20 Ocak 2014

Bank Asya konuşuluyor, Babacan susuyor

Türkiye'de insanlara; "AK Parti iktidarının en ciddi, güvenilir bakanı kim" diye sorsanız Ali Babacan muhtemelen açık ara önde çıkar. Ancak bir süredir, 17 Aralık'tan sonra Babacan'ın kontrol ettiği en kritik alanlardan bankacılık sektöründe önemli bir gelişme yaşanıyor.

Türkiye'de insanlara; "AK Parti iktidarının en ciddi, güvenilir bakanı kim" diye sorsanız Ali Babacan muhtemelen açık ara önde çıkar.

O yüzden AKP'nin iktidara geldiği 2002 seçimlerinden beri kurulan tüm kabinelerde yer almıştır.

Babacan, kısa bir süre görev aldığı Dışişleri Bakanlığı'nı saymazsanız, 11 yıldır ekonominin dümeninde.
Öyle kolay günlerde de değil, dalga boyunun yüksek olduğu; dünyanın en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşadığı süreçte de.

Türkiye krizlerden kısmen de olsa korunduysa Babacan'ın tavizsiz yaklaşımının, seçim dönemleri dahi "gerekeni yapmasının" payı vardır.

Kabaca "iyi yılda biriktir kötü yıllarda harca" esasına dayanan "mali kural" Babacan'ın hükümette yalnız bırakıldığı ve belki de hayata geçiremediği tek icraattır.

Kısaca yerli yatırımcı da, yabancı da Babacan'a güvenir, dediğine kulak verir.

Ancak bir süredir, 17 Aralık'tan sonra Babacan'ın kontrol ettiği en kritik alanlardan bankacılık sektöründe önemli bir gelişme yaşanıyor.

Yazılı basın, televizyonlar ve sosyal medyada, Bank Asya ile ilgili kafalarda soru işaretleri yaratan, yalanlanmayan iddialar yer alıyor.

Bankadan yoğun para çıkışı olduğu, bunun için etkili kişilerin devreye girdiği,  özellikle kamunun para çektiği söyleniyor.

Meslek kariyerinin büyük kısmını ekonomi gazetecisi olarak yapmış, 2001 bankacılık krizini gün gün takip etmiş biri olarak bugün yaşananlara ve Babacan'ın buna tepkisizliğine şaşırıyorum.
Bir bankanın kime ait olduğu (cemaat bankası, kamu bankası, yerli ya da yabancı grubun bankası) değil, yasalara uyup uymadığı, yükümlülükleri karşılayıp karşılamadığıdır mühim olan.

Bank Asya 1994 yılından beri, yani 20 yıldır bu ülkede faaliyette. Bankanın bugün uğradığı muamele, karşı karşıya kaldığı ithamların 17 Aralık sonrası, yani hükümet-cemaat kavgasından sonra ortaya çıkması kafalarda "cezalandırma algısı" yaratıyor.

Eğer bu algı gerçekse, o zaman Türkiye'nin yabancı yatırımcılar karşısında da durumu parlak olmayacaktır.

Siyasi kavgalar, tartışmalar bir gün sulh ile bitebilir. Ama ekonomi üzerinde oluşacak sis bulutu uzun süre dağılmayacaktır.

Bunu en iyi bilenlerden birisi de Bakan Babacan'dır. Babacan'ın iddiaları araştırarak kamuoyunu en kısa zamanda aydınlatması gerekir.

Üstelik bir banka aleyhinde "dedikodu yaymak" suçtur.
5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun  74. maddesinde, “gazete  ya da radyo, televizyon, video, internet, kablolu yayın veya elektronik bilgi iletişim araçları ve benzeri yayın araçlarından biri vasıtasıyla; bir bankanın itibarını kırabilecek veya şöhretine ya da servetine zarar verebilecek bir hususa kasten sebep olunamaz ya da bu yolla asılsız haber yayılamaz” der. Kanunun 158. maddesinde bunu yapanların hapis cezası alabileceği uyarısını yapar.

 

Babacan'a sorular

 

Babacan'a cevaplaması gereken bir dizi soruyu yönelterek bitirelim yazıyı:

İddia 1:

- 17 Aralık sonrası Bank Asya'dan yoğun para çekimi başladı. En yoğun çekenler kamu kuruluşlarından oldu. THY ve Takasbank bunların başında geliyor. Yine kamunun da söz sahibi olduğu Turkcell parasını çekenler arasında.

Sayın Babacan; Aralarında halka açık şirketlerin de bulunduğu kamu ya da kamu etkisindeki kuruluşlar paralarını vadesini de beklemeden bankadan çekti.
Yani kâr payının vazgeçti. Burada bahsettiğimiz her bir kurumun mevduatının 300 milyon lira civarında olduğunu düşünürseniz, vazgeçilen kâr payının yüksekliğini tahmin edebilirsiniz.
Size iki sorum var..

1- Eğer iddia edildiği gibi "etkili yerlerden" kamuya para çekme emri gitti ise.. Bu etkili yerler kimdir, kâr payından uğranılan zararın telafisi nasıl olacaktır, sorumluları için bir yaptırım düşünülmekte midir?

2- Diyelim bankanın sorunu var. (Bankadan kamuoyuna yapılan açıklamalarda çekilen para kadar mevduat toplandığı ifade ediliyor. Kamuoyuna yansıyan telefon konuşmalarında da bunun çabası görülüyor). O zaman BDDK'nın her bankaya atadığı murakıplardan yine BDDK vasıtasıyla kamu kurumlarına "paranızı çekin" gibi bir haber uçurulmuştur. Bu suçtur. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu der ki; "Kurul Başkan ve üyeleri ve diğer personel, Kurul'la ilgili gizlilik taşıyan bilgileri ve ticari sırları, görevlerinden ayrılmış olsalar bile kanunen yetkili kılınan mercilerden başkasına açıklayamazlar, kendilerinin veya başkalarının menfaatine kullanamazlar.” 

Daha basit söyleyeyim, kamu görevlileri suç olduğunu bile bile içeriden bilgi ile kamuyu kurtarıp orada parası olan küçük mevduat sahibinin ateşe atılmasına göz mü yummaktadır?

İddia 2:
Aralarında Türkiye'nin en büyük tekstil grubu ile en büyük market zincirinin de olduğu "iktidara yakın işadamlarının da tüm paralarını çektiği" ifade edilmekte.

Onlarla ilgili de aynı soruları sormak mümkün. "Paranızı çekin" telkini mi, yoksa içeriden "sıkıntı var" bilgisi mi?

Bir soru daha...Banka yabancı ülkelere "sukuk" ihracında bulunmuş. Şu anda içinde bulunulan durum ile ilgili sorular sorulmaya başlanmış. Bunun izahı var mı?

Belki cevaplarınızdan biri de telefon dinlemelerinde ortaya çıkan "BDDK içinde cemaat mensubu var (ki cuma onlar görevden alındı)" söylemiyle ilgili olur.

Bankalar ekonominin en hassas kurumlarıdır. Günlerdir yapılan spekülasyonlara sessiz kalmak yanlışa ortak olmaktır.

Ve adalet bir gün herkese lazım olur...

Yazarın Diğer Yazıları

Sığınmacılardan Kürt sorununa ve ekonomiye ‘yeni Suriye’ Erdoğan’a ne kazandırır?

Halkına eziyet eden bir diktatör Esad gitti. Yerine geçmişinde El Kaide ve El Nusra olan bir ismin liderlik ettiği örgütün ‘daha ılımlı görüntü veren’ bir ismi geldi. Bunun Türkiye açısından çok uzak olmayan bir vadede barındırdığı risklerle karşı karşıya kalınabilir. Ancak içeride ve kısmen dışarıda şu anda ve bir süre ‘söz-gündem üstünlüğü’ Erdoğan’a geçmiş gözüküyor

Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında “çekmediğim her acı için acı çekiyorum”

Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz

Bir mesafe alınmamış olsa, İmralı’ya gitme konusu gündeme gelir miydi?

Türkiye ocak ayı sonundan itibaren görevi devir alacak Trump’ın yaratacağı belirsizlik, bölgede büyüyebilecek bir çatışma-savaş öncesi pozisyon alma çabasında gözüküyor. Elbette iktidarın bir yandan barış-birlikte yaşam için arayışları öte yanda kayyımdan tutuklamalara yaşanan sertlik görüntüleri “yeni bir mühendislik-algı çabası mı” şüphesini haklı olarak düşündürüyor

"
"