Burhan Sönmez’in yeni romanı Franz K. Âşıkları, daha öncekiler gibi sessiz sedasız çıktı. Tıpkı bir havai fişek gibi, önce havada süzülüyor, sonra patlıyor ve rengârenk ışıltılar saçarak muhayyilede değişik estetik imgeler nakşediyor.
7 Nisan 2021 tarihinde T24’te yayımlanan yazımın konusu “Taş ve Gölge” romanı idi ve şu cümle ile bitiyordu:
‘’Taş ve Gölge önemli bir yapıt olarak roman tarihinde şimdiden yerini aldı. Artık; Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemal, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Latife Tekin ve Orhan Pamuk adlarının yanına Burhan Sönmez'i de yazabiliriz.’’
Geçen zaman, yaşanan süreçler, bu vargımın isabetli ve haklı olduğunu tanıtladı. Çünkü daha ilk romanı’’ Kuzey’ ’ile açtığı kendi özgül kulvarında daha da yetkinleşerek sadık bir okur topluluğu yarattı.
Türkiye’de, entelektüel düzeyi yüksek, edebiyat ve ideolojik alanda birikim sahibi, yaşamın kendi iradesinin dışındaymış ve zaten elinden de bir şey gelmezmiş algı ve sinikizmiyle o akışa kendini sorgusuz sualsiz koyvermiş değil; o akışa, iradesiyle, birikimiyle müdahale etmeyi benimsemiş ve bu tavrını hayat pratiğinin merkezine almış bir okur kitlesine sahip olması zikredilmeye değerdir.
Kuzey ile yarattığı büyüleyici etkiyle dikkatleri çekti. Şu çoraklaşmış dünyanın Türkiye çatağında, sadece edebiyat/roman tutkunları için değil, çoğunluğu, gökyüzünü fethe çıkmış, çıkmaya karar vermiş Paris Komünarlarının geleneğiyle ilintili takipçi profiliyle de hafızalarda ve gönüllerde yer etti.
Burhan Sönmez okurları ile arasındaki münasebette bir yazar-okur ilişkisinin çok ötesine geçti. Arada derin bir sevgi bağı ihdas edildi. Bu yönüyle de gıpta edilesi bir yazar-okur diyalektiği geliştirdi.
Bu, tasarlanmadan, amaç olarak ön kurgusu yapılmadan gerçekleşmiş ve son elli yılda sadece Sönmez ve eserlerine matuf ve ilk kez rastlanılan bir özgünlük. Çok değerli bir nev-i şahsına münhasır olan bu hususiyet; karşılıklı ve çok dinamik bir manevi müşevviktir aynı zamanda.
Sone eseri Franz K. Âşıkları, okur kitlesinin beklemediği bir biçim ve tarzda olduğundan, Sönmez’den Kuzey ile başlayan çizgisinde bir roman bekleyen okurları için şaşırtıcı bir sürpriz oldu. İrkilticiydi; metinlerarasılık ve diyaloglarla ilerleyen farklı biçemdeki bu romanı için şunları söyledi:
“Kafka üzerine incelemelerimi yaparken Ariel Dorfman ve Max Frisch gibi yazarları okuyordum. Onlar sadece diyaloglardan oluşan kısa romanlar yazmışlardı. Bu tarzı çok sevdim ama onu birebir almak yerine, aralara geçmiş dönem olayları dâhil ederek, iki ayrı zamanı ve dolayısıyla iki ayrı anlatım biçimini iç içe geçirdim.
Polisiye türde yazmanın farklı formları var. Umberto Eco’nun Gülün Adı romanı, Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı’sı veya Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanı da en geniş anlamda polisiye öğeler taşır. Benim sevdiğim bir tarz bu, ki ilk romanım Kuzey’de de bir ölümün izlerini sürmüştüm.”
Roman başkişisi Ferdy Kaplan, Nazi yanlısı olan Alman annesi ile Türk babasının İkinci Dünya Savaşı sırasında Berlin’de vefat etmelerinin akabinde, henüz çocuk yaşında İstanbul’a, dedesi ve babaannesinin yanına gönderilir. 1968’de Paris merkezli isyan ateşi dünyayı sarıp, küresel boyutta endüstriyel kapitalist tüketim toplumuna, sistemin çarklarının dişlisi olmak istemiyoruz, şiarıyla başkaldıran işçi – öğrenci – entelektüel – sanatçı ağırlıklı gençlik ayaklanmaları gezegeni sarsmaya başladığında üniversite talebeleri, işçiler ve entelektüeller çeşitli mecralarda devrim tartışmalarını topluma şamil kılacak yaygınlıkta sürdürdüler. Artık bir toplumsal siyasal örgütlülükleri kalmadığı gibi ideolojik bağlamda etkinlikleri de iyice sönümlenmiş olan eski Nazi suçlularını cezalandıran gizli bir direniş teşkilatı, hayatta olmayan yazarları gıyaplarında savunmanın ve onların öcünü almanın kıymetine inanmaktadır. Avrupa’nın Doğu/Sosyalizm ve Batı/Kapitalizm olarak ikiye bölündüğü Soğuk Savaş döneminde, Paris-İstanbul-Batı Berlin haritasında geçen bir polisiye kıvamlı edebi gerilim ve aşk romanı aslında Franz K. Âşıkları.
Ama, romana ayrı bir edebi çekicilik ve heyecan unsuru katan bir başka boyutu daha var: İletişim yayınlarından çıkan Alman yazar Wolfgang Schorlau’nun siyasi polisiye üçlüsü ‘’Münih Komplosu, Mavi Liste ve Koruyan El’’ romanlarından belleğimize kazınan Alman polisinin ideolojik tarafgirlikle mücehhez sorgu tarz ve muhayyilesinin benzerini, Franz K. Âşıkları romanında da ürpererek okuyoruz.
Burhan Sönmez, sanki Ferdy Kaplan değil de kendisi Alman polisi tarafından sorgulanıyormuş duygusunu yaşatıyor romanında. Ve bu diyalogları okurken bilincimizin derinlerinde bir yerde duran Umberto Eco’nun ürküten ama son derece yerinde bir gerçekçilikle yaptığı şu uyarı yankılanıyor zihnimizde:
“Faşizm, tekrar Nazi üniformasıyla gelecek, sanısı yanılgıdır.”
Sayfalar arasında ilerlerken yan tema olarak 68 anıştırmaları ve unutulmaz 68 lideri Rudi Dutschke’nin, bir Nazi özentisi işçi tarafından uğradığı suikastla zikredilmesi hüzünlü bir duygu sarmalına alıyor okuru.
107 sayfa gibi kısa sayılabilecek bir metinle çok şey anlatan Sönmez’in bu tarzının okurlarını şaşırttığı düşünülse de aslında bu bir ilk değil.
Daha evvelki romanlarından Masumlar isimli yapıtında da on yıllık bir süreci tek paragrafta, başka bir bölümde de bir günün akışını on sayfaya yayarak anlatmıştı. Almanya’daki Nazi hükümranlığını işlerken, Türkiye’deki pogrom da romanda yer alıyor. On sayfa boyunca bir mahkeme duruşması anlatılırken, maziyi betimleyen bölümlerde yirmi yıl, iki sayfaya sığdırılarak farklı bir biçem romanı özgün kılıyor. Romanda iki karşıt unsur bir arada verilirken, bu düalistik var oluş, karakterlerden ziyade iki değişik zaman yoğunluğunda kullanılmış.
Franz K. Âşıkları romanı: Hala karanlık ve müphem bir vaka olan Şah Rıza Pehlevi protestolarında Benno Ohsenburg adlı vurularak öldürülmüş öğrencinin de anılması akla Ulrike Meinhof’u getiriyor.
Ulrike’nin de yazdığı ve yazarları arasında olduğu, kocası tarafından çıkarılan Konkret dergisi ve İran şahının Batı – Almanya ziyaretinde yaşanan protesto ayaklanmalarının etkisini düşündürtüyor;
Ulrike’nin, Konkret’te yayımlanan Şah’a açık mektubunda İran’ın gerçeklerini (ülkedeki yaygın yoksulluğun, Şah ve avanesinin saraydaki ifrata varan lüks tüketim ve sefahate dayalı pahalı hayat tarzlarının, Şah yönetiminin muhalefetin ve muhaliflerin maruz bırakıldığı imha ve yok etmeye yönelik politikalarının, Rıza Pehlevi’nin bir diktatör olduğunun) açık ve eleştirel bir dille ifşa etmesinin Batı Almanya’da ve başka Avrupa ülkelerinde gündeme bomba gibi düşmesini hatırlatıyor;
Çok parlak olan gazetecilik kariyerini bırakıp Rote Armee Fraktion adlı silahlı şehir gerillası mücadelesiyle Alman devletine savaş açan örgüte katılmasını anımsatıyor ve yaşamının hazin sonlandırılışını... Bu sayede, 70’lerde devrimci romantizmi şahikasına vardıran ve Ulrike ile aynı kederlendiren akıbeti yaşayan Gudrun Ensslin, Andreas Baader, Jean Carl Raspe, Holger Meins zihin ekranlarımızdan geçip gidiyorlar.
Biz bu romanı okurken ve tartışırken yeni romanı üzerinde çoktan çalışmaya başlayan Burhan Sönmez’i sevgiyle yâd ediyor ve mutat olduğu üzere, ortalama 2-3 seneyi alacak olan son eserini şimdiden merakla bekliyoruz.
Burhan Sönmez
Ankara’nın Haymana ilçesine bağlı küçük bir köyde doğdu. Köy ve aile içi ortamın gerektirdiği üzere Kürtçe konuşarak büyüdü, ardından okulda kendisine Türkçe öğretildi. 1980 askeri darbesini takip eden yıllarda hukuk okumak için İstanbul'a taşındı. Demokrasi yanlısı siyasi faaliyetleri nedeniyle üniversiteden uzaklaştırıldı ancak yedi yıl sonra mezun oldu. İstanbul'da avukat olarak çalıştı. İnsan Hakları Derneği'ne katılarak Toplumsal Araştırmalar, Kültür ve Sanat Vakfı TAKSAV'ı kurdu. Polis güçleri tarafından saldırıya uğradıktan ve yaralandıktan sonra İngiltere'ye sürgüne gitti ve burada Londra'daki İşkenceden Özgürlük Merkezi'nin yardımıyla uzun süreli tedavi gördü.
Şiire ilgi duymasına ve şiirleriyle Türkiye'de iki ödül almasına rağmen sürgünde roman yazmaya yöneldi. Yazmaya olan ilgisi, yetiştiği geleneksel hikâyelerden kaynaklanıyor. Elektriği olmayan uzak bir köyde büyümek ve yetenekli bir hikâye anlatıcısı bir anneye sahip olmak, edebiyat çalışmalarına ilham ve malzeme sağladı.
2021'deki Yüzüncü Yıl Kongresi'nde seçilen PEN International'ın başkanı, Hughes Hall College ve Cambridge Üniversitesi Trinity College 'ın Kıdemli üyesidir.
Yazmış olduğu toplam altı romanı şunlardır: Kuzey (2009), Günahlar ve Masumlar ( 2011), İstanbul İstanbul (2015), Labirent ( 2018), Taş ve Gölge ( 2021), Franz K.'nın Âşıkları ( 2024).
Romanları kırk sekiz dile çevrildi.
İngiltere'de EBRD Edebiyat Ödülü'ne (2018) ve ABD'de Vaclav Havel Vakfı'nın “Barışı Rahatsız Edenler” ödülüne (2017) layık görüldü. Türkiye'de Orhan Kemal Roman Ödülü'nü (2022), BUYAZ En İyi Öykü Onur Ödülü'nü (2015), Sedat Simavi Edebiyat Ödülü'nü (2011) ve İzmir St. Joseph En İyi Roman Ödülü'nü (2011) aldı.
William Blake'in Cennet ve Cehennemin Evliliği adlı şiir kitabını Türkçeye çevirdi. The Guardian, Der Spiegel, La Repubblica gibi çeşitli gazetelerde yazılar yazdı. 2014 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü, 2020 Cenevre Uluslararası Film Festivali, 2022-2023 Uluslararası Hrant Dink Ödülü ve 2023-2024 Inge Feltrinelli Ödülü'nde jüri üyeliği yaptı. İstanbul ve Cambridge arasında yaşamını sürdürüyor.’’
(Kaynak: burhansönmez.com)
|