05 Ağustos 2013

Babası, eşi müebbet alan kadınların yanında ne hisseder insan?

Cevabı hemen vereyim. Karnına yumruk yemiş gibi... Sanki duran anlar…

Cevabı hemen vereyim.

Karnına yumruk yemiş gibi...

Sanki duran anlar…

Mahkeme heyetinin…

“Neticeten” diye başlayan, araya söylemesi kolay, yakınları için yıkım olan yılları koyan, ardından “cezalandırılmasına” diye biten cümleleri…

Sonra yaşananlar…

Bir ara öyle mekanikleşti ki cezaları okuma “İnsan hayatı okuyorsun” diye salondan bağırdılar.

Aldıkları cezaların hakkaniyetini, mahkemenin tarafsızlık tartışmalarını, eski Genelkurmay  Başkanı’ndan mafya liderine herkesin tek bir torbaya konulmasını…

Tüm bunları başka siyasi bir yazıya bırakalım…

Şimdilik olaya sadece insani olarak bakalım.

 

Mustafa Balbay...

“Neticeten; 34 yıl 8 ay ile cezalandırılmasına…”

Gülşah Balbay...

Gazeteci Mustafa Balbay’ın eşi, salondaydı…

Her nasılsa içeri girmişti.

Biraz ileride oturuyordu.

Karar açıklanmadan meslektaşlarımla yanına gittim:

“Eşinin çıkabileceği umudunu” taşıyordu.

“Belki Ankara’ya, çocuklarımızın yanına beraber döneriz” diyordu…

Salona eşi ve diğer tutuklular alındığında seslendi, el salladı.

Fakat fark edilmişti, askerler çıkarmak istedi, CHP’li milletvekilleri engelledi.

Karar açıklanırken döndüm baktım...

Eşinin adı okundu, ellerini havaya açtı, kim bilir belki de dua ediyordu, mahkeme heyetinin cümlesi bittiğinde açılan elleriyle yüzünü kapadı.

Ağlayarak salondan çıktı…

Peşinden arkadaşları…

Dışarıda hukukçular daha yolun bitmediğine onu iknaya çalışıyordu.

Sonra salona girdi…

Uzaktan bağırarak eşine moral verdi…

Kaçta evde olur, kaçta telefon açılır ona karar verildi.

 

Tuncay Özkan…

“Neticeten ağırlaştırılmış müebbet ile cezalandırılmasına…”

Nazlıcan Özkan…

15 yaşından beri Silivri’nin gediklisi…

Babasının peşinde…

İnatçı bir kız…

Salonun kapısına kadar gelmiş ama içeri almıyorlar…

Niyeti yok gitmeye…

Yanına kendi gibi iki genç kadın astsubay koymuşlar aradan salona girmesin diye...

Sanki çok şey istiyor gibi…

Duymak istediği babasının hakkındaki karar…

CHP milletvekilleri onu da salona soktular…

İki koltuk yanıma oturdu…

Elinde bir lastik, oynamaya başladı…

Kendisine baktığımı görünce “Abi biz hâlâ çocuğuz” diye güldü.

Tuncay Özkan ismi okunduğunda suratındaki gülümseme dondu.

Sıra babasına geldiğinde yüzü bembeyaz olmuştu.

Karar okundu…

Eminim o an onun için dünya durdu…

Yutkundu, gözünden süzülen yaşlar görülmesin diye dışarı koştu.

Zaten babası da itiraz ettiği için dışarı çıkarılmıştı.

Biraz sonra yeniden içeri geldi.

En öne geçti...

Babası çıkarıldığı kapının önünden, o içeriden sarılma hareketli, sakın ağlama işaretli, sessiz film oynadı...

Film gibiydi Silivri…

“Neticeten ağırlaştırılmış müebbet ile cezalandırılan” Dursun Çiçek’in avukat kızı İrem Çiçek kararı dinledi ama elinde “davayla ilgili yargılama ve usul hataları CD’lerini” gazetecilere vermeye devam etti.

“Neticeten ağırlaştırılmış müebbet ile cezalandırılan” Doğu Perinçek’in eşi Şule Perinçek elindeki bloknota şekiller çiziyordu. Yüzünde ifade yoktu. Muhtemelen fırtınası içinde kopuyordu. Belki de aynı davada yargılanan oğlu Mehmet Perinçek’in tahliye olacak olmasıyla teselli buluyordu.

Arkamda, dava sırasında ölen Kuddusi Okkır’ın eşi Sabriye Okkır oturuyordu. “Eşim öldü benim, haksızlık, büyük bir haksızlık yapıldı ona” diye bağırıyordu.

Salonun en sakini eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ idi. Salona girerken de, cezası açıklandıktan sonra salondan ayrılırken de…  

Salonda en çok Mehmet Haberal’ın tahliye olacağına sevinildi.

 

Yol boyu güvenlik

Gelelim daha sıradan konulara…

Birkaç izlenime…

Mahkeme saat 09.00’da başlayacak, yolda durdurmalar olur diye sabah saat 06:00’da Fulya’dan çıktım yola...

İstanbul’dan Silivri’ye, beş kilometre kalana kadar hiçbir engelle karşılaşmadan 45 dakikada gittim.

TEM’de bir benzincide benzin alırken twitter’a girdim: “Silivri Cezaevi'ne giden, mahkemenin de olduğu yol beton bariyerlerle kapalı. Giriş yok.”

Bu tweeti okuyunca Silivri’nin içinden geçip cezaevinin diğer sapağına geldim.

Jandarma ile polis yolu kesmiş; yolun hemen sağında çoğunun elinde Türk bayrakları ya da TGB flamalarıyla İşçi Partililer...

Sarı basın kartımı gösterip geçtim. Oradan mahkeme yerleşkesinin de bulunduğu alana kadar 100 metrede bir etraftaki tarlaların içi de dâhil her yerde güvenlik güçleri, TOMA’lar...

Saat 07.00 gibi mahkemenin tam karşısındaki park alanına girdim.

Mahkemeye bakan binanın üzerinde elinde tüfek, mavi bereli keskin nişancılar. Dürbünle etrafı tarıyorlar. Biri askeri, biri polise ait iki de helikopter havada.

İlerleyen saatlerde mahkemeye, DHKP-C’den karar duruşmasıyla ilgili olarak saldırı ihbarı geldiği için önlemlerin bu kadar sıkı olduğunu söyleniyor.

Kimileri “Sıkı güvenlik önlemlerine bahane” olarak yorumluyor bunu.

 

‘Düğüne’ gelmiş gibi kayıt…

Erken saatlerde mahkemede gazeteciler, avukatlar ve vekiller...

Vekiller derken CHP’liler…

Basın kartımı verip giriş kartı alacağım.

Ama beşer beşer alıyorlar.

Neden?

Çünkü her kart, bilgisayardan gerçek mi diye kontrol ediliyor.

Bekleme anında askerle - gazeteciler arasında kısa tartışma yaşanıyor.

O sırada hem yukarıdan, hem tam yanımıza gelerek video ile görüntü alıyorlar.

“Fişleme mi yapıyorsunuz” tartışması çıkıyor.

Dinleyen yok, çekim devam.

Meğer “bu daha başlangıç, kayıt almaya devam”mış…

İçeri girerken anlıyoruz. Bir kamera da tam girişte…

Mahkeme salonunda “Bu salonda her türlü çekim yapmak ve ses kayıt etmek yasaktır” levhasının altına jandarma tarafından yerleştirilen ve başında bir astsubay bulunan kamerayla içeri girenler teker teker kaydediliyor.

Adeta “düğüne” gelmiş gibi…

 

İnce’den rahatsız eden cümle…

İkinci tartışma avukatların girişte aranmak istenmesiyle çıkıyor.

“Arayamazsınız” diye itiraz ediyor avukatlar.

Erken gelen bir kısmı, toplu itirazdan önce “ayakkabısı elinde protesto” yapıyor.

Avukat Celal Ülgen bunlardan biri. Daha sonra anlattığına göre Mahkeme Başkanı kameralardan görüp “Yapmayın Celal Bey yumuşatacağız avukat arama işini” demiş.

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ve baro yöneticilerinin gelişi ile avukat araması hafifliyor, ama yer yer tartışmalar sürüyor.

“Ben milletvekiliyim beni arayamazsın, indir o eli” tartışmaları yaşanıyor.

CHP’den Muharrem İnce arama noktasında “ayakkabısının çıkartılmasını reddediyor…”

Kısa bir tartışmadan sonra içeri geçiyor.

Ancak bu geçiş sırasında duyanların rahatsız olduğu şu cümleyi iki kez üst üste sarf ediyor:

“Ayakkabımı çıkarmam. Ama getirin AKP’lileri pantolonumu da çıkartayım”.

CHP’den yaklaşık 55 milletvekili salonda.

Veli Ağbaba’dan Melda Onur’a, Oktay Ekşi’den Umut Oran’a…

Karar duruşması başladığında çoğunluğu İşçi Partililerin avukatı bir grup duruşmayı “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyerek terk ediyor.

Kalan avukatlara tepki gösteriyorlar.

 

Sıra Yargıtay’da

Salonda en büyük tepki Oktay Yıldırım kararına…

Uzun süre protesto ediliyor.

Danıştay saldırısının faili Alparslan Aslan salona yanında üç askerle getiriliyor. Askerlerden birinin görevi sürekli bağıran Aslan’ın ağzını kapatmak. Bir mendil kullanıyor bunun için. En ufak bir gevşetmede bağırıyor. Bir süre sonra salondan çıkartılıyor.

09:00’da başlayacak, denen duruşma 12.20’de başlıyor.

Kararların okunması 2.5 saat sürüyor.

Türkiye tarihinin en önemli davalarından Ergenekon, hukuk ihlalleri ve bu ihlallerden doğan mağduriyet tartışmalarıyla şimdilik sona eriyor.

Şimdi sıra Yargıtay’da…

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’nin ‘eski Osmanlı havzasındaki’ hamleleri, Erdoğan iktidarının cami sembolizmi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Emevi Camii’nde namaz hedefi’ni en yakınındaki isimlerden MİT Başkanı İbrahim Kalın yerine getirdi. Üstelik Esad rejimini deviren HTŞ’nin lideri Colani’nin kullandığı araçta da yan koltukta fotoğraf verecekti. Camide namaz görüntüsü bu kez sınır dışında dünyanın yakından izlediği bir noktada gerçekleşmiş, ibadetten çok siyasi bir mesaj içermişti

Sığınmacılardan Kürt sorununa ve ekonomiye ‘yeni Suriye’ Erdoğan’a ne kazandırır?

Halkına eziyet eden bir diktatör Esad gitti. Yerine geçmişinde El Kaide ve El Nusra olan bir ismin liderlik ettiği örgütün ‘daha ılımlı görüntü veren’ bir ismi geldi. Bunun Türkiye açısından çok uzak olmayan bir vadede barındırdığı risklerle karşı karşıya kalınabilir. Ancak içeride ve kısmen dışarıda şu anda ve bir süre ‘söz-gündem üstünlüğü’ Erdoğan’a geçmiş gözüküyor

Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında “çekmediğim her acı için acı çekiyorum”

Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz

"
"