27 Ağustos 2019

Yıpratma görevi

İmamoğlu’na verilen oylar, bence, İmamoğlu’na verilen oylar olmadan önce, Tayyip Erdoğan’a verilmeyen oylardır

AKP’nin kurduğu “trol” sistemi nasıl çalışıyor, bilmiyorum. Talimat mı geliyor, “Şunları yazacaksınız” diye; yoksa yazanlar aynı zamanda öneriyor mu, “Şöyle şöyle yazalım” diye, yoksa “karma” bir düzen mi var, bilmiyorum. Çok önemli de değil zaten.

Öyle ya da böyle, şu günlerde bir “trol”e düşen ciddi bir görev Ekrem İmamoğlu’yla ilgili olmalı. Benim bu dünya ile hiç ilişiğim yok ama görebildiğim AKP medyasından ve işittiklerimden çıkarsadığım misyon bu: “İmamoğlu yıpratılacak”!

Anlaşılır bir durum. 23 Haziran seçim sonuçları kolay yenir yutulur bir şey değil. AKP sahnede olduğu bütün bu yıllarda böyle bir hezimete uğramamıştı. Tersine, son derece “başarılı” görünüyordu. İstanbul’u kaybetmek şüphesiz önemli sonuçları olacak bir yenilgiydi, ama 13.000 oyla kaybetmek başka, 800.000 oyla kaybetmek bambaşka. “Burnu sürtülmek” diye bir deyim vardır; herhalde gerçek hayatta o deyime en uygun düşecek olay buydu. AKP her zamanki pervasızlığıyla bir şeyleri yıkıp devirerek dediğini yaptırdı. Dört ayrı oy verilen bir durumda yalnız İstanbul Belediye Başkanı için yapılanı iptal ettirmek bu üslubun göz çıkaran örneğiydi. Sayımı yenilemek yerine seçimi yenilemek bir başka tuhaflıktı (çünkü aslında kaybettiklerini biliyorlardı. Sayımı yenilemek durumu kurtarmayacaktı). Neyse, yaptılar ve sonucunu aldılar.

Şimdi, dediğim gibi, yıpratma savaşı başladı. Bu yalnız İmamoğlu’yla sınırlı değil. Kendilerinden olmayıp da seçim kazanmış herkesi kapsıyor. Ama tabii işin içinde öncelikler var. Şu durduğumuz yerde Ekrem İmamoğlu yalnızca İstanbul Belediye Başkanı seçimini kazanmış biri değil. Ortadaki büyük fark, herkesin zihninde aynı düşünceleri harekete geçirdi—kimilerinde endişe, kimilerinde umut ile… Bu düzeyde bu farkı yapan adam yarın Cumhurbaşkanlığı yarışında da aynı başarıyı yakalar mı?

Kaldı ki İmamoğlu’nun resmi rakibi Binali Yıldırım’dı ama Binali Yıldırım başından beri bu işe gönülsüz girdiği mesajını vermeye çalışır gibiydi. Onun bu hali 31 Mart’tan 23 Haziran’a da değişmedi. İmamoğlu’nun bu seçimde asıl rakibi Tayyip Erdoğan’ın kendisiydi. Erdoğan buraya sürüklenmekten kaçınmak istiyor, “Ben ön planda görünmeyeceğim” mesajı veriyor,

Sonra kendini tutamayıp ringe atlıyordu. İki seçimde de aynı şey oldu ve sonunda İmamoğlu kazandı.

Bu düzeyde böyle olduysa, Cumhurbaşkanlığı seçiminde de olmaz mı? Bu düşünce, bu kuşku İmamoğlu’na çullanmak için yeterli gerekçe.

Nereden çullanacaklar? Şu günlerde sel sırasında ve sel sonrasında İstanbul’da olmaması en elverişli saldırı noktası gibi görünüyor. Söyledikleriyle yaptıkları arasında çelişki bulmak gene gözde bir uğraş. Örneğin, işten adam çıkarmak gibi bir davranış. Zaman geçtikçe yeni alanlar bulacaklardır. Her şeyi bir başka kılığa sokmak mümkün, nasıl olsa.

Ne kadar başarılı olurlar, bilemem tabii. Kamusal bir figür olmak insana kazandırabilir de, kaybettirebilir de. Çok zaman kaybettirdiği görülmüştür, çünkü ortadasın, açıktasın, her an isabet alabilirsin. Zor iş. Tabii aynı şeyler Erdoğan için de geçerli ve onun grafiği de bu son olayla birlikte aşağı çekmeye başladı.

Kendi hesabıma, İmamoğlu’nu tanımıyorum. Sosyal-demokrat bir Belediye Başkanı olmaya ne kadar yatkın olduğunu bilmiyorum. Ama girdiği seçim kampanyasını gerçekten ciddi başarıyla götürdüğünü gözlemledik. Bana en önemli görünen yanı Tayyip Erdoğan’ın ekmeye çalıştığı düşmanlık ve “intikam” duygularına karşı dostluk temalarını savunması ve bunu (performansıyla) inandırıcı bir şekilde yapabilmesiydi. Erdoğan’ın yıllardır birikimini yaptığı kutuplaşmadan sonra daha uzun zaman bu dile ihtiyaç duyacağımızı düşünüyorum. İmamoğlu’nun ve bütün muhalefetin burada çok dikkatli olması gerekiyor.

İmamoğlu’na verilen oylar, bence, İmamoğlu’na verilen oylar olmadan önce, Tayyip Erdoğan’a verilmeyen oylardır. Tayyip Erdoğan bunu tersine çevirmek için ne yapmayı düşünür? Ne düşüneceği, bir ölçüde, girdiği kulvar tarafından belirlenecek. Ve Erdoğan, epey bir süreden beri gerilim kulvarında yol alıyor. Bunu değiştirebileceğini sanmıyorum. O, iktidara tutunmak için beklenmedik “destek”lere sarılabiliyor; 23 Haziran’a gelirken Öcalan’dan mesaj almak gibi. Sorun, onun ne yapacağından çok, yaptıklarını kime, ne ölçüde kabul ettireceğine bağlı.

Çok zaman olduğu gibi, gene tuhaf bir dönemeçteyiz. 23 Haziran bir çeşit “güvensizlik oyu” gibi okunabilir. Ama Türkiye’nin geri kalanı ne derecede İstanbul’la hemfikir? Yakınlarda buna cevap verecek bir olay yok; seçimler bitti, birkaç yıllığına. Yapılacak ilk seçime kadar da, Erdoğan’ın iktidarının devamını garantilemek için her çareye başvurduğunu göreceğiz.

Bu “çare”lerden bazılarının ters teptiğini de görebiliriz.

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?

Sevinçle, ama sükunetle

Bu toplum elbette farklı düşünceler, inançlar, idealler üretecek. Ama bu "farklılık" nedeniyle boğazlaşmak değil tartışmak kültürü geliştirmek gerektiğini bilecek. Son seçimde alınan sonuç bu anlayış ortamının oluşmasında da olumlu rol oynayabilir ve bu potansiyel boşa harcanmamalı