23 Haziran 2018

Seçim ve futbol

Futbolun “niteliğinden” değil, “sonuç”tan zevk almaya başlıyoruz

Seçime iki gün kala, bu konuda bir şey yazmak, söylemek, içimden gelmiyor. Söyleyecek sözümü çoktan söyledim, bitirdim. Yalnız ben değil, birçok kesimin böyle hissettiğini sanıyorum. İktidarda bulunan kişi ve parti hakkında “açıklayıcı” bir şey söylemek de mümkün değil; çünkü şimdiye kadar yapılanların bir gizlisi saklısı yok. Olmadığı gibi, yapılanlar, buna “devam” denildiğinde yapılacaklar hakkında yeterli fikir veriyor.

Dolayısıyla “bilinmez” olan, “muamma” olan iktidarın ne yapacağı değil, muhalefetin ne yapacağı da pek değil, “Türkiye toplumu” denilen kapalı kutunun ne yapacağı. Onların bu “bilinen”ler arasından neyi seçeceği asıl “bilinmez.” Öte yandan, onların bu seçmeyi “bilerek” yapacaklarını da tahmin ediyorum. Sonuçlarla oynanır mı, oynanırsa ne derece oynanır, bu konularda fikrim yok; ama “kandırılarak” oy verecek kişi sayısının fazla kabarık olacağı kanısında değilim.

Seçim üstüne kelâm etmekten fazla hoşlanmadığıma göre, ne konuda kelâm edeyim? Dünya Kupası olabilir belki. Bu yıl ne olduysa epey bir maç seyrettim şimdiye kadar. Daha önceki kupalara göre bunu daha bir sadakatle izle oldum. Oysa gene şimdiye kadarki gözlemle, pek parlak geçmediğini düşünüyorum. Bu ilk turu aşmak kaygısından ileri gelen temkin ve ihtiyat mıdır, her neyse bayağı sıkıcı maçlar görüyoruz. Arjantin ve Brezilya,  Almanya ve Fransa  sıkıcılık bakımından başa güreşiyorlar.

Bu kupa tarihe teknolojik özellikleriyle geçecek. Ekranlı odalarında maçı seyreden hakemler, sahada koşuşan hakemlerden daha fazla yetkili olacak bu gidişle. Uygulama daha yeni başladığı için muhtemelen aksayan şeyler oluyordur; hız kesen bir yanı da oluyordur. Ama deneyimlerle bunlar giderilir herhalde.

Sahadaki hakemlerin emin olamadığı dört durumda ekran hakemleri penaltıya karar vermiş şimdiye kadar. Kupa tamamlanıncaya kadar bu sayı yükselir herhalde. Yani, yeni sistemin yararları görülmeye başladı. Biraz daha sık başvurulması sanki daha iyi olacak. Çünkü bütün bu teknolojik donanıma rağmen   sanki bir şeyler gene gözden kaçıyor gibi. İsviçre’nin Brezilya’ya attığı kafa golünden önce adam Miranda’yı düpedüz itmişti, düşürmüştü, örneğin. Böyle daha birçok olay sayılabilir.

Zaten faul çok oluyor. Birçoğu da anlamsız, gereksizi hareketlerden ileri geliyor. Sanki böyle bir “vecibe” varmış gibi, itiyor, çelmeliyorlar birbirlerini. Teknik inceliğin yerini fiziksel güç alıyor gibi.

Nitekim, sabah gazetelerinden birinde, bu kupada atılmış toplam gollerin yarısının “duran top”tan geldiğini okudum. Başından beri benim de dikkatimi çeken bir olguydu bu: “Ne çok penaltı oluyor” diye düşünüyordum.

“Sonuç almak”, “gerçekçi olmak…” Bütün dünyaya yayılmış ve iyiden iyiye içselleştirilmiş “hayat dersleri” bunlar. Tamamen rekabete, öne geçmeye bağladığımız spor dallarında özellikle tartışılmaz sayılan “ilkeler.” Ama, bunlar böyle belirleyici olduğunda, şimdi şu futbol turnuvasında olduğu gibi, “sonuç” her şeyin üstüne çıkıyor: Futbolun “niteliğinden” değil, “sonuç”tan zevk almaya başlıyoruz. Tabii bu anlayış sporla başlayıp, sporla bitmiyor. Hayatın her alanında çıkıyor karşımıza. Sonunda siyasete de, her şeye de siniyor bu tavırlar. Tabii öyle olduğunda sorun zevk almak, almamaktan ibaret değil. Çok daha vahim işler olabiliyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Nazar

Asvadzadzin’de bu sefer Nazar’ı öbür dünyaya uğurlamak üzere bulunmak içimi acıttı. Ne acelen vardı, Nazar? 

Bugünlerin siyasi bulmacası

Devlet Bahçeli “Öcalan” çıkışıyla ne demek istedi? Erdoğan ile bir plan hazırlamışlarsa bu plan ne olabilir? Hareket aşamasına gelince ne olabilir?

Dış ilişkiler

Tayyip Erdoğan Türkiye’nin dış politikasını “monşerler”in elinden kurtardı. O elinden geleni yaptı, “kurtardı” ama bu kurtuluş bizim için iyi mi oldu, kötü mü hiç emin değilim

"
"