30 Aralık 2020

Babacan'ın gözyaşları, Turgut Uyar’ın şiiri ve bir soru: Hep birlikte sevinebilir miyiz?

Sahi mümkün mü birlikte sevinip, üzülmek? Gözyaşlarımızın, acılarımızın samimiyetine inanmak? Beraber geleceğimizi inşa etmek? Yan yana durmak ayrışmamak? Değiştirebileceğimize inanmak? Aynı göğün altında geleceğe bakmak?

Henüz medyanın neredeyse tamamının iktidar tarafından kontrol altına alınmadığı dönemlerde, partilerin kongreleri canlı olarak yayınlanırdı. Haber kanallarının, gazetelerin kıdemli isimleri burada olur, izler, sıcağı sıcağına yorum yapardı. Fikrine katılın, katılmayın, oy verin, vermeyin, partilerden, liderlerinden, hedeflerinden haberdar olur, bir kanaate varırdınız. Çoğunluğu iktidarın propaganda makinelerine dönüşmüş "medya grupları" çok uzun zamandır bundan vazgeçtiler. Habercilik için direnenler ya cezalandırılıyor (Halk TV, Tele 1, Sözcü gibi) ya da doğrudan kapatılıyor. 26 günlük ömre sahip Olay TV'nin başına gelenler daha sıcaklığını koruyor. Ülkenin üçüncü büyük siyasi partisinin, HDP'nin grup toplantısını yayınladığı gibi akla, hayale, vicdana, çoktan kaybettiğimiz demokrasiye uymayan gerekçelerle kapanışı savunmaya çalışan "patron" kendini "haklı" çıkarmaya uğraşıyor.

2020'nin Mart ayında kurulan DEVA Partisi'nin 1. Olağan Kongresi'ni pandemi sebebiyle Ankara'ya gidemediğimden "yaygın medya"dan izlemek istedim. Çoğunda neredeyse hemen hiç yer verilmezken birkaç kanalda kısa kısa rastladım. Sosyal medyaya baktığımda, Karar TV'nin youtube kanalından parti yöneticileriyle söyleşiler ile canlı yayın olduğunu görüp izlemeye başladım. Benimle beraber; sayıları değişmekle beraber binlerce isim buradan izledi. Partinin genel başkanı Ali Babacan'ın konuşmasını aralarında T24'ün de olduğu internetten yayın yapan, "yeni ana akım" yayınladı.

Babacan'ın konuşmasında öne çıkan bölümlerden birisi "ezilenlerin ezenler haline dönüşmesi" ile ilgili bölüm oldu. 28 Şubat sürecinde kendi ailesinin başından geçenleri de anlatarak yaptığı eleştiri ve o anlardaki "duygusallığı", haklı ve gerçek idi. Şunları söyledi:

Her birimiz o dönemde kendi hayatımızda çok acılar çektik. Ben kendi ailemde o günlerin ızdırabını yaşadım. Benim kız kardeşim ODTÜ'den üç kez uzaklaştırma cezası aldı. Neden? Sırf başındaki örtü yüzünden. Başındaki örtü... Üstelik düzenledikleri tutanağa, uzaklaştırma gerekçesi olarak ne yazdılar biliyor musunuz? "Ders araç ve gereçlerine zarar vermek" yazdılar. Sebep ne, gerçek sebep? Baş örtüsü, başka bir şey değil. Hiç utanmadan yaptılar bunu. Bu ülkede baş örtüsü sorununu yok ettik. Bir daha kimse cüret edemez böyle bir yasağı getirmeye, bu ülkeye. Ve maalesef şimdi de bambaşka bir baskı dönemindeyiz. Adeta ezilenler iktidar gücünü eline alınca değişti, başkalarını ezmeye başladılar. Biz ezilmenin ne olduğunu iyi biliyoruz. Ezilmenin ne olduğunu iyi bilenler başkasını ezmez arkadaşlar.

Konuşmanın bu bölümünün birkaç önemli özelliği var. Birincisi AKP'de uzun yıllar önemli sorumluluklar almış bir ismin; "ezilenlerin ezenler haline geldiği" tespitini net bir şekilde ortaya koyması. Bunun AKP tabanında diğer muhalefet partilerinin sözlerinden daha derin bir etkiye sahip olacağını düşünüyorum. Yine Erdoğan'ın zaman zaman söylediği "biz seçimde kaybedersek başta başörtüsü konusu geriye gidiş olur" söylemine karşı Babacan'ın bir nevi "garanti vermesi". Bugün Türkiye'de başta CHP söylemiyle, politikasıyla, muhafazakârlarla ya da başörtüsüyle bir sorunu olmadığını söylüyor/gösteriyor. Ancak ileride muhalefetin oluşturabileceği bir ittifakta, bu sıkıntıları ailesinde de yaşamış bir ismin olması, muhafazakâr taban için önemli bir veri olabilir.

Gelelim haklar konusuna, Kürt sorununa. Babacan hem HDP'nin kazandığı belediyelere kayyım atanmasını net bir şekilde "halk iradesini yok saymak" olarak niteliyor hem Kürt kimliğine "ayrımcılık yapıldığını" söylüyor:

Belediyelere teker teker kayyım atanıyor, halkın iradesi yok sayılıyor. Şimdi kanun çıkarttılar biliyorsunuz, derneklere de kayyım atamanın önünü açtılar. Utanmasalar "Siyasi partilere kayyım atayalım da bitirelim şu muhalefeti" diyecekler. Kayyımlar ülkesi olduk. Şirketlere kayyım, belediyelere kayyım, derneklere kayyım. Burası 84 milyonluk ülke, bu ülkeyi öyle kayyımlarla, şunlarla, bunlarla yönetemezsiniz.

Babacan Van'da kongre yaptığı sırada, helikoptere bindirilen ve helikopterden düştü denilerek hastaneye yatırıldıktan sonra hayatını kaybeden Servet Turgut'un ailesine taziye ziyaretinde bulunmuştu. Turgut'u ve Diyarbakır ziyareti sırasında kendisiyle konuşan bir hukuk öğrencisini unutmamıştı:

Diyarbakır'da, hukuk fakültesi öğrencisi kardeşim yanıma gelip, "Ben hakim olmak istiyorum, ama kimliğimde Diyarbakır yazdığı sürece nafile" dediğinde, bu ayrımcılık hissi karşısında, bu adaletsiz mülakat sistemi karşısında boğazım düğümlendi. Van'da, Servet Turgut'un kızlarının acı dolu feryadı karşısında öfkeyle yutkundum.

Babacan'ın, iktidarın her geçen gün dozunu artırdığı kimlik siyasetine karşı geliştirdiği bu dili de önemsemek gerekir diye düşünüyorum. Kayyımdan devletteki atamalara, ülkenin "makbul vatandaşlarının, Türk, AKP-MHP'li, imam hatipli" olduğunu görmek, söylemek, bunu anlatmak önemli.

Ali Babacan "koskoca devlet, hukuka sadakat yerine, tek bir kişiye sadakat kıstası ile yönetiliyor" da dedi "taraflı cumhurbaşkanı, akraba bakan el ele verdiler, yıllardır biriktirilen döviz rezervini ta indirdiler bugün eksi 49 milyar dolara" diyerek nepotizme vurgu da yaptı.

Babacan'ın parti kurulduğundan bu yana kendisinden beklenen en önemli performans "ekonomi" konusunda idi. AKP'nin "ekonomide başarılı" olarak anıldığı yıllarda ekonominin başındaki isim o idi. Ancak görebildiğim kadarıyla, Babacan için geçmişte başarı olarak adlandırılan sürecin bugün için onun açısından en önemli risk haline geldiği. Özellikle pandemi sürecinde sosyal devlete duyulan ihtiyaç, başta kamu özel ortaklığının getirdiği kayıplar üzerinden yaşanan sermaye sorgulaması, emeğin değersizleşmesi ve sendikasızlaştırmanın getirdiği kayıplar, gelir dağılımındaki büyük uçurum, hem eskinin sonuçları olarak sorgulanıyor hem Babacan'ın yeni döneme/düzene ilişkin çözüm önerilerinde yoksullaşan kesimlere çözüm noktasında söyledikleri duyulmuyor/karşılık bulmuyor.  

Bir taraftan ülkenin can yakan sorunları her geçen gün büyüyor. Bir taraftan tüm parti ve liderlerin bagajı onları tam istedikleri ivmeye ulaştırmıyor. Tek tek eskiden gelen partilerin ya da yeni parti liderlerin bir sonuç almasının neredeyse imkansız olduğu ortada. Demokrasi için bir araya gelmek mümkün olabilir mi? Çok çaba sarfetmek gerekiyor.

Babacan'ın ailesinin yaşadığı haksızlıklar yüzünden akan gözyaşları kimilerince samimi bulunmuyor. Kimileri haklı olarak herhangi bir mahkeme ya da idari karar olmadan işlerinden edilen onbinlerce kişiyi/aileyi hatırlatıyor.

Babacan konuşmasını bitirirken "hani şair diyor ya" diye bir gönderme yaptı. "Hani şair diyor ya, 'göğe bakalım', hepimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım'…" Adını vermediği o şair benim en sevdiklerimden biri Turgut Uyar. Şiirin adı "Göğe Bakma Durağ". Şöyle diyor şiirde:

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım

Şiiri hatırladığımda memleketin içine sokulduğu kutuplaşma halini düşündüm. Sahi mümkün mü birlikte sevinip, üzülmek? Gözyaşlarımızın, acılarımızın samimiyetine inanmak? Beraber geleceğimizi inşa etmek? Yan yana durmak ayrışmamak? Değiştirebileceğimize inanmak? Aynı göğün altında geleceğe bakmak? Bence mümkün…

Ama göğe bakma çağrısı yapanların, kendi mahallelerinin dışına da hitap edebilmeleri, sadece oyu düşünmemeleri ve samimi olmaları/bunu hissettirmelerini de beklemek gerekiyor.

Yazıyı şiirin devamını da buraya bırakarak bitiriyorum:

Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım 

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat

Durma kendini hatırlat.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’nin ‘eski Osmanlı havzasındaki’ hamleleri, Erdoğan iktidarının cami sembolizmi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Emevi Camii’nde namaz hedefi’ni en yakınındaki isimlerden MİT Başkanı İbrahim Kalın yerine getirdi. Üstelik Esad rejimini deviren HTŞ’nin lideri Colani’nin kullandığı araçta da yan koltukta fotoğraf verecekti. Camide namaz görüntüsü bu kez sınır dışında dünyanın yakından izlediği bir noktada gerçekleşmiş, ibadetten çok siyasi bir mesaj içermişti

Sığınmacılardan Kürt sorununa ve ekonomiye ‘yeni Suriye’ Erdoğan’a ne kazandırır?

Halkına eziyet eden bir diktatör Esad gitti. Yerine geçmişinde El Kaide ve El Nusra olan bir ismin liderlik ettiği örgütün ‘daha ılımlı görüntü veren’ bir ismi geldi. Bunun Türkiye açısından çok uzak olmayan bir vadede barındırdığı risklerle karşı karşıya kalınabilir. Ancak içeride ve kısmen dışarıda şu anda ve bir süre ‘söz-gündem üstünlüğü’ Erdoğan’a geçmiş gözüküyor

Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında “çekmediğim her acı için acı çekiyorum”

Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz

"
"