İSKENDERUN
Sabahın ilk saatleri…
Gece, hemen kaldığım yerin yanından geçen Asi Nehri’nin zaman zaman çoğalan sesine ve insanı yerinden zıplatan artçı depremlere bir süre sonra alışıp uyumaya çalışarak geçti.
Bir bankın üstüne önce karton, ardından gündüz dağıtılırken aldığım (sabah iade ettiğim) bir battaniyeyi serip, üstüme iki battaniye daha örterek ısınmaya çalıştım. Bunları sızlanmak için yazmıyorum sadece durumu, kendi durumumu da değil burada yaşayanların çektiği zorlukları anlatmak için detaylı yazıyorum.
Sevgi Parkı’nın yanında yan yana üç okul var. İlkinde dünyanın değişik yerlerinden gelen doktorlar, ikincisinde Kore kurtarma ekibi üçüncüsünde Kocaeli Belediyesi var. İlk ikisine tuvalet için girmek yasak. Sadece üçüncüsü. O da çevredeki binlerce kişiye hizmet verdiği için sık sık kapanıyor. Su bulup yüzümü yıkıyorum.
Ardından ısınmak için bir ateşin başına gidiyorum. Bir anne geliyor yanıma. Evladı enkaz altında. Günlerdir kendi deyimiyle tüm ekiplere evladını çıkarması için yalvarmış. Sonuç alamamış. Ama yılmamış. Birazdan yeniden gidecek bir ekibin başına elinde adresi ‘hadi diyecek ‘hadi evladımı çıkarıp verin bana’…Son telefon konuşmalarını anlatıyor. Döner yemeyi çok severmiş yine o gün döner yemiş. ‘Benim parçam ama babası da çok bağlıydı hastalandı o Samandağ’da evde ben bekliyorum’ diyor. Susuyorum sadece bakıyorum.
İskenderun'da enkazdan çıkacak yakınlarını bekleyen insanlar
Erken bir saatte çıkıyoruz Hatay’dan. Önce CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki MYK’sını izleyip ardından İskenderun’a geçeceğiz. Sirensiz, konvoysuz, itiş-kakış olmadan sade bir şekilde, beyaz midibüsüyle geliyor toplantının yapılacağı salona. Yanında belediye başkanları; Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş, Tunç Soyer, Lütfü Savaş. Genel Sekreter Selin Sayek Böke, parti sözcüsü Faik Öztrak, grup başkan vekilleri Özgür Özel, Engin Altay pek çok milletvekili ve yönetici. Kılıçdaroğlu deprem sonrası bir yandan etkilenen tüm illere gitti öte yandan tüm belediyelerini bölgenin yarasını sarma konusunda seferber etti. Kısa bir özet verdi:
"142 belediyemiz var. 4 bin 577 araç deprem bölgelerine gönderildi. 12 bin 163 personel şu anda deprem bölgelerinde görev yapıyor. Toplam 2 bin 439 tır ve kamyon, 4 uçak, 5 gemi, 2 tren vagonuyla deprem bölgelerine yardım gitti. Günlük 200 bin öğün kapasiteli 34 mobil mutfak, 140 bin kapasiteli 14 ikram aracı, 95 bin ekmek kapasiteli 9 mobil fırın faaliyete geçti. 245 tır içme suyu, 1 milyon 24 bin battaniye, 52 bin 369 ısıtıcı soba, 4 bin 726 çadır konteyner, 398 jeneratör deprem bölgelerine gönderildi. "
Bunları anlatırken sesi hayli yumuşaktı. Konu ne zaman iktidara, Tayyip Erdoğan’a geldi eleştirilerini sertleştirdi, sesinin tonu değişti. Liyakatsızlıktan ve yaşananların sorumluluğun iktidarda olmasından bahsetti. Kılıçdaroğlu bu süreçte muhalefetteki liderlerden ayrıldı. Hem ilk günden itibaren eleştirilerini yaptı, hem alanda bölgede gezdi ama yardımların gitmesini de sağladı, ancak özellikle dün MYK’da yaptığı konuşmada ‘bu dönemde siyaset yapmama’ konusunu dillendirenlere yanıt verdi:
"İçtiğiniz sudan, aldığınız ekmeğe kadar her şeyi siyaset belirliyorsa bir sorun var. Bu sorunu halk yaşıyor ve ‘halk benim derdimi kim dillendirecek?’ diye gelip benim yakama yapışıyorsa ben onun sesi olmak zorundayım. Aksi halde ben niye siyaset yapıyorum? Hangi gerekçeyle siyaset yapıyorum? Halkın sorununu dillendirmeyeceksin, derdini dillendirmeyeceksin o zaman niye siyaset yapıyorsun? Siyaset halka hizmet etmek demektir. Halkın kafasına balyozla vurmak değildir."
Toplantının ardından İskenderun’a doğru yola çıkıyoruz. Aklımda burada duyduğum kadim bir bilgi-söz: "Evini dağa, tarlanı ovaya yapacaksın". İskenderun’da özellikle deniz doldurularak yapılan alanlarda binalar ya yakılmış ya ağır hasar görmüş. Özellikle İbrahim Karaoğlanoğlu Caddesi boyunca yolun her iki tarafında binalar büyük hasar almış.
Özellikle depremden kısa bir süre sonra sahil kesiminde deniz suları meydanı kaplamış. Bölgedeki evler boşaltılmış. Görev yapan polislerle konuştuğumuzda kendilerinin dışarıdan takviye için geldiklerini, üçüncü gün çekildiğini duyduklarını söylediler.
Yıkıntılar arasında bekleyenlerle konuştum. Hepsi aynı şeyi söylüyor: "Buraya gelmekte geç kaldılar, çok geç kaldılar. "
Ya da ‘ilk iki gün gelselerdi canlarımız kurtulmuş olacaktı’. Önünde bekleyenlerle konuştuğumuz yıkıntılardan birinden biri 4 biri 25 yaşında iki kişinin sağ olarak çıkartılması umudu vardı.
Bitirirken…
Giderek kızgınlık artıyor…
Hatta biz bile kısmen bu kızgınlıktan nasibimizi aldık…
Endişem bu kızgınlığın başta Suriyeli sığınmacılar toplumun ‘ötekileştirdiği’ kesimlere yansıması…
Bazen doğruluğu bilinmeden atılan bir tweet, paylaşılan bir video zaten hedefteki bu insanlara nefreti artırıyor. Unutmayın onlar da bu yıkımın kurbanlarından… Unutmayın her biriyle ilgili yıkıntıdan insan kurtarmak için kimliğine-milliyetine bakmadan çalışan binlerce Suriyeli oldu.
Depremzedelerin kızgınlığı anlamak lazım. Ve bu acıların üstüne, doğruluğunu bilip bilmeden paylaşımlarla dezavantajlı grupları hedef haline getirmemek… Lütfen…
Murat Sabuncu kimdir?
Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.
Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.
En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu.
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. Çıktıktan sonra sekiz ay gazeteyi yönetti.
T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.
Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.
|