Bu yazı bir cinayetle aramızdan alınan, Alman Yeşiller partisinin unutulmaz sözcüsü, 68 aktivisti sevgili Petra Kelly'e ithaf edilmiştir...
Quo Vadis? Nereye böyle... Nereye ?
Özel mülkiyetin, toplumsal iş bölümünün, sınıfların olmadığı Ütopyaya yapılan ekolojik çağrıyı küçümseyip aşağılayan endüstriyel-kalkınmacı, prodüktivist - ilerlemeci anlayış, küresel çöküşe doğru zincirlerinden boşanmışçasına koşuyor.
Sanayi Devrimi’nden itibaren dinsel inançlar ve ideolojiler, kendilerini ilk ifade ediş manifestolarıyla çelişkiyi umursamadan endüstriyel barbarlığı toplumsal gelişme olarak vazeden bir yörüngede döneniyorlar. İlk varoluşlarında, dini kuran, yayan, tebliğ eden peygamberler; ilk inanlılar, iman edenler; havariler, sahabeler salt Söz' ün yeniliği ve ideolojik gücünün yanı sıra, gündelik hayatta da karşı yaşam kültürünü kurarak, var olanın ve karşı çıkılanın alternatifini de sundular.
Otantik ve mütevazi yaşamlarıyla Söz' ün gücünü, etkileyiciliğini çekici kılabildiler.
Semavi dinlerin başlangıç dönemleri, örnek hayat menkıbeleri ile dalga dalga yayılmalarında ve kitlesel kabul edilişlerinde belirleyici rol oynarken, benzer mecralardan geçtiler.
Ancak; güçlenip çoğunluğu ele geçirdikten sonra, yönetim erkinin başına geçilmesi veya yenisinin ihdas edilmesiyle beraber, Devlet – iktidar olgusu, yıpranmalarında belirleyici etmen olurken ısrarla kaçındıkları sefahat ve şaşaa, iç çürümelere ve iktidar mücadelelerinin yıpratıcılığına da yol açtı. Giderek birçok bakımdan karşıtına dönüşmenin başlamasına da tanık olundu. Bu evreye kadar, ekoloji ve görece taban demokrasisine dayalı - dönemin koşullarına göre müstesna bir - yol izlediler.
Benzeri gelişmeler, büyük ideolojilerde de görülür. Teori ve pratiğin uyumu, birbirini tamamlaması, önderler ve önderliklerin hayat biçimlerinde de tevazu, azla yetinmeyi bilen kanaatkârlık, lokmasını bölüşme gibi hasletlerle cereyan etti. İnsan yaşamı ve bireyin mutluluğu önde gelen meşguliyet sahası idi; önerilen hayat tarzları, göreli olarak kurulu ve işlemekte olana güçlü alternatifler üretiyordu. Hem düşünsel hem de pratik hayatlardaki tutarlılıklar, birer çekim merkezi haline gelmelerinin de yollarını açtı ve döşedi. Bu seyir izlenirken sanayileşerek kalkınma yegane gerçeklik olarak tartışmaya mahal verilmeksizin benimsendi, gerekleri de yapıldı.
Taa ki 68 patlayana, 70'lerde Yeşiller ve radikal ekolojistler seslerini duyurana dek... Katılımcı taban demokrasisini, şiddetsiz , ekolojik toplumsallığı varoluş ilkesi olarak deklare eden Die Grünen hareketi - Yeşillerin güçlü ve şaşırtıcı çıkışlarını yapana dek. Doğanın adeta intikam alırcasına peş peşe gelen ve dinmeyen durulmayan infilakları; kitlesel ölümler, savaşlarla eş zamanlı bir seyir izledi. Günümüzde artık kanıksanan ekolojik çöküşlerin düşünsel önceli olan Yeşiller, evet modern kassandra gibiydiler . O yüzden felaket tellallığı ile itham edildiler.
Geçtiğimiz yüzyılın son dönemecinde Ukrayna - Çernobil' de patlayan nükleer santralin korkunç etkileri hala sürüyor. Görmek için ekolojik komünalist militan ya da Yeşiller hareketinin radikal aktivisti olmak gerekmiyor. Son yirmi yıldan bu yana televizyon izleyen, gazete okuyan her insan bu felaket hakkında bilgi sahibidir.
Sanayi burjuvazisinin yer kürenin her nimetini hunharca yok etme pahasına paraya tahvil etmekle meşguliyeti had safhaya ulaştı. Canlı türleri yok oluyor, sular kirlenip içilmez hale geliyor; insanlar anti-depresanlara kelepçelenip yarı uyuşmuş beyin ve bedenleriyle iktidarların tepkisiz, edilgen boyun eğenleri derekesine getirildi.
Hayatlar; doğanın her türden imkânı altın tepsiler içinde bahşediyor olmasına rağmen hak edilmeyen mutsuzluklar, korkular, yabancılaşma ile tahammül edilmez yaşanır vaziyete geldi. Gaia’ya karşı en hoyrat ve vahşi ve tek bir tür olan insanoğlu sorumlusudur bu kara güneşin doğmasından.
Bu optikten bakınca, insanın hangi coğrafyada yaşadığı önemini yitiriyor. Çünkü her yer aynılaştı.
G-7, G-20, Şanghay Beşlisi, Avrupa Birliği, ulus devletler liberal demokrasi, seçimler, farizalar... Devasa sahnede oynanan tuluatlat gibi görünüyor; ki bu gerçekliğin ta kendisidir.
Füzeler, silah ticaretinin vardığı boyutlar, nereden ve neden çıktığı muamma olan savaşlar, kitlesel imhalar, sevgisizlik, zehirli yiyecekler ile kuşatılan gezegen yetmiyor gibi uzayda başlayan ve maliyeti şimdilik 3 milyar doları bulan kirlenme yepyeni yükler getirecek. Çaresiz ödeyeceğiz, kim bilir nasıl ?
Diyetler sağaltmıyor; pet-shoplardan alınan terrierler, sevgisizliğin boşluğunu kapatamıyor; psikiyatristler, depresyonlara çözüm bulamıyor; uzak destinasyonlara üç-beş günlük kaçışlar yenik düşmüşlüğe çare olamıyor; çıkmazlar, deizmle de telafi edilemiyor; Buda'nın ayak izlerinin takibiyle yapılan yolculuklar sırasında yaşanan huzur, içsel yolculukların müsekkin olması şehirlere dönünce sönümleniyor...
Dünya, endüstriyel mütegallibenin aç gözlülüğüne terk edilemeyecek güzellikleri, her şeye rağmen canlılara sunma potansiyelini tamamen yitirmiş değil.
Eğer istersek ve mücadele etmeyi göze alırsak bu savaşı kazanabiliriz...