Agos Gazetesi, Sebat Apartmanı'nın önü. Aradan geçen 14 yılda üçüncü kez orada değilim. (İkisinde özgürlüğümüz çalınmıştı, pek çok kişi gibi.) Pandemi koşulları sebebiyle fiziken orada değilim ama ekranımın başındayım. Kalbim, aklım orada. O acı saatte canlı olarak "anma"yı izliyorum.
Kelimeler geçiyor aklımdan… İlki "iyi"…
Hrant Dink…
İyi insan, iyi eş, iyi baba, iyi gazeteci…
Sonra…
Barış…
Kardeşlik…
Farklıklarla bir arada yaşamak…
Konuşmalarında, yazılarında hep öne çıkarttığı…
Bugün ne yoksa o aslında…
Görüntüler sonra…
Bir dost doğum gününde kucağındaki torununu gururla bize gösterdiği…
Gözlerinin parladığını görmüştüm…
2007'nin 19 Ocak'ında o binanın önünde, içinde…
Cenaze töreninde kilisede, yollarda…
Onun hatırasının, mirasının ardındaki on binlerin yürüyüşü…
Rakel Dink'in "bir bebekten katil yaratma" konuşması, o otobüsün üstündeki görüntü ve yürek parçalayan ses…
Beşiktaş'ta ilk davasının görüldüğü günün ardından ailenin eve dönerken yüzlerindeki acı…
Hiç gözümün önünden gitmiyor…
19 Ocak 2021'deyiz.
14 yıldır gerçek katillerin büyük bir itinayla saklandığı bir düzenin içinde…
Ekranın başında canlı olarak Rakel Dink'i izliyorum.
Şöyle başlıyor konuşmaya:
Burası unutturulmak istenen konuların hatırlandığı, hatırlatıldığı bir yer oldu. Burası acılarda kardeş olmayı öğrendiğimiz yer, acıları paylaşma, yüzleşme, yüzleştirme yeri oldu. Adalet ve doğruluk arayanların, isteyenlerin bir araya geldiği yer oldu. Bu alan devletin işlediği, göz yumduğu, duyarsızca, acımasızca cevapsız, sonuçsuz bırakılan cinayetlerin, davaların dile getirildiği yer oldu.
Acılarda kardeş olduğumuz yer… Memlekette ne çok acı var… Yaşanan ve yaşanmakta olan…
Arkasından yıllardır en sevdiği insanın gerçek katillerinin bulunamadığı, daha doğrusu herkesin bildiğinin sözde saklandığı bir durumda… Esas utanması gerekenler her gün konuşurken şu cümle:
Sevgili dostlar, o kadar çok biriken acılar, katliamlar, cinayetler, yaslar, davalar var ki, acımızı dile getirmekten utanır olduk. Vatandaşıyla sorunları bitmeyen bir devletimiz var maalesef...
Ve önemli bir tespit:
Basitçe söyleyelim, Hrant'ı FETÖ öldürdü demek, "ben yapmadım, elim yaptı" demektir. Hrant'ı Ergenekon öldürmüş demek, "ben yapmadım, ayağım yaptı" demektir. Yıllarca dilinle bağıra bağıra, ayağınla yürüyerek buraya geldin. Ve silahı iki elinle tutup tetiği çektin. Çutağımı öldürdün. Sen ayağın, sen elin, sen dilin değilsen nesin…
Ardından başka bir sarsıcı konuşma. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararına rağmen 4 yıl 2 aydır hapiste tutulan Selahattin Demirtaş'ın eşi Başak Demirtaş… Her hafta Diyarbakır'dan evinden Edirne'ye oradan tekrar evine Diyarbakır'a dönen… Sadece ailesine, evlatlarına moral veren, dayanışan değil, her konuşmasında "özgürlüğü sadece eşi için değil haksızlığa uğramış herkes için istediğini söyleyen" Başak Demirtaş. Şöyle söylüyor:
Bizi birleştirecek şey bir lider, bir parti, bir kurtarıcı değil, sadece kendi ellerimizdir. Gelin el ele verelim. Yarınlarımızı, çocuklarımızın geleceğini kurtaralım.
Ardından tüm acılardan bahsediyor:
Bakın, yerde yatanın bir tane kimliği var: insan. Ama adı Hrant, adı Tahir, adı Berkin, adı Ali İsmail, adı Eren, adı Ceylan, adı Yasin, adı Medeni, adı Ethem, adı Uğur, adı Taybet, adı Aybüke, adı Ekrem ama adı insan. Korkmayın kardeşlerim. El ele verin. Omuz verin bu cenazeye. Kimse tek başına kaldıramaz bunca yükü. Dedim ya, ağırdır vebali. Ağırdır vasiyeti. Katillerimizin karanlığına teslim olmadan, kayıplarımızın hatırasında buluşmaya davet edelim birbirimizi.
Dink'i Elçi'yi, Elvan'ı, Korkmaz'ı, Önkol'u Börü'yü… Katledilen tüm isimleri anıyor. Ve bir de çağrı yapıyor. Kadınlara yapıyor bu çağrıyı:
Bu kadar kaotik ve karmaşık görünen durumdan kurtulmak aslında çok da basit. Yapmamız gereken tek şey bir araya gelmektir. Demokrasi için yan yana durmaktır. Biz kadınlar bunun için öncülük yapabilecek güce, inanca ve cesarete sahibiz. Gelin önce biz kadınlar birleşelim. Adaletsizliğe karşı, her türlü şiddete karşı, yoksulluğa karşı büyük bir kadın demokrasi ittifakı kuralım. Nefessiz kalmış topluma bir yol açalım. Bunun için daha ne kadar bekleyeceğiz? Ne olmasını bekleyeceğiz?
İki yürekli kadın… Rakel Dink ve Başak Demirtaş… Bir arada olmaya, barış içinde yaşamaya, demokrasi için yan yana durmaya çağırıyor bu ülkenin insanlarını. Acılarımızı, kayıplarımızı unutmadan, acıların kardeşliğinden umutları yeşertecek kardeşliğe geçmek… Kadınlar önde, kadınlar öncü… Tüm yaşadıklarına, yaşatılanlara rağmen…
Not: İki konuşmanın tam metnini de buraya bırakıyorum. Sonuna kadar okumanız dileğiyle…
Rakel Dink'in konuşması tam metin:
Sevgili dostlar, 14 yıldır buradayız.
Bugün pandemi şartlarıyla, acıları ve bilinmezlikleriyle buradayız. Biliyorum ki, yürekleri burada çarpanlar çok çoktur.
Burası unutturulmak istenen konuların hatırlandığı, hatırlatıldığı bir yer oldu. Burası acılarda kardeş olmayı öğrendiğimiz yer, acıları paylaşma, yüzleşme, yüzleştirme yeri oldu. Adalet ve doğruluk arayanların, isteyenlerin bir araya geldiği yer oldu. Bu alan devletin işlediği, göz yumduğu, duyarsızca, acımasızca cevapsız, sonuçsuz bırakılan cinayetlerin, davaların dile getirildiği yer oldu.
Bir kılıç artığı torunu olarak, yüzyıldır yaşadığımız acıları inkar etmek, yalanlamak yetmedi bir de "sözde soykırım" diyerek, yalanlarına tüy diktiler. Birilerini acıtıyor muyuz, incitiyor muyuz diye hiç düşündünüz mü? Ermeniye sonu gelmeyen düşmanlığınız, hakaretleriniz, aşağılamalarınız, kininiz, öfkeniz gerçekten artık yoruyor. Siz hiç yorulmadınız mı? Yazık. Susmak, pişkinlik utanç verici. Rab yardımcımız olsun.
"Gördüğü insan kardeşini sevmeyen, görmediği Allahı seviyorum diyen yalancıdır." diyor Tanrı Sözü.
Tekrarlanmaması için, sorumluluk, duyarlılık, adalet ve doğrulukla pişmanlık gerekiyor. İtiraf, özür ve tövbe gerekiyor.
Sevgili dostlar, o kadar çok biriken acılar, katliamlar, cinayetler, yaslar, davalar var ki, acımızı dile getirmekten utanır olduk. Vatandaşıyla sorunları bitmeyen bir devletimiz var maalesef… Halbuki öldürmekten, düşmanlıktan, savaştan kim ne kazanmıştır, ölümün, yasın, acıların, kıtlığın, bereketsizliklerin çoğalmasından başka?
Barış esenlik, sevgi, iyilik, bereketle sevinç varken; neden kötülük, neden düşmanlık, neden zulüm, neden savaşlar? Bunlar Tanrı'ya da düşmanlıktır. Temiz eller böyle mi olur? Bu virüs hangi sabunla temizlenir. İnsan onuru böyle mi korunur? Devletler, yönetimler böyle mi onurlu olur?
Eşimin davası 14 yıldır devam ediyor. Bu 14 yılda bir cinayet davasını çözemediler! Çözemediler, çünkü maksat çözmek değil. Nasıl kapatırız diye çabalıyorlar ama her yere o kadar bulaşmış ki bir türlü paketleyemiyorlar. Şu kadar yıldır etkili bir soruşturma yürütememek başka nasıl izah edilebilir? Şu kadar senedir tehdit edenlerin, hedef gösterenlerin bir kere bile sorgulanmamış olmaları, başka nasıl açıklanabilir? Yakında davada yine bir karar çıkarıp bitti demeye çalışacaklar. Bittiğinden eminseniz neden avukatlarımızın taleplerini reddediyorsunuz? Neden tehdit edenleri, hedef gösterenleri ve azmettirenleri soruşturmuyorsunuz?
14 yıldır bu ülkede nice ittifaklar kuruldu, bozuldu. Ona göre bizim dava da renk değiştirdi durdu. İnsan düşünmeden edemiyor: acaba bu defa hangi ittifaktaki kimlere dokunuyor?
Basitçe söyleyelim, Hrant'ı FETÖ öldürdü demek, "ben yapmadım elim yaptı" demektir. Hrant'ı Ergenekon öldürmüş demek, "ben yapmadım ayağım yaptı" demektir. Yıllarca dilinle bağıra bağıra, ayağınla yürüyerek buraya geldin. Ve silahı iki elinle tutup tetiği çektin. Çutağımı öldürdün. Sen ayağın, sen elin, sen dilin değilsen nesin? 14 yıldır görevini layığıyla yaptığını kanıtlamaya çalışan onca inkarcının, sanıkların ve tanıkların arkasında bir garip devlet görüntüsü var. Katil olmadığını kanıtlamak için adeta aptal olduğunu kanıtlamaya çalışan bir devlet... Bırakın hangi duvar, hangi bina yıkılırsa yıkılsın. Bu halk bundan iyisini inşa edecektir. İnşa edemeyecekse zaten harabedir.
RAB'bin iğrendiği yedi şey vardır. Maalesef gururdan, yalandan geçilmiyor. İnsan öldürenler, düzenbazlar, kötülükten zevk alanlar çoğaldıkça çoğalıyor. Ve maalesef ayırımcı zihniyet, çekişmeler, düşmanlık ve yalancılık soluyarak beslenip semizleniyor. Ülkemiz için yas tutsak yeridir, çünkü hepsi fazlasıyla var.
"Suçu yalanla örülmüş iplerle, günahı araba urganıyla çekenlerin vay haline!.. Kötüye iyi , iyiye kötü diyenlerin, karanlığı, ışık, ışığı karanlık yerine koyanların; acıya tatlı, tatlıya acı diyenlerin vay haline." Yeşaya 5:18-20
Başak Demirtaş konuşması tam metin:
Merhaba sevgili dostlar, güzel insanlar, kardeşlerim.
Asla kabullenmediğimiz, yıllar geçse de alışmadığımız, alışmayacağımız, derin yaramız,
Dostumuz, abimiz, öz kardeşimiz, Hrant'ımız için, işte yine bir aradayız.
Bu yıl salgın koşulları, bu şekilde bir araya gelmemize el veriyor. Birbirimizin gözlerini göremiyoruz belki ama yürek atışlarımızı duyabiliyoruz.
Siz, her yıl Agos'un önünde toplananlar, buraya gelemeyip de dünyanın dört bir yanında yüreği bizimle atanlar, sadece yitirdiğimiz bir değeri anmıyoruz, arıyoruz da aynı zamanda.
Adaleti arıyoruz, avuçlarımızdan kayıp giden barışı arıyoruz. Gülüşümüzü kaybettik. Neşemizi, yaşama sevincimizi…
Yine toplandık işte, arıyoruz.
Yaslıyız. Bitmiyor matemimiz.
Bitmiyor çünkü cenazemiz halen yerde.
Bunca omuz yan yana geldik de kaldıramadık cenazemizi. Çünkü ağır. Vebali ağır, mirası ağır, vasiyeti ağır.
O nedenle arıyoruz.
Biliyorum, bulmadan durmayacağız. Biliyorum, çok yakınız.
Kaldıracağız cenazemizi. Düştüğü yerden kaldıracağız. Toprağa gömmek için değil, kardeşlik çınarı niyetine toprağa ekmek için.
Hrant'ın sevgili dostları, kardeşlerim,
Belki uzun sürdü arayışımız, gecikti baharımız. Hrant'a verdiğimiz sözler halen yerini bulmadı. Aslında bu gecikme ne toplumun suçudur ne de ezilenlerin ve ötekilerin.
Bütün mümkünler gözümüzün önünde dururken uzanıp tutmaya cesaret edemeyen toplumun öncülerindedir büyük eksiklik. Bütün mesele uzanıp tutmakta, buna cüret etmekte, bu cesareti göstermektedir. Ama yılmak yok. Biz de tıpkı sevgili Hrant'ın yaptığı gibi, intikam duygularına teslim olmadan akılla, sabırla, sevgiyle ama ille de dirençle sarılacağız umuda. Bunca kutuplaşmanın, düşmanlaştırmanın, gerilimin içinden sağduyuyla çıkışın yolunu bulmak zorundayız. Bu kadar kaotik ve karmaşık görünen durumdan kurtulmak aslında çok da basit. Yapmamız gereken tek şey bir araya gelmektir. Demokrasi için yan yana durmaktır. Biz kadınlar bunun için öncülük yapabilecek güce, inanca ve cesarete sahibiz. Gelin önce biz kadınlar birleşelim. Adaletsizliğe karşı, her türlü şiddete karşı, yoksulluğa karşı büyük bir kadın demokrasi ittifakı kuralım. Nefessiz kalmış topluma bir yol açalım. Bunun için daha ne kadar bekleyeceğiz? Ne olmasını bekleyeceğiz?
Bizi birleştirecek şey bir lider, bir parti, bir kurtarıcı değil, sadece kendi ellerimizdir. Gelin el ele verelim. Yarınlarımızı, çocuklarımızın geleceğini kurtaralım.
Aksi takdirde Hrant'a verdiğimiz sözün gereğini nasıl yerine getireceğiz? Mahcup olmadan, nasıl her yıl bir araya geleceğiz?
Umuda dair şöyle seslenmişti Gülten Akın:
Karayı kaldırın, mavi koyun, umudumu yitirmedim.
Beni çağırın, gülümserken uykunun bir yerinde.
Eliniz beyazken uzatın isterim.
Karayı kaldırın, sevgi koyun umudumu yitirmedim.
Güz gelirken bir yanı kara sevdalarla,
Avcumda bu yavru kuş varken tedirgin.
Sizde tutunacak, yaslanacak kollar.
Biraz daha durun, biraz daha.
Karayı kaldırın, mavi koyun, umudumu götürmeyin.
Değerli dostlar, sevgili kardeşlerim,
Hemen şuracıkta, Urfa'da, Göbeklitepe'de on iki bin yıllık bir köy duruyor. Dünyanın en eski köyü, en eski mahallesi, en eski evi. Orda yaşayanlar kimdi, bilmiyoruz. Nasıl yaşadılar, bilmiyoruz. Acılarını, sevinçlerini, korkularını, hayallerini bilmiyoruz. Bugün yaşasalardı kendilerine Türk mü derlerdi, Ermeni mi, Kürt mü bilmiyoruz. Hangi dine inanırlardı, hangi partiye oy verirlerdi, bilmiyoruz. Bildiğimiz ve emin olduğumuz tek bir kimlikleri vardı onların: İnsan. İlk, onlar kazdı toprağı. İlk, onlar tohum ekti Mezopotamya'ya. Sonra biz gelmeye başladık. Yaşlı kıtanın dört bir yanından. Onar onar, yüzer yüzer, biner biner. Milyon olduk sonra. En son 84 milyon. Ve o günden beri bu topraklar en çok kimindir diye kavga ediyoruz. Yüz yıldır kavga ediyoruz. Bin yıldır kavga ediyoruz. Beş bin yıldır kavga ediyoruz.
Kavga ediyoruz dediğime bakmayın. Kavgayı başkaları ediyor aslında. Biz sadece dayağı yiyoruz. Çünkü kavga mülkiyet kavgası. Egemenlik, üstünlük kavgası. Saltanat, şatafat, iktidar kavgası. Biz sadece direniyoruz. Hayatta kalabilmek için. İnsan kalabilmek amacıyla direniyoruz. Eşitlik için, adalet için, barış için, kardeşlik için, emeğin hakkı için direniyoruz. Ve diyoruz ki, bizim kendi aramızda paylaşamayacağımız hiçbir şeyimiz yok. Bu ülke hepimizin. Bu topraklar hepimizin. Hakça, eşitçe, adil bir yaşam mümkündür ve yakındır, biliyoruz.
Dört milyar yaşındaki yaşlı ve yorgun gezegenimizin son on iki bin yılında nasıl bu hale gelebildik, insan olmaktan nasıl bu kadar uzaklaşabildik, herkesi bir defacık olsun bunu düşünmeye davet ediyorum. Nasıl unuttuk bunca ortak değerimizi, ortak acımızı, ortak sevincimizi? Nasıl bırakabildik cenazemizi yerde? Nasıl yarattık bu ortak utancımızı?
Gelin kardeşlerim, gelin el ele verelim. Omuz omuza kaldıralım artık cenazemizi. Bitirelim ortak matemimizi. Bakın, yerde yatanın bir tane kimliği var: insan. Ama adı Hrant, adı Tahir, adı Berkin, adı Ali İsmail, adı Eren, adı Ceylan, adı Yasin, adı Medeni, adı Ethem, adı Uğur, adı Taybet, adı Aybüke, adı Ekrem ama adı insan. Korkmayın kardeşlerim. El ele verin. Omuz verin bu cenazeye. Kimse tek başına kaldıramaz bunca yükü. Dedim ya, ağırdır vebali. Ağırdır vasiyeti. Katillerimizin karanlığına teslim olmadan, kayıplarımızın hatırasında buluşmaya davet edelim birbirimizi.
Başarabiliriz güzel kardeşlerim. Başarmak zorundayız. Nem gibi bedenimize yapışmış bu kötülüğü yara yara, güneşli yarınlara, aydınlık geleceğe ulaşacağız. Umudumuz zulümden büyük, çünkü siz varsınız. Çünkü bizler varız. Çünkü bizler, özgürlüğe ant içmiş milyonlarız. Çünkü biz insanız.
Cesur olalım güzel kardeşlerim ve inanalım. Hep birlikte kazanacağız, mutlaka kazanacağız.
Son olarak, Selahattin'in cezaevinden gönderdiği bir şiirle bitirmek istiyorum:
Gümbürdüyor yerin altı.
Sarsılıyor gök kuleler.
Özgürlüğe gebe toprak,
Doğuracak bizi yeniden.
Ellerim ceplerimde, adımlarım minnetsiz.
Gamsız yürüyorum mezar diplerinden.
Ölülerimize yeminimiz var,
Dirilerimize müjdemiz.
Üşüyen çocuklar güneşten emsin.
Öksüz kalmış aşıklar kavuşsun.
Alın terine sevda karışsın diyedir, kavgamız.
Bir madalya takılmayacak göğsümüze.
Olsa olsa yağlı bir ilmek, boynumuza.
Belki kör bir kurşun, sırtımıza.
Ne adımız vardır bizim ne pasaportumuz.
Düştüğümüz yerden tanırsın bizi.
Kır çiçekleri biter toprağımızda.
Ya da bir gelincik, bütün kızıllığıyla.
Zulme isyan etmiş toprağın çocuklarıyız biz.
Geliyoruz olanca heybetiyle.
Az kaldı bak, gümbürdüyor yerin altı.
Sarsılıyor gök kuleler.
Özgürlüğe gebe toprak,
Doğuracak bizi yeniden.
Hepinize en içten sevgi saygılarımla. Hrant'ın her daim güzel anısına hürmetle.
Քեզ երբեք պիտի չմոռնանք Հրանդ եղբայր. Em te ji qet bîr nakin birayeminê eziz.
Teşekkür ediyorum. Շնորհակալություն. Gelek spas.