17 Kasım 2014

Kızılderililer sadece Türk değilmiş, Müslümanmış da!

Meğerse Kolomb anılarında 'tepedeki camii'den değil de, 'camiiye benzeyen bir tepeden' bahsediyormuş

 

Tarih kısmen tekerrür ediyor. Bu sefer komedi şeklinde.

Marx, Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i’nde “Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: birinci kez trajedi olarak, ikinci kez komedi olarak” diye yazmıştı.

Cumhur-Başbakanımız R.T. Erdoğan, 15 Kasım 2014’te Latin Amerika’dan gelen Müslüman din adamlarına hitap ederken, Marx’ın işaret ettiği bu komedi durumunu yaratmış oldu. Dedi ki:

“… Latin Amerika'nın İslam'la tanışması, 12. yüzyıla kadar dayanır. Amerika kıtasının 1492'de Kolomb tarafından keşfedildiği iddia edilir. Oysa Kolomb'tan 314 sene önce 1178'de Müslüman denizciler Amerika kıtasına ulaşmışlardır. Kristof Kolomb'un hatıralarında Küba kıyılarında dağın tepesinde bir caminin varlığından bahsedilmektedir… Kolomb daha Amerika kıtasını keşfetmeden İslam dini kıtada inkişaf etmiş, yayılmıştı."

Komik tabii, hem de nasıl! Hemen anlaşıldı ki, meğerse Kolomb anılarında “tepedeki camii”den değil de, “camiiye benzeyen bir tepeden” bahsediyormuş. Meğerse 1960larda Müslüman bir tarihçi bu tür iddialar içeren bir makale yayınlamış da, bilim çevrelerinde hiçbir zaman kabul görmemiş. Ama işte, Türkiye gibi dünyanın en büyük 20 ülkesi arasında kabul edilen bir ülkenin lideri kalkıp, hiçbir bilimsel geçerliliği olmayan, bir miktar mantık silsilesi takip edebilecek hiç kimsenin dillendirmeye cesaret edemeyeceği bir şeyi dünya kamuoyuna açıklayıveriyor.

Neymiş? Kolomb’dan 314 sene önce Müslümanlar Amerika’ya ayak basmışlar; ayak basmakla kalmayıp İslam dinini kıtada yaymış ve geliştirmişler; o kadar ki Küba’da camii bile yapmışlar.”

Kanıt? İşte, kimsenin ciddiye almadığı biri 1960larda bu tür iddialara yer veren bir makale yayınlamış, daha ne olsun?

“314 yıl boyunca bir kıtaya yayılan ve geliştirilen bir din söz konusu ise bunun hiçbir izi ve kaydı olmaz mı?” gibi mantık üzerinden giden soruları boşuna sormayın. Çünkü burada mantık yok; yoğun duygular içeren kurucu bir fantezinin şekillendirdiği ideolojik bir ihtiyaç var. (Lütfen sabredin, yazının devamında duyguyu da fanteziyi de anlatacağım).

Gördüğünüz gibi, tamamen temelsiz, komik ve dünya kamuoyu tarafından alaya alınacağından emin olabileceğimiz bir Müslüman Tarih Tezi ile karşı karşıyayız. Bir “ulu lider” tarafından öne sürülen / desteklenen, Türkiye toplumunun karşılaştığı ilk tarih tezi Erdoğan’ınki değil ama. O yüzden trajik orijinal değil de, ancak komik tekerrür olabiliyor.

Güneş-Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu babası Mustafa Kemal, bildiğiniz gibi “Tek-Adam”dı, “Ulu-Önder”di; öyle yetkileri / sınırları belli sade bir cumhurbaşkanı değildi. O’nun dediği olurdu, mühim meseleleri O karara bağlardı, gerekirse Başbakanı bile azarlar veya azlederdi. Mustafa Kemal, 1923’ten 1938’e kadar hüküm sürdüğü 15 yılda yazılı olmayan kimi sultanvari yetkileri fiilen kullandı. Demokratik muhalefete izin vermedi. Dönem, tek parti diktatörlüğü dönemiydi; Türklük-dışı bütün unsurları ezerek ya da inkâr ederek Türk ulus-devleti kuruluyordu; Avrupa’da faşist rejimler yükselişteydi. Ulu-Önder tapınmasını da içeren Kemalist rejim, 1920lerin, 1930ların dünyasında genel olarak aşırı acaip kaçmıyordu. Yine de oldukça traji-komik acaiplikler de vardı.

Bunların başında geliştiricileri arasında bizzat Mustafa Kemal’in de bulunduğu Güneş-Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi sayılabilir. Bu teorilere göre belli başlı bütün medeniyetlerin ve dillerin kökeninde Orta Asya ve dolayısıyla Türkler ve Türkçe vardı. Sümer, Hitit, Mısır, Yunan ve dolayısıyla Avrupa medeniyetleri (ve hatta Amerika kıtasındaki Maya, Aztek, İnka medeniyetleri) hep Orta Asya’dan göçen, Türk ve Türkçe kökenli halklara dayanmaktadır. (Bu tezlerin daha ayrıntılı tanıtımı ve eleştirisi için Büşra Ersanlı’nın makalesine bakılabilir).

Bu tezlerin geliştirilmesi için, epey bir kaynak ve akademisyen seferber edilmiş; tarih ve antropoloji disiplinleri alabildiğine manipüle edilmiş, ama nihayetinde bu tezler dünyada ciddiye alınmamış, bilimsel bir geçerlilik taşımadığı, sadece tepkisel romantik milliyetçi hallenmeler olduğu genel kabul görmüş ve Mustafa Kemal’in vefatıyla birlikte de tedavülden kaldırılmıştır.

Bilimsel bir merak ve metodolojiye dayanmadığı açık olan bu girişimlerin arkasında ne vardı peki?

Mustafa Kemal ve arkadaşları, Türklük ve Türkçeye dayanan, homojen bir ulus-devlet kurma derdindeydiler. Batı karşısında yüzyıla yayılan sürekli gerileme ve yenilgilerden geçen ve sonunda Osmanlı’nın yıkımıyla sonuçlanan bir tarihsel kesitten süzülüp gelen ezikliği ve incinmişliği (narsisistik yaralanma), tam tersi bir büyüklenmeci / böbürlenmeci / biz-merkezci uca savrularak telafi etme çabası içinde oldukları söylenebilir. Tarihi Türk- ve Türkçe-merkezli bir bakışla ele alarak, yeni kurdukları ulus-devlete psiko-politik bir meşruiyet taşıma gayreti burada dikkat çekmektedir. Kızılderilileri Türk saymak birilerinin gururunu okşamıştır ama, bu bakışın ve buna bağlı uygulamaların, Türkiye’de kendilerini Türklük ve Türkçe ile özdeşim içinde görmeyen toplum kesimleri için sonuçları trajik olmuştur.

 

Erdoğan’ın tezi

 

Cumhur-Başbakanımız R.T. Erdoğan’ın Amerika kıtasında İslam’ın geçmişi ile ilgili kamuoyuna açıkladığı iddialar, duygu, fantezi ve ideolojik işlev açısından Kemalist rejimin dil ve tarih tezlerinin komik bir tekerrürüne benzemektedir.

Erdoğan, dünyaya “Amerika’yı bile biz Müslümanlar keşfettik!” diye seslenmektedir. Uyduruk bir bilgi kırıntısına, ne kadar geçerli olup olmadığına bakmaksızın sarılmış olması boşuna değildir. Erdoğan ve benzeri İslamcı eğilimler taşıyanlar, İslam’ın Batı karşısında yüzyıllara dayanan yenilmişliği ve buna bağlı eziklik / incinmişlik içinden konuşmaktadırlar. Öte yandan, inanca göre, İslam en son ve en mükemmel dindir ve dünyaya nizam vermesi gerekmektedir (kurucu fantezi). Ama işte, bu son ve mükemmel din, yüzyıllardır, inanç düzeyinde kendisinden daha ilkel olması gereken diğer / rakip dinler / medeniyetler tarafından birçok düzeyde epeyce geride bırakılmıştır. İnanç düzeyindeki bu mükemmellik beklentisi ile gerçek hayattaki durum arasındaki inanılmaz açı, İslamcılar için büyük bir psiko-politik gerilim yaratmakta, aynen Kemalistlerin zamanında yapmaya çalıştıkları gibi, biz-merkezci telafi mekanizmalarının devreye sokulmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

Erdoğan’ın iddiasının tercümesi şudur: “Din kardeşlerim, sakın merak etmeyin biz neden bu kadar geriyiz ve bir türlü toparlanamıyoruz diye. Biz aslında onlardan (Batılılardan) çok daha üstünüz, çok daha mükemmeliz, moralinizi bozmayın, bu sadece geçici bir durumdur. Zamanında nasıl onlardan 300 yıl önce Amerika’nın keşfi gibi çok büyük bir iş başarmışsak, bundan sonra da bu tür büyük başarılar gösterebiliriz, onları geçebiliriz. Bana inanın!”

Erdoğan’ın çağrısı sadece din kardeşlerine yönelik değildir. Kendi kendisini ikna etmeye de büyük ihtiyacı vardır, ikna olmuşa benzememektedir.

Umalım ki Marx haklı çıksın ve tekerrür eden şey sahiden komik olmakla kalsın ve yeni trajediler yaratmasın!

@PakerMurat

Yazarın Diğer Yazıları

Travma psikolojisi, travma terapisi

Travmatik olayın en temel etkilerinden biri kişinin sembolizasyon kapasitesine ket vurmasıdır. O anlar için söz yoktur, kurulamaz haldedir.

Darbe Girişimi - 1

Darbe tahayyülü, başka bütün siyasi tahayyüller gibi, belli bir sosyo-politik bağlamda can buluyor. O sosyo-politik bağlam ne denli demokratsa, darbe hayali kurmak o kadar zorlaşıyor

Büyü yapsak Kürt sorunu biter mi?

Değişik tonlarıyla baskı, asimilasyon ve şiddet politikalarının işe yaramadığı açık değil mi?