Bugünlerde en çok konuşulan konulardan biri aşı sorunu. Bu normal tabii. Fakat şu bizim bağlamda "aşı" sorunu "semantik" bir sorunla iç içe girdi: Tayyip Erdoğan kanalıyla oldu bu iş. Çok konuşulduğu için yeniden özetlememe gerek yok. Yani Sağlık Bakanı'nın aşı sıkıntısı olduğunu söylemesi üstüne Erdoğan'ın böyle bir sıkıntıyı "kabul etmediğini" söylemesi. Yani bu durumda "kabul etmek" fiilini kullanması.
Bir "sıkıntı" vardır, "var" denir; yoktur, "yok" denir. "Kabul etmek"le ilgili bir keyfiyet değildir bu. Yani bir "kanaat" sorunu değildir. Hani bundan altı ay, bir yıl sonra aşı bulmanın kolay mı, zor mu olacağı konuşuluyor olsa "kabul etme" fiiline başvurmayı gerektirecek bir durum olabilir. Ama şu andaki durumdan söz ediliyor ve şu anda bir aşı sıkıntısı zaten var.
İkinci iğneyi de olmuş, yani aşısını ("şimdilik" kaydıyla) tamamlamış insanların sayısı on milyonu ya buluyor, ya bulmuyor. Evet, biliyoruz. Aşı bulmanın, yeterli aşı bulmanın pek çok yerde zorluğu çekiliyor. Ama bizim gösterdiğimiz bu "başarı"nın pek de başarı sayılmadığı ortada. İkide birde "geldi, geliyor" müjdeleri veriliyor ve gelmiyor. İkinci aşı için randevu veriyorlar. Gidenlere "Aşı yok, sonra gel" diyorlar, akşama doğru vazgeçip "Gelin" diyorlar-ki, gelecek kimse kalmamış! Yani bu bilinen olayları, hikâyeleri yeniden anlatmayayım. Bunlar, bir "aşı bolluğu" ortamında olacak işler değil. Elde altı milyon kadar aşı olduğu söyleniyor, ihtiyaç belki yüz milyonun oralarda.
Ve Cumhurbaşkanı bir "sıkıntı" çekildiğini "kabul etmiyor". Kabul etmesi için daha neler olması gerekiyor acaba?
Ve, evet: "kabul etmek" fiili!
Türkiye'de, hayatın herhangi bir düzeyinde, köşe bucağında, bir şeyin olabilmesi için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın onu kabul etmesi gerekiyor, bunu öğrendik. Gene de bu kuralın dışında kalacak bazı şeyler olabileceğini düşünüyorduk. Hani camdan bakıyoruz, yağmur yağıyor, o sırada Tayyip Erdoğan'ın sesi duyuluyor, "Yağmur yağdığını kabul etmiyorum" derken. Buralara kadar geleceğimizi düşünmemiştik. Ama anlaşılan o ki, gelmişiz. Yağmurun yağdığına inanmamız için Tayyip Erdoğan'ın "Yağmur yağıyor" demesi gerek—ve o bunu dediği anda başka bir şeyin olmadığına da inanmamız gerek.
Tayyip Erdoğan herhalde bunu zihnimizde pekiştirmek istediği için böyle konuşuyor. Yani, ağzından, bu bağlamda, "kabul etmiyorum" diye bir söz çıkmışsa bu bir dil sürçmesi değil, uygun olmayan bir kelime seçmiş olmak değil. Kastedilen bu.
Aşı sıkıntımız yoktur, böylece biline!
Doğru bir mantık izleyerek bu noktaya geldik. Burada, gene bu günlerde sıkça konuşulan bir başka konuya değdik: Şu fotoğraf çekme konusu. Emniyet Müdürü genelgesi, genelgenin böyle bir konuyu belirleme yetkisine sahip olması, "özel hayat" (bu başlı başına bir harika!), yasak.
Bir yerde, bir olayda polis şimdiye kadar başarıyla gösterdiği celadete bir yeni örnek ekleyerek dalacak, gazıyla, copuyla, daha olmazsa mermisiyle vatan haini olduğu besbelli bir kalabalığı dağıtacak ya da kelepçeleyecek, sürükleyecek vb. Arada belki birkaç kişi can verecek. Bunların resmi çekilmeyecek—"özel hayata" zarar vermemek için. Belki fazlaca itiraz olacak; belki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın bunların niçin gerekli olduğunu, normal olduğunu vb. anlatması gerekecek. "Polisimizin yanlış bir şey yaptığını kabul etmiyorum" demesi gerekecek belki. O bunu yaparken ortalıkta münasebetsiz, insana yanlış şeyler düşündürmesi ihtimali olan fotoğraflar dolaşmamalı. Cumhurbaşkanı toplumun huzur içinde, kafası karışmadan yaşamaya devam etmesini sağlayacak bütün tedbirleri alarak yoluna devam ediyor.
"Tam kapanma" demişiz, koronaya ölümcül darbeyi vurma yoluna girdik—aşılı ya da aşısız. Bu kapanma sürecinde alkollü içki içmek gibi bir ihtiyacın geçerli olduğunu "kabul etmiyoruz."