12 Şubat 2022

Sınıfsal taban konusu

AKP'nin bu tabanında, "Yahu, biz bunlara oy veriyoruz ama bunlar bizi hiç kollamıyor" diyeceklerin çıkması çok muhtemel olmayabilir; ama AKP son kertede bir "sermaye partisi" ve bu kimliği ile yapacakları, yapabilecekleri ayakta durmakta ciddi güçlük çekmeye başlayan kesimi mutlu etmeyecektir

Yakın tarihimizin en "can alıcı" seçimi olacağını tahmin edebildiğimiz seçim günbegün yaklaşıyor. Anket yapan şirketlerin hepsi iş üstünde. Hepsinin de izleyicisi, meraklısı, müptelası var. Sayılar habire değişiyor. Bu da tabii ilgiyi ayakta tutmaya yardımcı oluyor. Genel görünüm, "kaybeden" bir iktidar ve "kazanamayan" bir muhalefet şeklinde tecelli ediyor şimdilik. Bu muhalefet kendinden emin bir tavırla davranıyor ve konuşuyor ama bu "emin olma" gerçekten sağlam temellere dayanıyor mu, ben bundan o kadar da emin değilim.

İktidarın kan kaybettiği nokta ekonomi. Türkiye'nin ilm-i siyaset müfredatı içinde "demokrasi" ünitesi hiçbir zaman yer almadığı için, asıl büyük cinayetlerin işlendiği "siyaset düzeyi"nde olanlar kitleleri çok fazla etkilemiyor. Ama ekonomi öyle değil ve bugün Türkiye'de ekonominin gidişi bir felaket. Dolayısıyla AKP kaybediyor ve kaybetmeye devam edecek gibi görünüyor. Gene de iktidar olmanın "iktidar olmak" gibi bir avantajı var. Hani sekizlerde filan giden doları on sekize zıplattıktan sonra on üçe indirmeyi önemli bir marifet olarak görmeyi başaran insanlar da var toplum içinde; "İktidar konumu" böyle marifetler yapılması için bir hareket serbestisi yaratıyor.

Ve bugüne kadarki icraatıyla AKP bu yazının başlığında yer alan düzeyde belirli bir başarı yakaladı. Bu aslında bizim tarihimizin önemli ve aynı zamanda kalıcı bir özelliğidir. "İktidar" olan güç kendine bağlı bir "ekonomik taban" da yaratır. Zaten bu nedenle Türkiye'de ekonomi gerçekten gelişmiş toplumlarda görmeye alışık olmadığımız derecelerde siyasete bağlıdır, tabidir.

"Modernleşme", bununla başlar. Şimdilerin gözde sloganı "yerli ve milli" kavramı İttihat ve Terakki için de hayati öneme sahipti. O zaman sorun, ekonomiyi gayrimüslim kesimin elinden alma çabasını içeriyordu. Öyle bir kesim varolduğu sürece, sermayenin el değiştirmesi siyasetini sürdüren ve destekleyen kesimler de etkin bir biçimde varoldu (Varlık Vergisi v.b.). Ama İttihat ve Terakki'nin ekonomi politikaları arasında "Harp Zenginleri" gibi alt-başlıklar da eksik değildir -İktidar bu işi yapanlarla başa çıkamadığı için değil, bizzat kendisi de yaptığı için ("Bulgur Palas" gibi örnekler).

Cumhuriyet, sermaye birikimi sorununu aşmak için sonraları "tekelci devlet kapitalizmi" diye adlandırdığımız yöntemi uygulamayı tercih etti ve buna denk düşen bir burjuvazi yarattı. Bunu yaratmayı başardı ama yöntem sert bir yöntemdi ve toplumun epey canını yaktı (Bu yıllar aşağıdan yukarıya bakılınca birbirinin devamı gibi görülebilir: İttihatçılığın devamı).

Elliler ilginçtir. Aslında erken Cumhuriyet'in birikimi olmasa Demokrat Parti (DP) üslubuyla kapitalizm de olamazdı. Ama bu nedensellik bağlantısı algılanmadı ve halk Demokrat Parti'yi tamamen "yeni" bir siyasi varlık olarak gördü. Onun için de DP hâlâ popüler ve bu da Tayyip Erdoğan'a yardımcı olan bir etken.

Demokrat Parti de kendi burjuvazisini yarattı. En "muhtasar" özetiyle "Hacıağa" diye tanıdığımız "taşra burjuvazisi" ülkeye Demokrat Parti'nin armağanıdır. Erken Cumhuriyet'in ekonomik simgesi Koç ise bu dönemin simgesinin de Sabancı olduğu söylenebilir sanırım.

İzleyen yıllarda yeni bir burjuva kesimine ebelik eden siyasi hareket ANAP'tı. "İthal İkamesi Sanayileşme"den iİhracat"a geçiliyordu. Bu sırada "yerli ve milli" olana doğru hareket de güçlenmişti. Anadolu'da, tekelci kapitalizmin bayiliğini yaparak mekanizma içine adım atan küçük sermeye, üstünden tam atamadığı "feodal" kalıptan büsbütün soyunmadan burjuvalaşmaya başlamıştı. TÜSİAD'a karşı MÜSİAD!

Bu MÜSİAD, bir sonraki döneme geçişte etkili oldu. AKP'nin en hararetli destekçileri bu kesimden geliyordu. Ama AKP iktidara tutunma sürecinde o zamana kadar buralarda adı sanı pek bilinmeyen bir kesimi daha "Hall of Fame"e sokmayı başarmıştı. AKP'nin inşaatla kan bağı var. Bu herhalde Tayyip Erdoğan'ın İstanbul Belediye Başkanı olduğu günlerde başlamış bir ilişki. Çok daha mütevazı semtlerde çok daha mütevazı sermayeler biriktirmiş, dediğim gibi adı sanı bilinmeyen bir kesim de AKP iktidarında semirdi. Bu döneme de "Müteahhitler Devri" demek doğru olur mu, ne dersiniz?

Şimdiye kadar çizmeye çalıştığım bu evrim resminde "hegemonik" konumda bulunan burjuva kesimlerinin adını verdim. "Serbest seçim" sisteminin iyi kötü geçerli olduğu modern toplumlarda burjuvazi içinden sivrilen böyle bir kesim her zaman vardır ama "iktidarın tabanı" dediğimizde bu kesim kendi başına iktidarı taşıyamaz, buna gücü yetmez; çünkü "seçim" söz konusu olunca "nicelik" belirleyici olur. "Hegemonik kesim" ise hemen hemen her zaman bir azınlıktır -"etkili" falan, ama bir "azınlık". Dolayısıyla Gramsci'nin pek güzel anlattığı gibi, toplumda "bloklar" vardır -yani ittifaklar oluşmuştur ve iktidar kendi varlığının herkes için en hayırlı varlık olduğuna en büyük destekçi kitleyi inandırarak kazanmayı başaran blokun eline geçer, Bu büyük "kitle" içinde yoksul kesimlerin de bulunması gerekir.

AKP'nin böyle bir kesimi kendi safına çekebilmesinde Batılılaşma'nın ve tek-parti iktidarı yıllarının yardımı oldu. Geniş halk kesimleri rejimin kendilerine kabul ettirmeye çalıştığı şeyleri benimsemediler. Ama İslam ideolojisinin de katkısı oldu. İslam ideolojisinin "eşitlikçi" denecek bir yanı yoktur. Bildiğimiz gibi, "İslam'ın beş şartı"ndan biri zekat vermektir. Demek ki varlıklı/yoksul ayrımı olacak ve beş şarttan biri olduğuna göre her zaman olacak. Bunun derecesi, işleyişi tartışılabilir ama gelir farklılığını "ortadan kaldırmak" söz konusu değildir.

Birileri başka birilerine yardımcı olmakla yükümlüdür.

AKP'nin üst kadrolarının buna hiç itirazı yoktur v e gene belediye yıllarından başlayarak zaten bu dünya görüşüne uygun kurumlar kurmuşlardır. Son dönemde sistemin bazı çatırdama belirtileri gösterdiği belki söylenebilir. "Hegemonik" kesimle yoksul kesimin çıkarlarını bir arada korumak (daha doğrusu "koruyormuş gibi görünmek") gitgide güçleniyor. AKP'nin bu tabanında, "Yahu, biz bunlara oy veriyoruz ama bunlar bizi hiç kollamıyor" diyeceklerin çıkması çok muhtemel olmayabilir; ama AKP son kertede bir "sermaye partisi" ve bu kimliği ile yapacakları, yapabilecekleri ayakta durmakta ciddi güçlük çekmeye başlayan kesimi mutlu etmeyecektir.

Gelgelelim, AKP'nin şu günlerdeki gidişinden mutlu olmayanların "O halde biz de X'e verelim" şeklinde bir tavır değişimine gitmekte acele ettiklerini söylemek ne ölçüde doğru olur, bilemiyorum. Bazı gözlemciler, "Ekonomi berbat, ama düzeltirse gene Tayyip düzeltir" diyenlerin çoğalabileceği tahminini ileri sürüyorlar. Pek inandırıcı görünmese de büsbütün olmayacak bir şey değil. Yani seçimi çantada keklik gibi görmenin tehlikeli olduğunu düşünüyorum, çünkü bu toplumun bir Erdoğan iktidarını daha kaldırabileceği kanısında değilim.

Yazarın Diğer Yazıları

“Normalleşme” üstüne

İktidar “İşte,” diyecek. “Normalleşme” dedik, “Hep birlikte el verelim” dedik, bakın ne yapıyorlar, normalleşmeyi nasıl sabote ediyorlar! Bunlar böyle! Bunların işi olumlu giden işleri baltalamak! Bunlarla hiçbir şey yapılmaz!

Karışık işler

Sinan Ateş cinayetini örtbas etmekte kararlı olanlar bu bilek güreşini kazanmakta başarılı olurlarsa, şimdiye kadar zaten çeşitli kanlı olayların bulaşıklığını belirli bir ölçüde yaşamış olan AKP iktidarı, yozlaşmanın bu türlüsünü de repertuarına katmış olacaktır. Ateş olayı özellikle bu bakımdan önemli.

HÜDA-PAR ve AKP

Erdoğan’ın geçerli olduğuna inandığı ama söylenme zamanının geldiğini düşünmediği şeyleri HÜDA-PAR söylüyor. Bu bakımdan HÜDA-PAR, AKP’ye bir çeşit “öncü müfreze” servisi sunuyor

"
"