04 Haziran 2023

Erdoğan'ın kucaklaşma çağrısı kimleri kapsıyor, samimi mi, yeni kabine ne anlatıyor?

Sözlerin değil icraatların önemli olduğunu hep beraber yaşayarak öğrendik

Yeni kabinenin açıklanmasını bekliyorum. Elimde Gündüz Vassaf’ın son kitabı ‘Ressamın İsyanı’…Kitabın kahramanının yeğeninin Starbucks’ta oynadığı bir oyun var. Her seferinde siparişini farklı isimlerle veriyor, ‘kahveniz hazır’ çağrısına o gün için benimsediği kimliğiyle gidiyor.

Tayyip Erdoğan’ın dün cumhurbaşkanlığındaki yeni döneme başlama törenindeki ‘büyük kucaklaşma çağrısına da’ oluşan yeni kabinedeki yapıya da ‘hangi hedef için hangi kimlikle’ gittiğini elbette düşünmeliyiz. Seçim sürecinde ve kazandıktan sonra farklı siyasi görüş, yaşam tercihi, inanç gruplarına karşı kullandığı ötekileştiren-hedef gösteren diliyle toplumda yarattığı büyük kutuplaşmadan/ayrıştırmadan gerçekten dönmek istiyor mu? Yoksa ekonomide, başta doğrudan yabancı yatırımlar tıkanan para kanallarının açılması için Batı ile en azından 2024 seçimlerine kadar kurmak zorunda olduğu olumlu ilişkiler için bir anahtar olarak mı düşünüyor?

Bu soruyu bana ne sorduruyor açıklayayım. Tayyip Erdoğan’ın son on yılını neredeyse tamamen tek başına yürüttüğü sistemde (2016 darbe girişimi sonrası MHP’nin, Devlet Bahçeli’nin etkisini göz ardı etmeden) bakanlıkların her ne kadar önemi kalmamış da olsa şunu biliyoruz ki döneme ve ihtiyaca göre isim belirleniyor. Bu kabineyi de öyle okumak gerekir mi?

Geçmişten bir örnek. 2020 Kasım ayında ekonomiden sorumlu bakan ve Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak istifa ettikten sonra yerine Lütfi Elvan getirilmişti. O ana kadar başta Merkez Bankası’ndan giden 128 milyar dolar ekonomi alarm veriyordu, ‘toparlanma umudu yaratabilmek için’ daha ciddi bir program gerekiyordu. Erdoğan yine aynı günlerde ‘ekonomide ve hukukta yeni bir reform dönemi başlattıklarını’ söyleyecekti.

Reform gelmedi, ekonomide Elvan’ın ‘daha rasyonel bir politika yaratma’ çabalarına bir yıl dayanabildi, Aralık 2021’de düne kadar görev yapan Nureddin Nebati getirildi. Sonra dünyada eşi benzeri olamayan ‘enflasyon sonuç faiz sebep’ önermesiyle başlayan, Merkez Bankası politika faizinin ve bankanın kendisinin öneminin kalmadığı, kuru tutmak için Hazine’nin sırtına Kur Korumalı Mevduat’ın yüklendiği, Suudi Arabistan’dan Birleşik Arap Emirlikleri’ne alınan borçlara (swap) rağmen eksi 65 milyar dolara gelen rezervler, patlayan-kalıcılaşan enflasyon, bozulan gelir dağılımı oluştu.

Ödemeler dengesi krizine giden bir Türkiye fotoğrafı ortaya çıktı. Bulunan geçici çözümler ve geçici isimlerin her biri gelip-gittikten sonra ertelenen tahribatın bir öncekinin de üstüne eklenerek büyüdüğü süreçler yaşandı.

Hukuk konusunu tartışmaya katmıyorum bile. Anayasa Mahkemesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının, Anayasa’nın bağlayıcı hükümlerine rağmen uygulanmaması. Hukuk, medya özgürlüğü konularında Türkiye’nin en alt liglere düşmesi.

Gelelim yeni kabineye. En beklenmedik isim cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz oldu. Birkaç dönem kalkınma bakanlığı yaptı. ODTÜ’lü ve yetiştiği yer Devlet Planlama Teşkilatı. Uzun süredir ikna edilmeye çalışılan Mehmet Şimşek’i de beklendiği üzere Hazine ve Maliye Bakanı olarak görüyoruz. Belli ki Erdoğan ekonomideki yanlış kararların oy anlamında kendine ve partisine verdiği zararı görerek kabinede ekonomi konusunu önemsemiş.

Ancak burada esas sorulması gereken bu yanlış politikaların gerçek anlamda zarar verdiği milyonlar, özellikle emek kesimi- emekliler. Yeni dönemde yine bu durumun bedelini ödeyecek kesim onlar mı olacak? Şimşek yine neo-liberal politikalar mı uygulayacak yoksa piyasaya teslim olmayan devleti ve derin yoksulları-çalışan yoksulları önceleyen bir yapı mı kurulacak?

Ekonomi yönetiminde dikkatimi çeken bir diğer isim iktidara yakın Albayrak Grubu’nun CEO’su Ömer Bolat’ın Ticaret Bakanı olması. Bolat iki dönem MÜSİAD başkanlığı da yaptı.

Beklenen önemli değişiklik Dışişleri Bakanı’nın Hakan Fidan oluşu. 27 Mayıs 2010’dan beri MİT’in başındaydı. Tam 13 yıl. Dünyada da benzeri görüldüğü şekilde dışişleri ile özellikle 2016 darbe girişimi sonrası yakın çalıştı. Erdoğan’ın gittiği tüm ziyaretlerde özel görüşmelerde hep yanındaydı.

Milli Savunma Bakanı da Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler oldu. Geçtiğimiz yıl başkanlık süreci bir yıl uzatılmıştı. Bunu ordu üst kademesinin politize olmasının bir sonucu olarak okumak gerekiyor. Bir önceki bakan da genelkurmay başkanlığından gelen Hulusi Akar’dı. Genelkurmay Başkanı olarak görev yapanların Milli Savunma Bakanı olması geleneği başladı.

Fidan ile Güler’in uzun süre iyi bir uyumla çalıştığı da belirtiliyor.

MİT’in başına geçecek isim ise İbrahim Kalın olacak. O da uzun süredir Erdoğan’ın yakınında.

Yine beklenen ama kritik kabul edilebilecek bir diğer değişiklik İçişleri bakanlığında oldu. Adı pek çok olaya karışan Süleyman Soylu gitti İstanbul Valisi Ali Yerlikaya geldi. Yerlikaya’nın İstanbul’da her kesimle dengeli bir ilişki kurduğu yapısına çok sayıda atıf yapılıyor.

Fidan-Güler-Kalın-Yerlikaya’dan oluşan yeni dışişleri-güvenlik bürokrasisi yapısının elçiliklerden emniyete neyi değiştireceğini göreceğiz. Sadece atamalar anlamında değil elbet politikalar anlamında. Tabii yine son kararın Erdoğan’da olduğunu bilmemek için saf olmak gerekiyor. Göreceğiz. Kabinede isim çok, daha uzun süre konuşacağız.

Bitirirken…

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın göreve başlama konuşmasındaki kritik bölümün biraz daha geniş halini burada alıntılıyorum:

"En büyük sıkıntımız ülkemizde gayretli bir muhalefetin olmamasıdır. Kendi küçük hesaplarının peşine düştüler. Her seçim sonrasında uzattığımız eli sıkılı yumruklarla karşıladık. Bu sefer farklı bir tavır sergilemelerini ümit ediyoruz. Gazetecisi, yazarı, sivil toplumu, sanatçısı, siyasetçisiyle tüm muhalefet cenahının artık milli irade ile barışmasını istiyoruz. Türkiye'nin büyük bir kucaklaşmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz."

Cumhurbaşkanı kucaklaşma çağrısı yaparken İstanbul’da polis yıllardır barışçıl bir tavırla evlatlarını arayan ‘Cumartesi Anneleri’nin’ protestolarına her hafta olduğu gibi şiddetle müdahale ediyor, ters kelepçeyle gözaltına alıyordu.

Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyeleri özgür-özerk üniversite talepleri yüzünden disiplin soruşturmalarıyla-okuldan uzaklaştırma kararlarıyla boğuşuyordu.

Cezaevlerinde ‘muhalif’ yüzlerce isim AYM ya da AİHM kararlarına rağmen özgürlüklerinden yoksundu.

Terörle bağlantılı iftirasına uğramış basın kartları iptal edilmiş pek çok gazeteci davalarla mücadele ediyordu.

Tayyip Erdoğan barışma çağrısı yaptığı gazetecilere, sanatçılara, siyasetçilere özgür-demokratik bir memlekette sorma-sorgulama-eleştiri haklarını kullanma yolunda artık engel çıkarılmayacağını, özgürlük alanlarının genişleyeceğini mi söylüyordu yoksa çizdiği çizgiler içinde yeni bir ‘biat’ çağrışımıydı bu? Önümüzdeki günlerde göreceğiz. Sözlerin değil icraatların önemli olduğunu hep beraber yaşayarak öğrendik.

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Özel 1 Mayıs’ı iyi yönetemedi; zayıf tükürük sakal ıslatır…

Müzakere konusunda iktidara alan açan Özgür Özel, mücadele konusunda umut vermedi. Tüm emekçilere “Saraçhane’de buluşma, oradan Taksim’e yürüme çağrısı yapan” Özel, polis barikatının orada durup iktidara haklı ama bilinen eleştirileri sıralayıp alandan ayrıldı

CHP halkla Taksim’e yürüyerek büyür, Saray yollarında değil…

Emeğin bu denli değersizleştirildiği bir ortamda ‘Emek Bayramı’nda halkla beraber yürümek ana kolonu sosyal demokrasi olan partiyi güçlendirir

Amedspor; direnciyle, mücadelesiyle, başarısıyla bir futbol takımından fazlası…

Uzun süre seçtikleri isimlerle değil kayyumlarla yönetilen, hapiste pek çok siyasetçisi olan, tabelasından diline zaman zaman hala polemik konusu yapılan Kürtler… Ve ağırlıkla onların desteklediği Amedspor’un başarısı. İçinde herkese fazlasıyla mesaj barındırıyor...