15 Mayıs 2024

Deniz Ayma'dan siyasi bellek sosyolojisine tarihsel değerde bir katkı

Nasıl ki yetmişlerin kuşakları ve sonraki nesiller 55 yıl sonra 68 kuşağını ve o dönemi bu kitap muadili çalışmalardan oluşan kaynaklar sayesinde öğrendi ise, 60 yıl sonra da Deniz Ayma'nın eserine 78'lileri öğrenmek isteyenler müracaat edecekler

Dünyanın hiçbir ülkesinde telaffuz dahi edilmeyen, bir kuşak mitosu saikiyle icat edilen Türkiye'ye özgü, ama giderek benimsenmiş ve gündelik dilde bir anlamlar ve değerler bütününü içeren ve temsil eder duruma gelmiş 78 kuşağı kavramı, artık ne kadar tartışılsa da bir tür "Communs error facit us" (Galat-ı meşhur lügat-ı fasihten evladır), yani, çoğunluğun yanlış kullandığı bir ifadenin, doğru olup da kullanılamayandan daha yerinde olması şeklinde gerçekleşti.

Evrensel bir karşılığı ve mütekabiliyeti olmayan 78 kuşağının elbette, belirgin özellikleri var. Mesela gerçek 68'lileri ben ilk tanıdığımda 10 yaşındaydım, şimdi 64. Bu 54 sene içerisinde bir sevda bir tutku olarak araştırdığım, okuyup serencamlarını, tanışıp kişiliklerini öğrendiğim ve çok sevdiğim bu kuşaktan şu ana kadar daha bir tanesi ben 68'liyim demedi. Çünkü bu tamlama, o kuşağa kendilerinin dışında verildi ve çok da iyi oldu. Evrensel ölçekte kabul gördü.

Buna mukabil, son beş yılda her siyasi, ideolojik hasbıhal veya tartışmada en çok işittiğim söylemdir: "Ben 78'liyim."

Doğum tarihi 1952 olan bir psikiyatrist de, 1963 olan bir avukat da 78'li kategorisine avdet ediyor. Yani 68'liler gibi 1947-48'li olmakla sınırlı değil. Adeta yaş sınırı tanımıyor 78'li olmak.

Heterojenlik vasfı hemen dikkat çekiyor; zevkleri, ruhsal yönelimleri, hayat tarzları, tarihe ve güncele bakışları, gelecek tahayyülleri, algı ve muhakeme tarzları esasen 68'lilerinki gibi bir ortak paydada, tanımlanamıyor.

12 Eylül darbesinin sol örgütleri çökertti.  Ve yaşanan iç çatışmaların etkileri ve izlerinin silinememesi; 1976-80 döneminde şahikasına ulaşan ÇKP, AEP, SBKP taraftarlığına adanmış hayatların siyasi mülahazalarında belirleyici etken olmasının olumsuz ve yetersiz kalması, bu çok okuyan nesilde bir iç sızısı olarak tecelli etse de pek dışa vurulmadan bir ketumlukla söylemlerde yerini tutmaya devam ediyordu. Umulmadık bir anda Berlin Duvarı çöktü, Sovyetler dağıldı, reel bürokratik sosyalist ülkelerde rejimler yıkıldı. Bir tek Küba ayakta kalmıştı. Çin artık Mao'nun Çin'i olmaktan çıkmıştı. Enver Hoca'nın başındaki Arnavutluk Emek Partisi'nin uluslararası proletaryanın öncülüğünün kâğıttan kaplan olduğu görülmüştü.

Bir de ikonlaştırdıkları bazı örgüt-parti liderlerinin, "Ütopyaların peşinde boşuna koşmuşuz" diyerek Bodrum sahillerinde sabahları balık tutup, öğlenleri evde şarap imal edip, akşamları da o şaraplar eşliğinde Türk Sanat Musikisi icra edilen sofralarda ömürlerini geçirmeyi tercih etmelerinin şokunu yaşadılar. Yetmedi; Lucifer 68'lileri birer ikişer öbür boyuta yollarken, 78'liler de kanserden, kalp krizinden, çoklu organ yetmezliğinden kaybettikleri yoldaşlarını defnetmeye başladılar.

1978 -80 dönemi ve 78'li kimliğinin inşası

1978-80 döneminde siyasi arenanın en kızıştığı mevzilerde, ölümüne faşizmle mücadeleye koyulan ve binlerce canın feda edildiği o kurşun yıllar, 78'li kimliğinin oluştuğu referans dönemidir.

68'liler devrim için sisteme karşı yıkıcı ataklar, hücumlar yapmışlardı. 78'liler ise devrim için çıktıkları yolun daha başlarında -Türkiye'de- gelmekte olan faşizmi durdurmanın ve bertaraf etmenin aciliyetiyle meşgul olmak, halkı ve ülkeyi faşizme karşı direnerek savunma görevini ifa etmek zorunda kaldılar. Zaten çok can kaybı veren bu neslin büyük çoğunluğu, faşistleri kurduğu pusularla, silahlı baskın ve saldırılılarla vuruldular.

Bu tarihsel faşizme karşı mücadele misyonun aniden önlerine çıkması karşısında hiç tereddüt etmeden, mücadeleyi devrimden anti-faşist mecraya yönelerek sürdürdüler. Gerek o mücadele sürecinde yitirdikleri yoldaşları, gerek 12 Eylüldeki idamlar, işkencelerle geçen uzun mahpusluklar, gerek örgütlerin dağılması, gerek çok güvendikleri bazı yoldaşlarının mücadeleyi bırakması ve dünyada neoliberalizmin zaferiyle çöken ağır kasvet ve (u)mutsuzluk halet-i ruhiyesi, ayakta kalanların yitirilmiş bir dünyanın travmatik melankolisini yaşamalarına neden oldu. Beri yandan da 78'lilik kimliğini bir çekim merkezi durumuna getirerek hazin de olsa bir aidiyet hissiyatını inşa etti. Tabii ki bu kimlik inşa sürecinde yaşananlar gururla sahiplenildi, unutulmaması için yoğun çabalar sarf edildi ve o manasız ketumluk hızla terk edilerek çok verimli bir dinamizmle doğru kanallar seçilerek aktarıldı. Bu sayede artık 78'lilik bir kamusal mahiyet kazandı.

Bütün bunlar yaşanırken henüz hayatta bile olmayan, 1992 doğumlu Deniz Ayma, sosyoloji tahsili sürecinde, işte bu neslin fikri namusunu yitirmemiş, 1980 - 84 dönemindeki siyasi tutukluların katlanılması insan sabır ve yeteneklerini fersah fersah aşan bedeller ödemiş ama bunu bir saygınlık kazanma, bir mertebeye ulaşma piyasası yapmaya tenezzül etmeyerek devrimci vakarını koruyabilmiş, devrimci kimliğine halel getirmemeye azami özen gösterme meziyetlerini taşıyan 35 kişisi ile görüşerek yüksek lisans tezini hazırlamış.

Kitap olarak basılan bu kıymetli çalışmada şu bilgiler paylaşılmış:

1952 – 1962 arasında doğmuş bu kişiler 12 Eylül'ün en vahşi uygulamalarının icra edildiği cezaevlerinde kalmışlar. İstanbul (Metris, Selimiye, Sağmalcılar...), İzmir ( Şirinyer Askeri Cezaevi ve Buca), Ankara (Mamak), Diyarbakır, Adana ve Çanakkale'de hapis yatan tutuklular, TKP-ML/PARTİZAN, TİKB, MLSBP, HDÖ, DEV-YOL, DEV-SOL, TKP, HK/ TDKP, KURTULUŞ, DHB,TDY,KAWA,RIZGARİ, PKK örgütleri mensuplarıdır. Yaş ortalaması 60 olan Kürt, Zaza, Çerkes, Laz, Balkan göçmeni, Arnavut ve Ermeni kökenli bu kişilerin cezaevinde kalma süreleri 5 ila 16 yıl arasında olmuş.

Görüşmelerdeki ibretlik bir ayrıntıyı şöyle anlatmış Deniz Ayma:

"Mülakatlar sırasında, kadın görüşmecilerin daha çok 'biz yaptık' gibi biz öznesini kullanması, erkeklerin ise 'ben' öznesini kullanması bir başka ayırt edici husus olarak karşıma çıktı. Bu anlatımlarda toplumsal cinsiyet açısında da bir farklılaşma görülüyordu. Kadınların bu anonim ve çoğul özne kullanımı, yapılanları ortaklığa mâl ederken, kahraman anlatıcı konumundan çıkarıyordu. Erkeklerin anlatımında ise 'ben' öznesinin kullanımı, pratiklerin kollektif yapısını reddetmeyen, ancak bunu kurarken kendisini odak noktası yapan biçimi gözler önüne seriyordu." (s.27)

Çok uzun yıllar evvel Uruguay'da illegal devrimci bir örgüt olan ve dünyaya ilk kez şehir gerillası kavramını armağan eden Tupamaros militanlarının cezaevi direnişlerini okumuş ve gururlanmıştık. Mücadele sürecinde hapse düşen Tupamaros gerillaları, yandaki hücre arkadaşları ile aradaki duvara rağmen hayali satranç oynamışlar, susuz bırakıldıkları için idrarlarını bir kaba yapıp sıvıdaki tuzun dibe çökmesinden sonra idrarlarını içerek yaşamaya tutunmuşlardı. Bir Tupamaro yıllar sonra o hadiseyi anlatırken şöyle söylemişti: "Tuz iyice çöktükten sonra, üstte kalanı yudum yudum içiyorduk. Biraz tuzluydu ama şampanya içer gibi içmiştik."

Deniz'in bu çalışmasında bir kısmını zaten duyup bildiklerimizin dışında da ne icatlar yaptıklarını, dirençlerini yitirmemek için ne yollar, yöntemler yarattıklarını görüyoruz. Tupamaroların yaşattığı gurur patlamalarını 78'liler bu kitap sayesinde bir kez daha yaşattılar.

Kimileri kibir saçan egolarıyla tam karşıt gerekçeler üretip birilerini azarlayarak, hakir görerek; kimileri de tevazuyla, çok çalışarak ve üreterek var olurlar. Her zaman olmasa bile çoğunlukla hayata müdahale ve değiştirme praxisinde tarih, ikincilerin katkısını kaydeder. Deniz yaptığı ve yapmakta olduğu başka çalışmalarıyla, zekâsıyla, titizliğiyle, dürüstlüğüyle, emeğiyle artık ikinci kategorinin insanıdır.

68'in Devrim mirası ve veraset intikali; varis 78'liler ve sonraki kuşaklar

68'liler, ofansif-hücuma, atağa dayalı-bir mücadele kültürünü miras olarak bıraktılar. 78'liler ise dönemin ve ülkenin aciliyet kesp eden koşulları nedeniyle bu mirası hayata geçirme evresinde faşizmin kanlı katliamları ve cinayetleriyle halkı yarattığı korku atmosferiyle sindirip iktidara yönelmesi üzerine antifaşist defansif mücadele mirasını yarattılar.

Neoliberalizmin 40 yıl süren sultası sona eriş sürecine girdi. Şimdinin yeni devrimci nesilleri bu iki mirasın varisleridirler. Deniz Ayma, bu çalışmasıyla yeni kuşaklara o zihniyet mirasının kavranması ve ehemmiyetinin idrak edilmesini sağlayacak zengin bir tarihsel bilgiler demeti armağan ediyor. Hem akademik hassasiyetin titizliğinden ve analitik yaklaşımdan ödün vermiyor hem de o kuşağa duyduğu derin saygı ve hatta hayranlığın asli müşevvik olduğunu ihsas ettiriyor.

Nasıl ki yetmişlerin kuşakları ve sonraki nesiller 55 yıl sonra 68 kuşağını ve o dönemi bu kitap muadili çalışmalardan oluşan kaynaklar sayesinde öğrendi ise, 60 yıl sonra da Deniz Ayma'nın eserine 78'lileri öğrenmek isteyenler müracaat edecekler. Çünkü; Deniz ve Yusuf'un da aynı şekilde olduğu gibi, mahkemede idam kararı yüzüne okunduğunda ODTÜ öğrencisi 23 yaşındaki THKO lideri Hüseyin İnan, cellatlarına şu sözü söylemişti: "Biz idam edilsek de anaların rahmine el atamayacağınıza göre, bu dava devam edecektir."

Dava devam ediyor...

Yazarın Diğer Yazıları

Hint klasik müziğinin tabla üstadı Zakir Hussain’e saygı

Zakir için müzik sadece bir meslek, bir kariyer alanı değil, aynı zamanda manevi bir yolculuktu. Dünyanın dört bir yanındaki sanatçılarla, geleneklerle ve kültürlerle bağ kurmanın yoluydu

Ballake Sissoko ve Koga sanatı

Mali'den gelen 21 telli arp benzeri bir enstrüman olan kora, merak uyandıran ve meydan okuyan bir ses karmaşıklığına sahip...

Gülten Akın şiirinde Kızıldere ve Mülkiyeli devrimci Sabahattin Kurt

Kızıldere’de katledilen devrimcilerin tümünün isimleri, Gülten Akın’ın şiirlerinde anılır ama en çok Sebo’nun adı geçer

"
"