Türkiye’de çok uzun süre ‘Türk milliyetçiliği’nin ana partisi MHP (1948 Millet Partisi-1969 yılına kadar Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi başlangıç partileri) oldu. Partinin kapatıldığı darbe dönemleri ve kısa süre adını değiştirmek zorunda kaldığı (Milliyetçi Çalışma Partisi- kuruluşu 1985, Türkeş 1987 siyaset yasağının ardından partiye genel başkan oldu ve parti 24 Ocak 1993’te kendini fesh ederek MHP adını tekrar aldı ) süreç dahil Alparslan Türkeş 4 Nisan 1997’deki ölümüne kadar hareketin tartışmasız ismi idi. Harekette 1991 seçimleri sürecinde başlayan iç tartışmadan, İslamı merkeze alan milliyetçilik tarifi ile kopan ekip, 1993 yılında Muhsin Yazıcıoğlu’nun liderliğinde Büyük Birlik Partisi’ni kurdu. MHP’nin 1980 öncesi duruşu ve ‘icraatları’ ayrı incelenmesi-yazılması gereken bir dönem. O konuda pek çok makale ve kitap var. Bu yazıda buna girmeyeceğim.
Ancak 1990 sonrası Türkeş yaşarken ve seçildikten sonra Bahçeli döneminde süren ‘merkeze yaklaşma çalışmaları’, ‘değişim’, ‘marjinallikten’-merkeze yolculuk çabaları belki bugünü anlamakta da önemli. Bu konuda Tanıl Bora ile Kemal Can’ın ‘Devlet ve Kuzgun 1990’lardan 2000’lere MHP’ kitabı çok değerli bir yol gösterici.
Türkeş’in ölümünden sonra 18 mayıs 1997 yapılan kongre ile partinin başına Devlet Bahçeli geçti. Akademisyen kökenli Bahçeli partinin başına geçerken iki fikriyat yarıştı. Kemal Can’ın tarifi ile ‘parti kuruluşu ile başlayan Bahçeli’nin temsil ettiği gelenek ile 90’ların yeni çizgisinin, merkeze harekatın taraftarlarının etrafında toplandığı Tuğrul Türkeş’ rekabeti vardı. Yarıştan ‘gelenekçi Bahçeli’ galip çıktı ama kendi içinde milliyetçi söylemi daha merkeze alan bir şekilde yapmaya, ülkücülerin giyimlerinden parti kimliği ile yaptıkları kimi hareketlere, sokaktaki varlıklarına kadar bir dizi alanda ‘makul çoğunluğun dikkatini çekecek’ hamlelere girişti. Tanıl Bora o dönemi Birikim’de yazdığı bir yazıda şöyle tarif ediyor:
‘1990’larda büyüyen yapıda, devlet içindeki bağlantılarını, para kaynaklarını veya “kitle”sini güce tahvil eden ve bir hayli özerkleşen birçok “reis” türemişti ve MHP yönetimi, bu reislerin biat etmesini veya hiç değilse koordinasyonunu sağlamak için epey çaba sarfetti. MHP yöneticilerinin yemin-billah güvence verdikleri “teşkilattan mafyayı temizleme”, “Ülkücü Ocakları’nı disiplin altına alma” işinin veya pek medenî bir faaliyet olarak takdim ettikleri “parti okulu”nun ardında, reislere merkezin otoritesini kabul ettirmeye dönük bir iç güç mücadelesi vardır. Devlet Bahçeli, kurulan yeni hiyerarşide başlangıçta “eşitler arasında birinci” mevkiindeydi - seçim muzafferiyetinden sonra iç iktidarını tabiî ki sağlamlaştırmış oldu.’
1990’larda Türkeş’in başlattığı, 1997 yılından itibaren Bahçeli tarafından yürütülen süreç 1999 genel seçimlerinde MHP’yi yüzde 17.98 ile ikinci parti yaptı. Birinci parti yüzde 22 ile DSP olmuştu. Seçimlere az bir süre kala Öcalan’ın yakalanması gibi büyük olayları da göz ardı etmemek gerekir tabii.
Kurulan koalisyon, 2001 ekonomik krizi, idam cezasının kaldırılması, Türkiye’nin seçime götürülmesi, başkanlık sisteminin inşası, Cumhur İttifakı içindeki ‘kontrol noktası’ gibi köşe başları tartışmasız önemli idi. Ancak Bahçeli Erdoğan’ın tek adam yapan sistemin kurulmasında, ‘yeni devlet’in yaratılmasında söz ve güç sahibi oldukça hem tabanının bir kısmını AKP’ye kaçırmaya başladı hem de partide genel başkanlık yarışı gibi son derece demokratik bir süreci mahkeme yoluyla engelleyerek önemli bir kopuşun önüne geçemedi.
Bahçeli’nin MHP’yi ikinci yaptığı yıl 1999’da 68 milyon nüfusun 24 milyonu yani yüzde 35’i köylerde yaşıyordu. MHP’nin ağırlıklı olarak oy aldığı kesim büyükşehirlerin dışında yaşıyordu. Bugün 85 milyonun sadece yüzde 16’sı kırsalda nüfusun yarısı 11 büyükşehirde yaşıyor. Üstelik bu nüfus genç. Önümüzdeki seçimlerde 64 milyon seçmenin yüzde 16’sı yaklaşık 18 milyon seçmen ilk kez oy kullanacak. Bahçeli ne kendisi ve partisi için bir iddia ortaya koymamasıyla, partisini adeta AKP ile yapıştırmasıyla, geleneksel oy tabanından kopmasıyla, özellikle gençlerle kurulan zayıf ilişkiyle liderliğinin belki de en zayıf dönemlerinden birini yaşıyor.
Bu süreçte anketlere göre sadece oyunu yükselten değil aynı zamanda parti yönetimini ve kitlesini dönüştüren-değiştiren bir ‘milliyetçi’ parti var. İYİ Parti. Ve lideri Meral Akşener özellikle son dönemde parti yönetiminde yaptığı değişiklikler ve altılı lider masasına katkısıyla farklı bir profil çiziyor.
Geçtiğimiz günlerde teşkilatı Koray Aydın’dan alarak kendine bağlayan, twitter üzerinden altılı masanın kurucularından Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştiren Yavuz Ağıralioğlu’nu görevden alan Akşener TV100’de Candaş Tolga Işık’a partisinin Başkanlık Divanı’ndaki değişimi şöyle anlattı:
“Yeni bir yapı çalışıyoruz. Bir tanzim yaptık biz. O tanzim de şu: Yeni bir bakış açısı getirmeye çalıştık. Gençlik ve teşkilatı, gençliğin içine de doğa politikalarından sorumlu başkanlığı koyduk. Ben bir buçuk yıldır genç çalışıyorum. Teşkilatı kendime bağlamamın sebebi gençlik ile teşkilatı başka bir şekilde ‘Match’ edeceğim.'
Bekir Ağırdır’ın tanımıyla ‘genç, şehirli milliyetçi seçmenin’ tercih ettiği İYİ Parti, Ömer’in Yolu gibi kimi ‘sahibi belli’ arayışlardan sonra şimdi farklı bir yola giriyor. Aslında Akşener kendini siyasetin ‘head hunter’ı yani beyin avcısı olarak tarif ediyor. Ümit Özlale’den Bilge Yılmaz’a Türkiye’de ve dünyada akademide yaptığı çalışmalarla öne çıkmış yeni isimleri Rıdvan Uz gibi milliyetçi gelenekten gelen isimlerle aynı potada birleştirmeye çalışıyor. Geçen hafta Beşiktaş’ta üçüncüsünü düzenledikleri kalkınma toplantısına katıldım. Sahnede Prof. Dr. Ümit Özlale vardı. Karşısında iş insanları. Farklı alanlardan. Türkiye’nin ve dünyanın içinde bulunduğu ekonomik kriz durumunu, çıkış yollarını konuşuyorlardı. Sunumlar, grafikler, tartışmalar. Tüm doğruları bir kişinin ‘bildiği’ ve bunu ‘deklare ettiği’ toplantılardan uzak. Salonun ön kısmında davetliler oturuyordu. Çoğu iş dünyasının tanıdık yüzleri. TÜSİAD’dan da isimler vardı KAGİDER’den de… KOBİ’lerden de isimler gelmiş akademiden de…Alışıldık olduğu üzere en önde değil neredeyse en arkaya yakın yerde Akşener oturuyordu. Baştan sona not alarak dinledi.
Toplantı aralarında katılımcılarla sohbet imkanı buldum. ‘Özlemişiz böyle toplantıları’ dedi biri. Bir başkası akademiden tanıdığını söylediği Kalkınma Politikaları Başkanı Özlale’nin partiye ‘entelektüel dinamizm’ kattığını söyledi. İstanbul’daki bir üniversitede çalışan bir öğretim üyesi eskiden CHP için çalıştığını şimdi İYİ Parti için alanda gönüllü görev yaptığını, AKP’den çözülecek oyları burasının daha rahat alacağını düşündüğü için bu yolu seçtiğini anlattı. Beraber fotoğraf çektirirken ekledi: Nasıl olsa çalışmanın sonucu aynı yere güç oluyor.
Meral Akşener 1990 sonrası kendini milliyetçi olarak tarif eden siyasette, üçüncü değişimi arayan-yaratan lider olmak için çalışıyor. Kadrolar da ve söylemde daha merkeze oturan bir yolda yürümeye hazırlanıyor. Hemen hemen tüm illeri gezmiş durumda. Zaten medyaya yansıyor. Ama çok bilinmeyen aylardır yanına sadece iki danışmanını alarak yerinde görmek, politika üretmek, çözmek için gittiği yoksul evleri de var. Altılı masa katılımcılarından birinin genel başkan yardımcısı ‘liderlerin birbirini tanıdıkça, güvenin arttığını, partilerin mutfağında ortak pek çok konu üzerine çalışıldığını’ söylüyor.
Akşener’in son söyleşisinde ‘altılı masada HDP’de var deniyor’ sorusuna yanıtı ‘o masada HDP olsa biz olmayız’ şeklinde. Ancak ‘Kürtleri incitmeleri kalbimi yaralıyor’ diye de ekliyor. Kendi partisi içinde ve altılı masada Kürt sorununa en mesafeli parti ve lideri gözükse de satır araları okunduğunda, yaptığı çalışmalar bilindiğinde bir arayışı olduğu da gözüküyor. Bir kulis bilgisi ile bitireyim. Kamuoyunun yakından tanıdığı Kürtler ve Kürt konusunu çalışan isimlerle buluşuyor, konuşuyor. Meral Akşener’i iyi izlemek gerekiyor. Merkeze doğru taşıdığı partisi ile AKP’den ve MHP’den oy almaya en yakın partiler arasında öne çıkıyor.