinden koparak İç Anadolu ve Karadeniz’e doğru daralan bir siyasal etkinlik alanına sıkışmakta olduğumuzu göstermektedir. İç Anadolu’da ise ittifak-içi dengenin partimiz aleyhine değişmekte olduğu bir vakıadır.
Tek adam yıprattı
Davutoğlu ‘bir zamanlar AKP’de istişare yapılırdı bu farkımızdı’ diyerek Erdoğan’ın ‘tek adam’lığının da ülkeye ve partisine zarar verdiğini söylüyor:
Siyasi hareketleri ve partileri tarih sahnesinde başat aktör kılan beş temel unsur vardır: (i) kendi içinde tutarlı bir ilkeler ve değerler manzumesi, (ii) bu değerler manzumesinin ruhu ile uyumlu bir söylem, (iii) toplumun her kesimine açık bir sosyal ilişkiler ağı, (iv) bu ağı etkin bir şekilde yöneten sağlam bir teşkilat yapısı ve (v) zamanın ruhuna uygun politikalar geliştirilebilmesini sağlayan özgür düşünce ve ortak akıl. Partimizi siyasi tarihimizdeki diğer partilerden ayırt eden ve uzun iktidar dönemlerimize zemin oluşturan sır bu temel özelliklerde gizlidir. Partimizin en önemli kurucu ilkelerinin başında ortak akıl arayışı gelmektedir. Partimiz, kurumsal istişare mekanizmaları ve ortak akıl arayışı sayesinde birçok çetin krizi aşarak milletimizin teveccühüne mazhar olmuştur. Ancak, maalesef son dönemlerde, ortak aklın işletilmesine imkân veren AK Parti kurulları ve istişare mekanizmaları ya tamamen devreden çıkmış ya da tek bir görüşün onay makamı haline gelerek işlevini yitirmiştir. Ancak son yıllarda yaşananlar bu temel özelliklerde ciddi bir zaafiyetin yaygınlaşmakta olduğunu ortaya koymuştur. Son olarak mahalli seçim sürecinde ve sonrasında her açıdan gözlenen savrulma ve dağınıklık aslında bu zaafiyetin yansımalarıdır.
Aile işe karışıyor ve damat eleştirisi
Davutoğlu açıklamasının kritik yerlerinden biri ‘aile ve çevrenin kişiye özel görevlerde etki kurma çabası kurduğu’ vurgusu. Burada hedef doğrudan Erdoğan’ın bakan yaptığı damadı Berat Albayrak ve özellikle Cumhurbaşkanı’nın çocuklarının başta eğitim pek çok konuda öne çıkması. (Davutoğlu özellikle Albayrak’ı şu cümlelerle eleştiriyor: Topluma güven verebilmek için önce ekonomi yönetiminde özgüvene ihtiyaç vardır. Ancak özgüvenin de bilgiyle ve deneyimle hak edilmiş olması ve gereğinin yerine getirilmesi şarttır. Bilgi ve deneyimle desteklenmeyen, kişisel yakınlıklardan devşirilen özgüven sadece abartılı bir gösteri ve ciddiyetten uzak bir görüntü olarak kalır.) Davutoğlu’nun aile vurgulu kısmı tam olarak şöyle:
"Öncelikle siyasi ahlakın temelini dokuyan ilkeler ve değerler konusunda söylemde ve eylemde yaşanan sapmalar toplumsal vicdan ile buluşulmasını engelleyen en önemli bariyerdir. Ben-merkezci kibirli bir dil ile tevazudan kopuş, mahviyet vurgusu yaparken en küçük birimlerdeki siyasilerin bile adlarını sokaklara, okullara ve binalara verme yarışı içine girmeleri, sürekli görünür ve bilinir olma dürtüsüyle gündeme gelmek için her türlü çabanın gösterilmesi, kullanılan dil ile sergilenen tavır arasındaki uçurumun alabildiğine açılması, kutsal değerlerimizin siyasi çıkarlar uğruna hoyratça kullanılması, alınan görevlerin kişiye has olduğu unutularak bütün bir aile ve çevrenin etki kurma çabaları, siyasi rakip görülen kişilerin yıpratılması için sosyal medya operasyonları dahil her türlü iftiranın yaygınlık kazanması, bir ömrünü bu davaya adamış ve ortak mücadele vermiş insanların toplumsal itibarlarının yok edilmesine dönük ithamlara sessiz kalınarak dolaylı destek verilmesi ve geçmişte en önemli değerimiz olarak gördüğümüz vefa duygusunun ciddi şekilde zedelenmesi üzerinde açık yüreklilikle düşünülmesi gereken hususlardır."
MHP’den ayrıl çağrısı
Davutoğlu partinin kuruluş değerlerinden koptuğunu ve son seçimlerde MHP ile yapılan ittifakın da bitmesi/gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyor:
Son yıllarda partimizin insan-odaklı, insan haklarına dayalı, özgürlükçü, reformcu, kuşatıcı, kendinden ve geleceğinden emin siyasi söyleminin yerini devletçi, güvenlikçi, statükocu ve salt beka endişelerine dayalı bir söylem almıştır. Bu çerçevede, partimiz seçim sonuçlarını doğru analiz ederek ittifak siyasetini gözden geçirmelidir.
31 Mart seçimlerinin siyasi sonuçlarının en ağır etkilediği parti görülüyorki AKP. Tüm yönetimsel ve kişisel eleştirileri saklı tutarak (çoğunu haklı bularak) şunu net söylemeliyim ki Davutoğlu parti içinde giderek daha çok kimsenin konuştuğu durumu net bir şekilde/kamuoyu önünde Erdoğan’ın önüne bıraktı. Muhtemelen Erdoğan bu eleştirilerin çoğuna kulak asmayacak etrafındaki her geçen gün onu daha da gerçeklikten koparan kesim Davutoğlu’na hain damgası vuracak. Ama cin şişeden çıktı bir kere. Artık sorunlar açıkça AKP içinde de tartışılıyor belki buradan bir yeni aydınlık/demokratik yol açılacak. Demokrasi için yan yana gelenlerin/duranların bunun için bedel ödeyenlerin başarısı bu. Memleketin ve evlatların umutlu geleceği için fedakarlık yapanların, bir arada kardeşçe yaşama arzusundan hiç vazgeçmeyenlerin başarısı.