16 Ocak 2018

Yüksek tansiyon politikası

AKP iktidarının iktidarını korumak için bulduğu yöntem ‘yüksek tansiyon’sa, muhalefetin yapması gereken, bu politikanın yersiz ve gereksiz olduğunu sergilemektir

AKP iktidarının birinci hedefi iktidar… iktidarının sürmesi. Bu elbette dünyannın her yerinde ‘iktidar’ için önemli hedeftir. Buradaki durumda farklı olan, bunun bu derecede ‘hayati’ olarak görünmesi. Her siyasi parti iktidar olmak ve iktidarını sürdürmek ister, ama iktidarı kaybetmeyi de normal karşılar. 

Bugün AKP iktidarını oylarıyla iktidar olarak tutan kitleler içinde her anlamda ‘siyasi İslamcı’ diyebileceğimiz, Milli Nizam Partisi’nden bu yana parlamenter sistem içinde siyasi parti çalışması yapmış bir çekirdek kadro var. Onların gözünde bütün bir Cumhuriyet tarihinde ilk kez İslam iktidar oldu. Bunların içinde birçoğu bu iktidarın kullanılma biçimini beğenmiyor, eleştiriyor olabilir. Ama bir kere ele geçirilmiş iktidarı bırakmak olmaz diye düşünüyorlar. 

Yoksul kesimlerden, somut maddi çıkar düzeyinde bu iktidara bağlanan oldukça geniş bir kesim var. İşin ‘İslam’ tarafı onları fazla ilgilendirmese de , bu çıkar ilişkisinin devamı son derece önemli. 

Ancak, en belirleyici etken, iktidarın, bu iktidarı şimdiye kadar sürdürmekte ortaya koyduğu tarz, üslup. AKP iktidarının özellikle Gezi direnişiyle aynı tarihte başlayan politika değiştirme kararından bu yana hukukla ilişkisi iyiden iyiye karışık bir mahiyet edindi. Bu, ‘iktidarın korunması’ denen olayı bu derece ‘hayati’ yapan başlıca etken. 

Ve ‘iktidar’, kendini koruma ve yeniden üretme yönteminin gerilim olduğuna karar vermiş durumda. Sürecin şimdiye kadarki kısmı da bu politikanın geçerliliğini doğrular gibi görünüyor. İktidarın hemen hemen bütün eylemleri, davranış tarzı, ‘kısır döngüler’ yaratıyor. Yani, iktidarı kaybetme korkusu gerilim politikasında dozu yükseltme gerçeğine yol açıyor; dozu yükselten davranışlar iktidarı kaybetme korkusunu büyütüyor. 

Önümüzdeki birkaç yıllık evrede bunun değişeceğine ihtimal vermiyorum. Bu süre içinde, gene AKP bünyesinden, kavgayı ve gerilimi reddeden, "barışçı bir AKP iktidarı olabilir ve olmalıdır” diyen bir alternatifin şekilleneceğini tahmin ediyorum. Ama etkililik derecesinin ne olacağına dair bir tahminde bulunamıyorum. 

Ayrıca, böyle bir ‘alternatif’in ortaya çıkmasının bugünkü iktidarın fikrini değiştireceğini de hiç sanmıyorum. Bugün herkesin öncelikle konuştuğu konu, MHP’nin ve Bahçeli’nin tavrı. Bu ‘ittifak’ın da gerilimi azaltmak değil, daha ileri taşımak etkisi ağır basacaktır. 

Böyle patlamalara gece bir genel ortamda, bu ülkenin çalar saatleri her saat başı ‘Yerli ve milli! Yerli ve milli!’ diye çalıyor. Bu gerilim ortamının kaçınılmaz kıldığı türden bir slogan bu; çünkü, yapılana yönelen eleştirinin (muhalefetin) ‘yerli ve milli olmadığı’ tezini tartışılmaz bir öncül haline getirme hedefini gözetiyor. İktidarın yaptığı ‘yerli ve milli’; dahası, ‘yerli ve milli’ olan tek yol. Bu böyle olunca, buna karşı söylenen her şey ‘yerli ve milli’nin sınırlarından dışarı çıkıyor. Bu zemin üzerinde, “Beni eleştiren vatan hainidir” demek kolaylaşıyor. İktidarın şu anda zaten yapmakta olduğu şey bu. Müttefiki MHP de böyle bir politikaya dört elle sarılacaktır. 

Tabii, her durumda ‘yerli ve milli’ olan tek yolu seçen, bunu şaşmaz bir biçimde geliştiren bu iktidar şimdiye kadar birbiriyle kesin çelişen politikalar uygulamış olmakta rakipsiz şampiyon. Bunları yeniden sayıp dökmeye gerek yok, herkes biliyor. 

Konu ne olursa olsun hangi sorun olursa olsun, ona karşı nasıl tavır alınması gerektiği sorusu ortaya konduğunda, en az iki alternatifin (birbiriyle tam karşıt) biçimlenmesi kadar doğal bir şey olamaz. AKP’nin ı ‘tek’li giden tekerlemesinde sayılan (dört adet) şeylerin aslında anlamı ‘tek lider’dir. Bunun da demokrasiyle ilgisi olmadığını söylemek herhalde gerekmez. 

Bir aşamada ‘barışçı çözüm’ gibi bir sloganla ortaya atılmış bir iktidarın bugün izlediği Kürt politikası akıllara ceza!

Tabii bir de önceki ‘barışçı çözüm’ü eleştiren ‘sol’ muhalefet var ve o da ayrıca akıllara ceza!

Yani bu durum, Türkiye’de Kürt sorununun barış ve demokrasi içinde, ‘eşit haklar’ çerçevesinde çözümü üstüne akıl yürüten ve proje geliştiren bir siyasi parti olmadığı (HDP dışında, ama o zaten yürürlükteki politikanın ‘kurbanı’ konumunda) anlamına geliyor. Oysa böyle en az bir parti olmalı ve böyle projeler geliştirilmeli, kamuoyuna sunulmalı, tartışılmalı vb. 

Anlatmaya çalıştığım durumun en açıklayıcı metaforunu İsrailli yazar Amos Oz vermişti: Filistin sorunu. Olması bekleneceği gibi bu sorun karşısında ‘şahin’ olarak ya da ‘kumru’ olarak tavır almış İsrailliler var. Gene bekleneceği gibi, bu iki cephe birbiriyle savaşıyor. Gerilim bazen iyice yükselebiliyor. Amos Oz, bu tarafları çocukları hasta olan anne-babaya benzetti: Çocuğun hastalığı ciddi, ancak doğru tedavinin ne olduğu konusunda anne ile baba anlaşamıyor. Önerdikleri tedavi yöntemleri birbirinin karşıtı. Şimdi bu durumda birinin çocuğun iyileşmesini istediği, öbürünün bunu istemediği sonucunu çıkarabilir miyiz? Ayrıca, durumu bu terimle açıklayınca, doğru tedavi yönteminin bulunmasına yardımcı olur muyuz?

AKP iktidarının iktidarını korumak için bulduğu yöntem ‘yüksek tansiyon’. Bunu ‘yüksek’te tutmanın yolu da ‘yerli ve milli’. Öyleyse muhalefetin öncelikle yapması gereken şeylerden biri bu ‘yüksek tansiyon’ politikasının yersiz ve gereksiz olduğunu sergileyecek bir siyaset izlemektir. Bunu yapmak, söylemekten çok daha kolay. Çünkü bir taraf habire gerilimi yükselten şeyler yapıyorsa (yani ‘faul’ yaparak oynuyorsa), bunun karşısında ‘gülücük’ yapmak imkansız değilse çok zor olmalı. 

Çok zor olduğu şüphe götürmez, ama imkansız olduğunu sanmıyorum.

Yazarın Diğer Yazıları

Nazar

Asvadzadzin’de bu sefer Nazar’ı öbür dünyaya uğurlamak üzere bulunmak içimi acıttı. Ne acelen vardı, Nazar? 

Bugünlerin siyasi bulmacası

Devlet Bahçeli “Öcalan” çıkışıyla ne demek istedi? Erdoğan ile bir plan hazırlamışlarsa bu plan ne olabilir? Hareket aşamasına gelince ne olabilir?

Dış ilişkiler

Tayyip Erdoğan Türkiye’nin dış politikasını “monşerler”in elinden kurtardı. O elinden geleni yaptı, “kurtardı” ama bu kurtuluş bizim için iyi mi oldu, kötü mü hiç emin değilim

"
"