Man Adası, off-shore şirket v.b. İlginç olaylar! Uzun boylu aklım ermez bu işlere; pek izlemem de. Ama şu günlerde (aslında epey bir süredir) Türkiye’de bu adlar çevresinde toplaşan olgular son derece önemli. “Önemli” olan şeyler çok zaman “ilginç”tir de. Bunlar da öyle. Hani böyle mekanik dersler vardır: “Başarılı bir haberin içermesi gereken beş nokta”, “bir dogmanın yıkılmasını sağlayacak üç öge” filan gibi. Bu olaylarda da akla gelebilecek böyle etkenler tamam.
Ama uzun boylu konuşulmuyor, tartışılmıyor (ayrıca, “tartışma” gerektirir bir yanı olduğu da söylenebilir mi, bilmiyorum; “oldu mu, olmadı mı diye “tartışılacak bir şey yok ortada). Siyaset ortamı gergin, iddialar, karşı-iddialar uçuşuyor. Suçlayan suçlayana. Her konuda. Akla, mantığa uymasa da “Böyledir; ille de böyledir!” diye sonuna kadar diretenler var. Ama bu “off-shore” şirket ve orada olanların pek fazla sözü edilmiyor. Neden acaba?
Tabii bunları söylerken şaşkınlığın basının belirli bir kesiminden ileri gelmiyor. Şimdiye kadar iktidarın kendisi için kurduğu “medya”da böyle bir şeyin “tartışma konusu” değil “söz konusu” edilemeyeceğini biliyoruz. Onlar, “İşte muhalefetin yalanı ortaya çıktı!” diye bağırırlar. Bangır bangır bağırırlar. Ortaya çıkan herhangi bir ciddi nesne olmaksızın. Ama bugün gördüğümüz olay ve onun bir benzeri olduğunda sesleri kesilir; bundan nasılsa hiç haberleri olmaz. Ben bugüne kadar bu koroya katılmama dirayeti göstermiş kesim için bu soruyu soruyorum.
Henüz tam bir kesinliğe erişilmedi, ondan mı dersiniz? “Erişilmedi” derken, Yargıtay’ın kararı yeterince net; ama itiraz olabilir. İlk kararı veren mahkemeye döndüğünde mahkeme kararında ısrar edebilir (ki dönerse böyle olacağından fazla şüphem yok); bu durumda daha yüksek kurula gider v.b. Bu anlamda “erişilmedi” diyorum. Ama Yargıtay verilen rakamların birbirini tuttuğunu, bir çarpıtma olmadığını, dolayısıyla bir “tazminat” ödemenin sözkonusu olmaması gerektiğini söylüyor ve burada “erişilen” epey bir şey var.
Epey bir şey “var” olabilir; ama Türkiye’de hukuk yok. Şu aşamaya geldik ama bundan sonra ne olur, bilene aşk olsun! Çıkar bir yorum yaparsın, bir sonraki mahkeme aşamasına göre sen de hakaret etmiş sayılırsın. Her şey mümkün, her şeyi yapmaya hazır birileri var. Şimdiye kadar “hukuk” adı altında yapılanlar ortada. Hukuktan başlayan bir çekişmenin hukukun tamamen dışında bir yerde, tamamen başka yöntemlerle “çözülmesinin” örnekleri de var. Bunlar birilerinin ağızlarını kapalı tutmalarına yol açıyor olabilir.
Çünkü olay aslında çok ciddi.
Bir şeyler yapılmasını gerektiren bir durum da diyebiliriz. Nasıl bir şey? Cumhurbaşkanı’nın söylediği gibi bir şey! Cumhurbaşkanı, “şöyle şöyle olursa” ne yapılması gerektiğini (ve ne yapacağını) söylemişti. Bir “ekonomist” olarak “faiz sebeptir” dediği gibi kesin bir dille söylemişti. Ama Cumhurbaşkanı her şeyin doğrusunu bilse de her şeyin gereğini yapmıyor (düşünce özgürlüğü v.b. üstüne söylediklerini hatırlayın). Bu olayda da benzer şekilde davranacağını tahmin ediyorum.
Bu “off-shore” şirket olayında Tayyip Erdoğan’ın kendisinin bir “aldı-verdi” ilişkisi olduğuna dair ortaya çıkmış bir şey yok. Ama kurucular listesine bakınca, bunun böyle bir şirketin kurucularının listesi değil de, ne bileyim, Cumhurbaşkanı’nın evine bir akşam iftara gelenlerin listesi gibi bir şey olduğunu düşünüyor insan. “Ciddi” dediğim olay da bu zaten. “Off-shore” ne demek, belli; herhalde bilmeyen yoktur. Neye yaradığı da belli. Ben duymadım ya, benim cehaletim, habersizliğim olabilir, bunun dünyada bir benzeri biliniyor mu? Bir yığın şüpheli davranışı olduğunu bildiğimiz siyaset adamlarının yakın çevrelerinin böyle şirketleri olduğu duyulmuş mu? Örneğin Tayyip Erdoğan’ın oğlu, ticaretle mi uğraşıyordu babası nikah yüzüğüyle siyasete atılırken?
AKP iktidarı kazandığında, “sosyo-politik” alanda yapacaklarından korkuyordum. Başka bir söyleyişle bugün olduğu AKP olmasından endişem vardı. Ama AKP Avrupa Birliği’ne katılmak üzere çaba harcamaktan Nâzım Hikmet’in yurttaşlık hakkını geri vermeye, böyle şeyler yaparak, bambaşka bir çizgi izledi. Bilindiği gibi, Gezi direnişine kadar böyle şaşırtıcı işler yapmaya devam etti. Yapılan her şey kusursuz muydu? Elbette hayır. Ama AKP’den söz ediyoruz. İşte, bugün yaptığı şeyleri yapabilen AKP. Bunlar olmadığı gibi makul bir biçimde yürüyen bir ekonomi vardı. Çetenin üçlüsünü, beşlisini duymamıştık. Okyanuslarda AKP bandıralı gemiler dolaşmıyordu. Derken devran döndü, bugünlere geldik.
AKP’nin dünya görüşü, pek çoğumuzun kabul edemeyeceği düşüncelerle dolu. Bunlar bilmediğimiz şeyler değil. Ama düşünceler bir yana, şimdi bunca yıldır birikmiş, dehşet verici bir “icraat dosyası” var ortada. Bu dosyada yer alanların birçoğu “AKP” denince hemen akla gelen “şeriatla yaşayan Türkiye” imgesine de uymayan işler. Dindar AKP akçalı işler alanına büyük bir hevesle ve şaşılacak bir enerjiyle girdi. Şeriatçılıkla bu işler arasında şaşılası eklemlenme biçimleri ve kanalları buldu. Buna da bir çeşit “yaratıcılık” demeli herhalde.
“Off-shore” da bunlardan biri olsa gerek. Ancak, bitirmeden önce, bu yaratıcılığın toplum üstünde kaydadeğer bir etki yaratmaması karşısında duyduğum şaşkınlığı dile getirmem gerekiyor. Anlaşılan toplum böyle şeyleri kanıksadı artık. Öyle şeyler oldu be öyle şeyler olmakta ki, bu mahiyette bir şirket olayı ortaya çıktığında insanların çoğunluğu “bu da oldu. Olur a,” deyip geçiyor, diyebiliyor. Böylesine kabuk bağlamış bir toplum yaratmak, herhalde AKP’nin en mucizevi başarısı olmalı.