21 Haziran 2014

'Başbakan çizgi çekti: Kardeşini bir o, bir bu tarafa koyuyorum, tarafını belli etsin'

Balyoz'dan Ergenekon'a, MİT'ten kendilerine yakın işadamlarının başına gelenlere Gülen cemaati süreci nasıl okuyor?

"Başbakan bir çizgi çekti

Kardeşini bazen bu tarafa bazen diğer tarafa koyuyorum..."

Cemaate yakın tanınan bir işadamı.

Ofisine iki kişi geliyor.

Sekreterine mutlaka görüşmek istediklerini konunun kritik olduğunu söylüyorlar.

Biraz sonra o işadamının yanındalar.

Girer girmez bir kâğıt uzatıyorlar.

Üzerinde dinleniyor, izleniyorsunuz, yazışalım, konuşmayalım yazıyor.

Sonra “yazışarak konuşma” başlıyor.

Cemaate yakın olduğunuz için takiptesiniz, iş yerinizdeki vergi denetimleri sayısı artacak, mutlaka bir açığınız bulunacak, başka türlü iftiralara da uğrayabilirsiniz isterseniz bir süre yurtdışına çıkın.

İşadamı rahatsız oluyor.

Aslında onlar kamuoyunun yakından tanıdığı bir aile.

Konuyu erkek kardeşine anlatıyor.

Kardeşi Başbakan ile de görüşebilen bir isim.

Randevu alıp Başbakan'ın Kısıklı'daki evine gidiyor.

Kardeşinin başına geleni anlatıyor.

Başbakan bir kâğıda bir çizgi çekiyor.

“Kardeşini bazen bu tarafa, bazen diğer tarafa koyuyorum. Tarafını belli etsin” diyor.

Bu anekdotu dinliyorum.

Anlatan kişiye "film gibi" diyorum.

Anlatan Gülen cemaatinin içinde yıllardır bulunan, tanınan, çekirdekteki bir isim.

O yüzden önemsiyor buraya yazıyorum.

İki gündür 16 yıldır düzenlenen Abant Platformu'ndayım.

Hükümetle cemaatin yolunun kesiştiği günlerde bakanların, milletvekillerinin iktidara yakın gazetecilerin akın ettiği toplantı 17 Aralık sonrası “daha sakin.”

Hükümetin kendilerine yönelttiği suçlamalara nasıl baktıklarını öğrenmek için kahve ve yemek aralarında sık sık cemaatin yönetici kadrosuyla konuşuyorum.

En çok duyduğum “Bu cemaate karşı algı operasyonu elinde belgesi varsa açıkla, hodri meydan.”

Üç olayı da örnek gösteriyorlar.

Seçim öncesi “Cemaat, Başbakan'ı makamında tehdit etti” dediler. Kim etti dedi açıklayın. Bank Asya'nın 17 Aralık öncesi piyasadan dolar topladığı söylendi. Resmi rakamlar ortada doğru çıkmadı. Yargıtay imamı hani nerede?

Bir diğer sorum: Hükümetle cemaat arasında kavga biter mi?

Yanıt: Tek taraflı kavga var. Biz kendimizi sadece savunuyoruz, kavga etmiyoruz.

- Hükümet; Balyoz, Ergenekon ve 17 Aralık... Bunların tamamını planlayan, yapan, yaptıran cemaat algısını besliyor. Rahatsız mısınız?

Yanıt: Türkiye'de darbeyi, Ergenekon'u yolsuzluğu ortaya çıkaran polisi, savcıyı alnından öpüp kutlamak gerekir. Kim olduğu kimden olduğunun ne önemi var? Dosyası dolu mu, boş mu buna bakın. Kim darbe planı yok diyebilir, Ergenekon hiç olmadı yolsuzluk yoktu çıkışı yapabilir?

- Yaratılan dijital verilerden "sehven yüklenen" telefon rehberlerine... Bunları unutmak mümkün mü?

Buralarda yanlış ya da kasıt yapan bulunup cezalandırılsın ama bu tüm dosyayı çöp yapmaz, diye yanıt veriyorlar.

Ya hataları, özeleştiri yapmayacaklar mı?

Yapılacak, ama şu an değil. Boynumuza bıçak dayanmış, özeleştiri zamanı mı?

Başka bir görüşme.

Bu kez bir meslektaşım da yanımda.

Cemaatin en üst düzey yöneticilerinden biri.

"Sizden sonra hükümet hangi cemaatle yakın?" sorusuyla başlıyoruz.

"Aziz Mahmut Hüdai Vakfı etrafında toplanan ekiple (başta Topbaş ailesi) yakın ilişkideler" cevabını alıyoruz.

Üst düzey isim burada bir ek yapıyor:

"Son dönemde hükümet ile nasıl bir İslam konusunda da anlaşamıyoruz. Siz neden papazlarla görüşüyorsunuz diye bir cehalet eseri soru soruyorlar. Söylediklerine hakikaten güvenin tamsa, bunu başkalarına açarsın. Kendinizi izole edip dar bir çerçevenin içine girmek. Bu olur mu? Evrendeki herkese dönük açık bir kapınız olacak. Hiç bir ferdi istisna etmeden, dini kültürel kodunu hayat tercihine sonuna kadar saygı duyarak, herkesi bir insan kardeşi olarak görebilmeniz temelde diyaloğun esasını teşkil eder. Burada ayrışıyoruz."

Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda cemaatin rolü üzerine de konuşuyoruz. Cemaat cephesinden durum şöyle gözüküyor:

“Ergenekon sürecine birilerinin komplocu yaklaşımıyla; emniyet, yargı ayağı, medya üçlüsü anlayışıyla bakarsanız meseleye kurgulayacağınız hüküm ve kararlar farklı olur. Fakat hizmet 40-50 yıldır eğitim faaliyeti yapıyor ve bunlarla beraber devlet bürokrasisinde, sivil hayatta, iş dünyasında hizmetin ilke ve değerlerine sempati duyan veya onları tasdik eden bir yargı veya bürokrasi üzerinden okursanız farklı neticeler alırsınız.

Ergenekon davaları başladığında o dönemde suçlu insanların söylediği iddialarla 17 Aralık sonrası AKP’nin 12 yıldır hiç seslendirmediği iddiaları seslendirdiğini görüyoruz. Sıkışmış insanların kendilerini tanımlamakta kullandığı üslup birliği dikkat çekici. O da nedir; yargının ve emniyetin ekip halinde çalıştığı iddiası. Başbakan daha ileriye gidip darbe kavramını kullandı.

İster Ergenekon, ister 17 Aralık sonrası seslendirilen bu iddia. Darbe dediğiniz sürecin yaşandığı bir dönemde siz güçlü bir iktidarsınız. Bir ay içinde on binlerce insanı yerinden ettiniz, kanunlar değiştirdiniz HSYK’yı siyasete bağlama yolunda hamleler yaptınız. Monoblok bir medyayı devreye soktunuz.

Darbe yemiş bir iktidar bu kadar gücü var. Adama derler ‘darbe bunun neresinde?’ İstediğiniz bürokratı yerinden ediyorsunuz, sonra diyorsunuz ki darbe yedik? Nerenize yediniz? Ama ortada darbe yiyen yerler var.

Medya, bürokrasi sivil hak ve özgürlükler darbe yedi. Bugün çıkan resmi sadece cemaat iktidar uyuşmazlığından okuyamazsınız.

Bugün AKP iktidarının içinde bulunduğu pozisyon, ortaya koyduğu tavır ne mükemmel yargıyı elde etmeye, ne yaşanmış haksızlıkları gidermeye ne de daha özgürleşmeye matuf.”

Tekrar söze giriyorum? Ya yargıdaki eksiklikler, boşa hapis yatmış insanlar?

Yanıt şöyle:

“Bugün yargının kusurları, eksikleri hataları konuşulabilir. Abant’ta dört anayasa toplantısı yaptık… Yargının içinde bulunduğu yetersizlik ortada yaşanan sıkıntılar sorunlar ve pürüzler elbette söz konusu. Ama şu anda yeniden yargılanma ile yargının şu kadar süreyle yaptığı eldeki delilleri, daha hassas daha dikkatli gözden geçirmeye engel yok. Ama şunu da söyleyeyim. Hiçbir şey olmadı, ne faili meçhul cinayetler, ne irtica krizleri yaşandı, ne de askeriye sivil iktidarlara tazyikte bulundu. Ne internet siteleriyle belli zümreler kara propaganda malzemesi yapıldı. Bunların hiç birisi olmadı diyebilir miyiz? Bazen dengeleri çok kaçırıyoruz. Bir ifrattan başka tefrite savrulmanın manası yok.”

Vakit az. Soru çok. Ama sorulmazsa olmaz. MİT cemaati “Kürt barışını engellemeye çalışan” ve devlet içinde örgütlenen bir illegal yapı olarak tarif ediyor. Cemaatin MİT ile ilgili görüşü ne?

“Psikolojik harekatın merkez üssü orası. MİT'in algı yönetimi üzerinde bu kadar çalıştığı hiç olmadı. Yayınlanan sonra yalanlanan haberlerin çoğunun kaynağı orası.

Kürt barışına karşı olmaya gelince. Tüm dünyaya barış deyip kendi kardeşinizle mi barış istemeyeceksiniz? 1994'ten beri Kürtlerin yaşadığı yerdeyiz. Kuzey Irak'ta 24 okulumuz var. Bir milletle sıkıntınız olsa onların bağında bahçesinde yaşayabilir misiniz?”

Bitirirken...

Cemaat, hükümet arkasından çekilse de; Balyoz, Ergenekon davalarında ya da 17 Aralık soruşturmasında geri adım atmayacak gibi duruyor. Ne yani darbe teşebbüsü olmadı mı, faili meçhuller yaşanmadı mı, yolsuzluk iddiaları kapatılmaya çalışılmıyor mu, sorularını çok net soruyorlar.

Hükümet ve AKP içinden kendilerini haklı bulan kişilerin olduğunu söylüyorlar. Ancak cemaate yakın isimlerin takip ve taciz altında olduğunu, bundan rahatsızlık duyduklarını da söylüyorlar. Önümüzdeki günler ilginç yeni tartışmalara gebe...

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’nin ‘eski Osmanlı havzasındaki’ hamleleri, Erdoğan iktidarının cami sembolizmi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Emevi Camii’nde namaz hedefi’ni en yakınındaki isimlerden MİT Başkanı İbrahim Kalın yerine getirdi. Üstelik Esad rejimini deviren HTŞ’nin lideri Colani’nin kullandığı araçta da yan koltukta fotoğraf verecekti. Camide namaz görüntüsü bu kez sınır dışında dünyanın yakından izlediği bir noktada gerçekleşmiş, ibadetten çok siyasi bir mesaj içermişti

Sığınmacılardan Kürt sorununa ve ekonomiye ‘yeni Suriye’ Erdoğan’a ne kazandırır?

Halkına eziyet eden bir diktatör Esad gitti. Yerine geçmişinde El Kaide ve El Nusra olan bir ismin liderlik ettiği örgütün ‘daha ılımlı görüntü veren’ bir ismi geldi. Bunun Türkiye açısından çok uzak olmayan bir vadede barındırdığı risklerle karşı karşıya kalınabilir. Ancak içeride ve kısmen dışarıda şu anda ve bir süre ‘söz-gündem üstünlüğü’ Erdoğan’a geçmiş gözüküyor

Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında “çekmediğim her acı için acı çekiyorum”

Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz

"
"